Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '14

 
Kategori
Güncel
 

İsrail’e 1 verdiğini, 2 olarak geri alıyor

İsrail’e 1 verdiğini, 2 olarak geri alıyor
 

Mine Kırıkkanat,  “Kâr, Zarar, Gazze... adlı yazısında, İsrail devletinin yaptığı tek taraflı katliama kendi muhalifleri dâhil insan yüreği taşıyan herkesin isyan ettiğini belirttikten sonra, bu haksızlık ve zulmün yıllardır böyle pervasızca sürüşünün nedenlerine çok önemli bir parametreyi daha eklemiş, serbest piyasa kurallarını:

“Küresel kapitalizm, ülkeleri ve insanları tıpkı üretim ya da yatırım araçları gibi, “kim neye yarar, ne kazandırır” diye değerlendirir. İşte İsrail ile Filistin ya da Gazze arasındaki tercihi belirleyen bam teli de bu sorunun yanıtıdır.

Filistin ve Gazze’de sömürülecek doğal zenginlik falan yok. Bu yoksul topraklarda yaşam savaşı veren çaresizlerin, salt pazarına piyasasına değil, düpedüz dünyaya hiçbir katkısı yok. Tam tersine, küresel kapitalin sırtında bir “hayırseverlik” yükü, çünkü ekonomisi uluslararası yardımlardan ibaret. Dolayısıyla Filistin’in içler acısı durumu, kapitalist dünya için bir vicdan sorunu, bir haksızlık duygusundan ibaret. 
Oysa İsrail, küresel kapitalizmin gözbebeği, çünkü düzenin geleceğine yön veren bilimsel ve teknolojik buluşların merkezi. Evet, ABD para veriyor İsrail’e. Ama verdiği bir doları, iki dolar olarak geri alıyor. Çünkü İsrail, savaş silahlarından tıptaki devrim gibi buluşlara, başta ABD, tüm dünyanın vazgeçemeyeceği önem ve değerdeki Ar-Ge laboratuvarı.

İsrail, işte bu dehayı göstermeyi, bilim ve teknolojide dünyanın en ileri ülkelerinden biri, pek çok alanda da birincisi olmayı başardı.”

Mine Kırıkkanat’ın doğru olarak saptadığı gibi, BM ve NATO gibi uluslararası kurumlarının Batı egemenliğinde olduğu düşünülerek, İsrail’in Filistin ve de Gazze’ye yaptıkları elbette Hıristiyan Batı’nın emperyalist güç birliği çıkarları, Müslüman Doğu’nun da emperyalistlere hizmette sınır tanımayan Batıcı işbirliğiyle açıklanabilir. Ancak işin özünde, Amerika’nın İsrail’e verdiği her bir doları, bilim ve teknoloji alanlarındaki buluşları ve öncülüğünden ötürü, iki dolar olarak geri almasında yatıyor.

Aslında işe tersinden bakacak olursak da, Filistin ve Gazze’nin bizde siyaseten bu kadar ön planda tutulmasının da bir nedeni sembolik değerinden ötürü bölgesel güç senaryolarına hizmet etmesi ve genel olarak Müslüman mağduriyet algısını yüksek tutmasındandır. Bu yüzdendir ki, Irak’ta veya Afganistan’da ya da Türkmenlere karşı işlenen benzer haksızlık ve zulümler medyamızda ve özellikle de iktidar medyasında aynı yoğunlukta ve derinlikte yer almamaktadır.

İsrail-Filistin çatışmasında bir tarafta zalim olduğu kadar akıllı ve becerikli bir düşman yer alırken, diğer tarafta mazlum olduğu kadar akılsız ve beceriksiz politikalara kurban verilen bir dosttur söz konusu olan. İşin daha da acı tarafı, söylemde İsrail’e lanet üzerine lanet yağdıran İslam dünyası pratikte her alanda ve özellikle de tıpta soluğu tam da bu ülkede almaktadır. Bizde de kimlerin şifa bulmak amacıyla İsraillilerin kapısını çaldırdığını bilseler din kardeşlerimiz, çok ama pek çok şaşırabilirler. Aynı şekilde söylemde ultra dindar olanlar ve gözükenler, ilk yüksek maaşta İsrailli şirketlere kapağı atmakta beis görmemektedirler. Yine kimlerin İsrail ile ticari ilişkilerini çaktırmadan sürdürerek servetine servet kattığını kulları olmasa dahi, Allah elbette ki çok iyi bilmektedir.

