- Kategori
- Gündelik Yaşam
İşkembe, paça, kelle...
Bankada sıra bana gelsin diye bekliyorum. Sabahları bankaları bilirsiniz kalabalık olur, telefon faturası, elektrik, su ödemeye gelenler, kredi kartı borcu ödemeye gelenler, kredi kartı borcu ödemeye gelenler, yine kredi kartı borcu ödemeye gelenler. . . Para yatırmaya gelenler.
Toplum olarak otomatik ödeme talimatı vermeyi sevmiyoruz. İlla bütün işlemleri yüz yüze yapacağız. Bankalar reklâmlarında kendilerini paralıyorlar, otomatik ödeme talimatı verin, işlemlerinizi internet şubelerinden yapın diye ama haybeye! Bankaya gidince kendimizi daha önemli ve zengin hissediyoruz sanırım. Bu durumu sık sıkta kurduğumuz cümlelerde karşımızdakine belirtiyoruz.
“Geçen gün bankada ilkokul arkadaşımla karşılaştım. Bir sarıldık öpüştük. O da benim gibi kredi kartı mağduruymuş. . . Bir sevindik bir sevindik. . . Vallahi bankalara da çıkmasam kimsenin yüzünü göreceğim yok. Kaldıramıyoruz ki işten başımızı.”
Banka müdürü ve müdire’lerini de tanımak ayrı bir hava basma konusu. “Nasıl işim var o gün. Sıra beklemeden gittim, veznedeki kıza söyledim “çok işim var” diye. Numara almam gerekiyormuş. “Bak kızım dedim benim bu bankada trilyonlarım var. Hallet işimi ekmeğinle oynamayayım senin”. Oralı bile olmayınca. . . Doğru ikinci kata müdürün odasına. Müdür de kankim! Bir hürmet bir hürmet, kapıda karşıladı beni. . Yağlamayı da ihmal etmiyor tabi, yok “biz olmazsak bu şube kapanırmış da, onlar bizim sayemizde ekmek yiyormuş da kahvemi nasıl alırmışım da”. . . Çayı çorbayı boş ver dedim. Veznedeki kızın kulağını da çek! Dedim. . Sapla samanı birbirine karıştırmasın dedim. . . İlla böylemi yapmak lazım kız şimdi beni nerde görse önünü ilikliyor.”
“Gece yarısı telefon çalıyor hayırdır dedim bu saatte, baktım bizim banka müdürü, açtım “döviz yükselecekmiş de haberim olsunmuş” parayı dövize yatıraymışım. . . Tamam dedim oldu. . . Birde bozuk attım. Bizim kafamız sizinki kadar çalışmıyor. . . Sanki bu kadar mal mülk babamdan miras kaldı. Benim bir ay önceden haberim var dövizin yükseleceğinden. . Bakanlıktan arayıp haber vermişlerdi. . Severler sağ olsunlar.”
Bankada numaramı aldım sıra bana gelsin diye bekliyorum. Biraz ayakta durdum baktım olmayacak boş bir yere oturdum. Çok geçmedi, kırk, kırk beş yaşlarında şık bir bey girdi içeri, yanıma ilişti. Lacivert takım elbise ve beyaz gömlekten oluşan kompozisyonu kırmızı bir kravatla süslemiş. “ Ben neden böyle giyinmeyi beceremiyorum diye düşünürken inceden bir koku geldi burnuma, ulan ben bu kokuyu bir yerden tanıyacağım ama nerden? İnce koku önce kalınlaşmaya sonra ağırlaşmaya başladı. Ağabey, sırtını duvara doğru yaslayıp, bacaklarını da öne doğru uzatınca, rahatladı, midede problemli sanırım. Önce “gooorgh’ diye bir ses, arkasından dayanılması güç bir sarımsak kokusu. (Yıkılıyoruz) Şube boşalacak zannettim ama insanların işi var. . O anda lacileri çekmiş adam benim gözümde ağzından alevler çıkan bir ejderhaya dönüştü. Bir daha “hohlasa” alayımız kavrulacağız. . Ejderhanın yanını boşalttık tabii, kendimizce adamı karantinaya aldık!
Hamiş: Yazılarımın toplumsal mesajlar içermediği yönünde eleştiriler alıyorum. Üzülüyorum! İşte size toplumsal mesajın babası; İçmeyin demiyorum, Sabahları işkembe paça kelle! Sarımsağı az tutun! Kokusu kaybolsun. Esen Yelle . . .