- Kategori
- İlişkiler
Issızlığın ortasında...
Duyar gibiyim:
“Adam gibi adam olmak, adam olmamakla ilgilidir. Adamı adam yapan cismi değil ruhudur”: Kurtiz
“Ey Türkler, Mustafa Kemal’in arkasından koşarken hedefiniz olan Akdeniz, vücudunuza ne kadar yakındı fark ettiniz mi? Belki de şah damarınızla kurşun arasında 1 cm uzaklıkta!”: ÇILGIN TÜRKLER
Yukarıdaki cümleler onların adına benim uydurmalarım… Tuncel bey değil de Turgut Özakman’ı tanıma fırsatı bulmuştum.
17 Ağustos depreminin ertesiydi. Ankara’da dairesine gitmiştik Özge ile! 10 yıldır mezun olamıyordu kız arkadaşım ve bu sefer tezinin %40’ı bana aitti: “Senaryo Yazım Teknikleri üzerine”! Bitirme tezinin son halini Turgut beye gösterecekti, çok sevdiği hocasına… Oysa ben kendisini tanımıyordum bile. Evine girdik. Çok fazla detay hatırlamıyorum sadece 4 duvarı kaplı bir kütüphanesi vardı . Evin yerini ne yazık ki hatırlamıyorum… Garip! Hocası beğenmişti; yanağıma bir öpücük kondurdu ve gözlerime anlamlı, anlamlı, baktı Özge!
Cinselliğin sınırsızlığını beraber keşfettiğimiz dönemlerdi. Anlamsız bir şekilde ailelerimiz bile tanışmıştı. Ben 28, o 24 yaşındaydı. Ben Zeus, o Afrodit’ti. Ben mükemmel İngilizce, o mükemmel Fransızca konuşuyordu. Ben bekar, o ise bir Fransız’la evli ve boşanmak üzereydi. Kedi-köpek gibi azgınca sevişiyorduk. Olimpos’ta tanımıştık. İkimizin de vücudunun en diri olduğu dönemlerdi. Ben kas üstüne kas, o ise kıvrım üstüne kıvrım. İlişkimiz ilk görüşte başlamıştı. Birbirimizi öncelikle fiziksel olarak keşfetmiş, sonrasında kesinlikle ayrılmak istememiştik. O bir kumral güzeli, ben ise sarışın. O kapkara gözlü ben ise masmavi!
Sevişmenin delişmenliğini, heyecanını, durduramazlığını ben Özge ile öğrendim. O güne kadar yaşadıklarım sadece güzel bir anı olarak kulaklarımda kalmıştı! Oysa onunla hiç bilmediğim bir yerde, çölde, gibi hissediyordum. Öyle ki o gelmeden oradan çıkmamın imkansız olduğu bir çöl! O ise oyuncuydu ve saklambacı seviyordu. Onu her bulduğumda, sonsuz bir biçimde ona susamış gibi, ona saldırıyordum. Onunla seyrettiğim her filmden öte manyak bir şekilde ve şuursuzca sevişiyorduk. Hem ben, hem o, bu işten korkunç hazlar alıyorduk. Çalışmadığım her dakika, uyumadığım her an, onunlaydım ve sevişiyordum. Hayatıma ilk defa ŞEHVET kelimesi girmişti. Aşka mı? Ne gerek vardı. Bulunduğumuz noktada aşk, cilvesi ve işvesi olmayan, kupkuru bir ayrıntıydı!
Depremin olması bizi durdurmaya yetmedi ve hatta sokaklara taştık! Utanmaz bir durumdu ve tüm ahlak reflekslerimiz yok olmuştu! İstanbul’da yaşıyorduk köpeğimiz Bulut’la beraber! Bizi birbirimizden ayıran en önemli unsur, benim onun yanında fakire yakın oluşumdu. Çıplakken sorun yoktu ancak giyindiğimizde, kılığımı ucuz buluyordu! Çünkü ben uluslararası markalar giymiyordum. Oysa onun kocası Fransa’da bir şatoda (chateaux) büyümüştü!
Aşk oyunlarımız sayesinde aylarca oyalandık. Sonrasında bir gün bizim eve bir kadınla geldi. Benim ona tarif ettiğim hayalimdeki kadının, fiziksel olarak aynısıydı. Nasıl oldu anlamadım kadınla yalnız kalmıştım. Niyeti de sezmiştim. Kadını bağıra, çağıra, kovdum evden! Ona çok hiddetlenmiştim ama sonuçta yine çılgınca seviştik!
Kader ağlarını örmüşse insana, yapılacak çok şey de yoktur! Ailelerimiz beraber yaşadığımızı biliyordu. Onun annesi beni sevmişti ve kızının nihayet doğru adamı bulduğunu düşünüyordu. Bizimkiler ise zaten ses etmemeyi öğrenmişti. Boşanma davasının görülmesine 4-5 ay kalmıştı. Özge bu süre zarfında kocasıyla sadece bir kez görüştü bilgim dahiline ve sadece 15 dakika sürmüştü.
Her Pazar Hürriyet İK’da bana daha yağlı bir iş arıyordu! Ben de, galiba, onunla olmayı kanıksamıştım. Hatta bir keresinde hamile olduğunu zannetmiş ve doğurmasına karar vermiştik!
4 ay geçmesine rağmen sevişmelerimizde herhangi bir azalma gözükmüyordu. Tersine daha da yoğun bir şekilde, artık daha tecrübeli sevişiyorduk. O Kandemir Konduk’un yazar kadrosu arsına girdi. Senaryo yazımlarına ben de yardımcı oluyordum, özelikle fikir açısından! Bir gün dedi Kandemir bey ile yemeğe çıkacağız. Dedim; “Niye ben de gelmiyorum?”
“İş konuşacağız; benim geleceğimi!”
Beni sürekli aramasına karşın evi terk ettiğimde saat sabah ikiydi. Sabah 4:30’ta mesaj atmış ve geldiğini söylemişti. Oysa ben evde yoktum! Ertesi gün tekrar görüştük. Ben anlayışlı değilmişim; onun geleceği için bütün bunlar şartmış. “Ne yaptınız” dedim; yemekten sonra diskoya gitmişlerdi. “Saçma” dedim, “Ne işiniz var?”
Ayrılmadık ama ben kafaca çok yorulmuştum. Her şeyden öte gerekçesi saçmaydı; “geleceğim için!”.
O gün sanatçı olmak istediğim son gün oldu. Özge ile geçirdiğim 6 ay boyunca, bu alemden doğru dürüst kimseyle tanışmadım. Anladım ki benim ahlakım sanatçı olmaya müsait değil ve fikir değiştirdim; hayatım boyunca sanatçı olmayacaktım!
Özge’ye gelince, onu terk ettim! Ne yaptı bilmiyorum…
Bir Pazar sabahı evden erkenden çıktım ve arkama dönüp bakmadım bile! Bugüne kadar da onu böyle anmadım. Ama Turgut Özakman ölünce aklıma direk Özge geldi.
Umarım iyisindir Özge…
ANIL
ÖNEMLİ NOT: İki büyük sanatçıyı kaybettik ama eserleri hep bizimle kalacak ve onlar hiç ölmeyecek. Ruhlarına El-Fatiha….