- Kategori
- Öykü
İspinoz kuşu ve çarpık çam ağacı

Çok uzaklarda, kayalık bir adacık da, küçük bir çam ağacı yaşarmış.
Çok yaşlıymış.
Muhtemelen denizlerin ötesindeki bir ülkeden, dalgaların taşıdığı bir tohumdu. Mucize eseri olarak gelip tutunmuş bu kayalık adadaki ufacık toprağa.
Çelimsiz kökleriyle verimsiz adada besin aramış.
Tohum büyürken, kökü yaşama tutunmak için bulabildiği her toprağa sarılıyormuş
ama her zaman aç ve susuzmuş.
bu yüzden yaşlı olduğu halde uzamamış boyu.
Üstelik adada devamlı bir rüzgâr olduğundan
fırtınada küçük gövdesi kayalıklara doğru şiddetle itilip bedeni eğiliyormuş.
Kayalıkların dibinde çarpık bir şekilde büyüyebildiği kadar büyümüş.
Tepesi çok ince, iğneleri kısa…
Ne güzel, ne sağlam.
Çarpık, küçük, zavallı bir çam ağacı imiş o.
Bahar geldiğinde göçmen kuşlar uçarmış ada üstünden.
denizi geçerlerken, kanatları neredeyse dalgalara değermiş.
Yine bir bahar günü, bir grup göçmen kuş gelmiş adaya…
Adadaki yalnız çarpık çam ağacını gördüklerinde neşe içinde kanat çırpmışlar,
“Hey bakın,bakın... Şu adada bir ağaç var, demek ki kara çok uzak değil... Çok geçmeden orada olabiliriz.”
Çığlıklar arasında, biraz dinlenmek için çam ağacının dallarına konmuşlar.
Çam ağacı sanki çiçek açmış gibi süslenip renklenmiş kuşların kanatlarından.
” Şu küçücük kayalık adadaki çam ağacını görüyor musunuz,” diye cıvıldaşmış kuşlar.
“..Ne kadar şanslıyız ki o çam ağacının dallarında dinlenebiliyoruz.”
“ Ama ben sadece, ufak çarpık bir çam ağacıyım...”demiş açık yüreklilikle .
Bir yandan da , çelimsiz kuru dallarında kuşların büyük bir neşeyle dinlenmesinden mutluluk duyarmış...
Bu gibi durumlarda uzun gösterişli bir ağaç olmayı her zamankinden daha çok istese de.
gerçeğin acımasızlığıyla başı gün geçtikçe daha da eğilmeye başlarmış.
Kuşlar neşeyle sohbet etmiş onunla..
uzak ülkelerden haberler verip; oradaki çam ağaçlarının güzelliğinden, meyvelerinin bir çocuk başı kadar büyük olduğunu, çiçeklerin ve yapraklarının küçük bir güneş gibi parladığını, sahil boyunca sıralanmış birbirinden güzel ve renkli ağaçların günbatımıyla gizemli bir muhteşemliğe büründüğünü, ağaçların hafif bir meltemle nasıl da uğuldayıp ses verdiğini anlatmışlar.
Bizim çam ağacı da bunları can kulağıyla ve sessizce dinlemiş,
“Dünya muhteşem olmalı!” diye düşünmüş.
Kuşlardan en genci;
“Çam ağacı, dünya güzel ama hiçbir şey dallarında dinlendiğimiz senin kadar tatlı değil. Yorgun argın geldik. Denize doğru açılmak için yeteri kadar enerji topladık sayende.” demiş ve bütün kuşlar maviliklerin ötesindeki kara parçasına doğru kanat çırparak uzaklaşmışlar.
Çarpık çam, yine üzgün, yine yalnız tek başınaymış o kayalık adacık da.
Bir zaman sonra çam ağacının tepesinde birkaç küçük kozalak belirmiş.
Onlara ihtimamla bakmış ve bir fırtına çıktığında dallarını iyice sallamış ki, tohumlar denizin dalgalarıyla kıyıya kadar gidebilsin.
Orda bir toprağa kavuşabilsin.
Ne yazık ki hiçbir tohum adanın çevresindeki denizden uzaklaşamamış. Rüzgâr hiçbirini kıyılara kadar atamamış.
Sonraki senelerde de kozalaklarından birinin;
bir toprakta kök salarak, diğer çam ağaçları gibi güçlü ve gösterişli olması hayalini kurmuş.
“Ne olurdu! Kozalaklarımın bir tanesi, sadece bir tanesi , şu açık denizin ötesindeki kara parçasına ulaşabilse… Dünyanın öte taraflarındaki güzel çam ağaçları gibi olsa…”
Bu hayalin gerçek olması belki imkânsızdı!
Ama çam ağacı bunu o kadar istiyor ve de düşünüyordu ki,
açlığını, susuzluğunu bile unutur olmuştu.
Denizin fırtınalı zamanlarında, başını kayalığa iyice eğerdi. Eğildiği halde o gövdesi kırılmazdı.
Bir gün çamın tepesinde sadece minik bir kozalak varken, sürüsünden ayrı düşmüş tek bir ispinoz kuşu gelir adaya.O kadar yorgunmuş ki kanadını bile kaldıramıyormuş, kayalık adacığı görmezse suya düşüp boğulabilirmiş.
Çam ağacının dallarında oturup kanatlarını dinlendirirken
“ Ah ne kadar açım, bu küçük adada yiyecek bir şey yok mu”diye fısıldamış.
“ Ben de sadece bir tane kozalak var. Tohumları olgun olabilir..İyi gelecekse onu yiyebilirsin..” demiş çam.
İspinoz kuşu “ Sahip olduğun sadece bir kozalak mı ?” diye hayretle sormuş.
“Benim geldiğim ülkelerdeki çam ağaçlarının yüzlerce kozalağı vardır.”
“ Ben devamlı açlık ve susuzluk çekerken daha fazla kozalak yapmayı başaramam ki!”demiş çam ağacı.
İspinoz kuşu şaşırmış..“Sahip olduğun tek kozalağı bana mı veriyorsun?”
Çam ağacı “ Nasıl olsa rüzgâr kozalağı denize fırlatacak, sen yiyebilirsin.”
Ve çam ağacı, açmış kozalağı, ispinoz kuşu tohumları kolaylıkla ağzına götürsün diye.
Bu tohumlar kuşun açlığını gideremeyecekti ama hiç olmazsa karaya kadar uçmasını sağlayacak bir enerji verecekti.
İspinoz kuşu tam kanatlarını açıp göğe doğru yükselirken demiş ki:
“Çam ağacım, senin iyiliğine karşılık vermek istiyorum… Tohumları yemedim... Onu karaya taşıyacağım ve nerede güzel bir verimli toprak parçası görürsem, ağzımdan düşüreceğim ve muhteşem güzel bir ağaç orada büyüyecek.”
Ve ispinoz kara parçasına doğru gözden kaybolmuş…
Karaya ulaşınca da kursağında taşıdığı tohumları dikkatle toprağa bırakmış.
Ve o tohum orada çimlenip, kök salmış...
Uzak, kayalık adadaki yalnız ve çarpık çam ağacı artık dünyanın en mutlusuydu.
Hala aç ve susuzdu,
Hala fırtınalara karşı her gün biraz daha eğiliyordu
Ama artık hiçbir şey önemli değildi.
Uzaklarda olsa bile kendinden olan güzel bir çam ağacı büyüyordu…