Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '09

 
Kategori
Dostluk
 

Issız bir hafta sonu

Issız bir hafta sonu
 

Bütün gece sürdü yağmurun sesi. Önce sessizdi, sadece hissediyorduk, sonra tıpırtılara dönüştü. Ve her uyandığımda ninni söyler gibiydi tıpırtılar… yüzümde belirsiz bir gülümsemeyle yeniden yeniden uyudum. Belki bu yüzden sesim gülümsüyordu, sabahın erkeninde arayanıma “Günaydın” derken. Ya da “arayanım var” diye gülümsüyordu kim bilir…

Köydeydik. Akhisar’a on beş kilometre uzaklıktaki Çerkezköy’de. İncir topladığımız zamandan bu yana geçen aylar soğuğu getirmiş, mart ayı ise ısıtamamıştı hala. Belki de bu yüzden cuma akşamüzeri köye ulaştığımızda ilk işimiz sobayı yakmak üzere odun-kömür aramak oldu. Alacakaranlıkta bulabildiğimiz kadar odun-kömürle sobayı yakıp geceyi kurtarmıştık ama ertesi gün ne yapacağımızın derdine düşmüştük çünkü “Anne”nin, bahçedeki eski evde bizim için sakladığı kömürleri bulmaktan ümidi kesmiştik. Bizden önce kalanların yaktığından emin olmuş, hatta gri hücrelerimizde küfür cümlelerini sıralamaya başlamıştık. Köyde kimseye haber vermeden, aylardır planladığımız gibi, kafa dinlemeye gelmiştik bu yüzden arkadaşın akrabalarına da gitmek istememiştik. Yoksa bir kova kömür bulmak işten değildi.

“Kumru sesine uyanmak… Hani şu; “guguk guguk” diyen kumrunun sesine. Etrafın aydınlığından, geç kaldım sanıp fırlamak yataktan. Oysa saat henüz sekiz bile olmamıştır.” Ölüdeniz’de, sıcağı hissederek uyandığım günlerde yazdığım bu satırları anımsadım, cumartesi sabahının erkeninde kumru sesine uyandığımda. Bahar havası vardı serinliğe rağmen, güneş değdiği yeri sadece ısıtmıyor ışıtıyordu da. Ama evin içi öyle demiyordu. Hazır güneşin dolduruşuna gelmişken, üşüdüğümüzü hissetmeden tekrar kömür arama çalışmalarına başlamakta yarar vardı ve az sonra arkadaşımın, örtüyü kaldırıp altındaki torbayı işaretle “Kömür!” diyen sesini duyduğumda sandım ki, maden bulduk. Bir gece önce bulamadığımız kömür, nerdeyse gözümüzün önündeydi; kara bir şeyi gördüğüme bu kadar sevineceğimi hiç düşünmemiştim. Keyfimiz yerine gelmişti.

Bir yandan çayı ocağa koyup öte yandan sobayı yaktık ve az sonra sobanın üzerinde nar gibi kızarmış ekmeklerimize tereyağı sürmüş yiyorduk. Yanında peynir ve zeytinle kahvaltıların en muhteşemini yapıyorduk; sevgiyle demlenmiş çayla birlikte. Köyde ise kimse yoktu sanki, sessizliğin sesini dinliyorduk; pencerenin önünde uzanan engin yeşilliğe dalarak. Yağan yağmurlara kucağını açan; “kitapsız bilen toprak” hiç nazlanmadan yemyeşil olmuştu.

Sonrasında el işlerimizi çıkardık, bir yandan güzel bir şeyler üretirken bir yandan sohbet ve sohbetimize eşlik eden sobanın üzerindeki çaydanlığın tınısı… Kaç saat sürdü bu keyif farkında bile değildik ama acıkmışlığımız “bayağı bir zaman geçti” diyordu sanki. Ve “Anne”nin bizim için hazırladığı domates soslu, karışık kızartmayla köfteleri ısıtmak pek zor(!) oldu hani. Yemekten sonra dışarıdaki güneş kanımıza girdi, her şeyi öylece bırakıp yeşillere dokunmaya çıktık. Papatya aradı gözlerim yeşilliklerde ama yoktu. Sadece güzelim kırmızılığıyla birkaç laleye rastladık, onları da koparmaya kıyamadık.

İşte bugünün gecesinde, sessizce başlayan yağmur, birkaç gök gürlemesinden sonra tıpırtılarıyla sabaha kadar sürdü. Ama sabah sanki “Ben masumum” der gibi, yerini güneşe bıraktı. Öğleye doğru, biz de onu güneşe bırakıp, şehrime dönmek üzere yola koyulduğumuzda ise “Nereye” der gibi, arkamızdan ağlıyordu.

Nice dingin pazarlara olsun, sevgiyle.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..