Bayramda da ara vermeyen bombardıman sonucu yaralanan ve ölen çocukların görüntüleri artık dayanılacak gibi değil (bkz. Video/Galeri). Hele ki o küçük kardeşinin cansız bedeni karşısında o küçük ablanın o kocaman kederi yok mu, kahretti tek kelimeyle. Bizimkilerin o yaşlardaki halini ve tüm kıskançlığına rağmen kızımın kardeşine olan düşkünlüğünü görür gibi oldum. O acıyı o kadar derinden hissettim ki, gün boyu gözlerim doldu durdu. Tüm o çocukları arkama saklayıp, gereğinde dizlerimin üzerine çökerek İsrail’e yalvarmak istedim, daha fazla bombalamaması için - hem de ne pahasına olursa olsun. Çünkü şu andaki güç ve denge konumu onu gerektiriyor. Bu bombaları yağdıranlar kadar da, sırf mazlumluk duygusunu derinleştirmek için bu bombaların yağdırılmasını göze alanlara da lanet ediyorum.

Tüm bu sorunların üstesinden de güçlü olma söylemleriyle gelmek mümkün değil. Ben, bizim ve genelde İslam dünyasının bu ruh halini 9 yaşımdaki özlemime benzetiyorum. O zamanlar tek hayalim hostes veya manken olmaktı, ama hostes veya manken olmak istediğimden değil. Tek isteğim güzel olmaktı, bunun içinde hostes veya manken olmak istiyordum. Çünkü o zaman otomatikman güzel de olacaktım. Ülkemiz ve coğrafyamız da aynısını gözlemliyorum, bilimde, teknolojide ve sanatta ilerlemek yerine, kısa yoldan güçlü olmayı istiyoruz. Çünkü güçlü olursak, nasıl olsa bilimde, teknolojide ve sanatta da ileri olacağımızı varsayıyoruz. Sıcak parayla borçlanarak kalkındırmaya çalıştığımız inşaat ekonomisiyle de dünya ekonomilerine kafa tutabileceğimizi zannediyoruz. Hem de üretmeyerek ve devamlı tüketerek.

Ayrıca güçlü olma kavramını, karşısında yer alan herkesi aşağılama ve hakarete boğmakla da eş tutuyoruz. İftira ve yalanı da ekleyerek, bunu en mahir yapanı en güçlü olarak addediyoruz. Bu güç tutulması o hale geliyor ki, Nihal Bengisu Karaca’nın “Mahmud Abbas’a yapılan kabalık” adlı yazısında belirttiği gibi, Erdoğan için gözleri parlayan, onun çağırdığı her yere koşa koşa giden kitle, Abbas ilk cümlesini tamamlamadan masadan kalkıyor. Evlerine veya ikinci bir programa daha yetişmek üzere, hem de yayıla yayıla, gördükleri herkesle selamlaşarak, tanıdıkları herkese laf atarak, semada gevşek bir şekilde yayılan “kapı önü muhabbeti” gürültüsü yaratarak.

Genel olarak da çok tanıdık geldi değil mi?

Ancak siyaseten iş artık farklı nedenlerle tümüyle bir kişi kültüne dönüşmüş durumda. O kişi gidince, konuşmasının en önemli olan konusu ve konuğu olan kişinin de hiçbir önemi kalmıyor. Nihal Bengisu Karaca’nın da doğru olarak saptadığı gibi, gözleri Erdoğan için parlayanların gönlünde Filistin ve Gazze yok. Ama galiba para, mevki ve makam bolca var. Aslında onlar da kendilerine göre 1 verip, 2 alanlardan.

İlginçtir, bunun tam tersi olan durumlar da var, katıldığım mimari toplantılar gibi örneğin. Yazılarımdan da takip edebileceğinizi üzere, son derece ilginç konular ve konuklar söz konusu olan (bkz. http://www.akillibinam.com/author/zuhal/). Ama her şeyden önce gelen kitle yerli ve yabancı olmak üzere tüm konukların ilgisini ve de beğenisini topluyor, çünkü herkesi aynı ilgi ve sabırla izliyor. İş gün sonundaki saatlerde bile severek geliyor ve etkinliğe sonuna kadar katılıyor. Tabii ki bunlar en fazla 200 kişinin katıldığı küçük toplantılar. Ama sonuçta topluma ivme ve gelişme kazandıran da bu nicelikleri küçük, ama nitelikleri büyük kitleler oluyor.

Bu yüzden de sayısal değil, içeriksel özellikler bir ülkeyi ve bölgeyi güçlü veya güçsüz kılıyor. Yine bu yüzden CHP’nin gözü rakibine oy verenlerin sayısındayken, AKP’nin de gözü rakibine oy verenlerin niteliğinde. Bu bağlamda AKP 2 verirken 1 alabiliyor, CHP ise 1 verirken 2 alıyor. Ülke olarak da çıkmazımız burada yatıyor.

Ekonomide 1 verip 2 almadan, eğitim ve sağlığa da 1 verip 2 almanız mümkün olmuyor. İslam dünyası ise genelde ne yazık 2 verip, 1 veya hiçbir şey almamakla yetinmek zorunda kalıyor. Filistin ve Gazze ise hiçbir şey veremeden, bekledikçe bekliyor. Umutsuzca. Acıyla.

Mine Kırıkkanat’a bu önemli parametreye dikkat çektiği için teşekkür ediyorum.

Zuhal Nakay

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..