Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '09

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul Bienali Yaklaşırken

İstanbul Bienali Yaklaşırken
 

İstanbul Kanatlarımın Altındayken Mayıs 2009 / ezgi umut


İstanbul bu yıl Haziran'da esintisiyle tatlı bahar havası yaşatıyor akşamları. Gökyüzü berrak ve açık. Uzaklardan Kayışdağı'nın gerisinden de doğuyor mehtaplar, Sarayburnu'nda Gülhane Parkı'nın üstünden de, Kanlıca tepelerinden de. Şehir ışıklarının vurduğu bir gökyüzününün görüntüsü daha farklı oluyor, evrenin sonsuzluğunu filan düşündürtmüyor. Işıkların gözalıcılığında hep yaşamsal bir dinamizm saklı. Zaman ve olanaklar elverse sabahlara kadar tıpkı şarkıdakine benzer şekilde İstanbul'un bütün çayhanelerini dolaşmak geliyor insanın içinden. Evet ya çayhaneler, şöyle mis gibi kokan güzel demli çaylar...

Mistik derin konular gökyüzüne baktığınızda değil de artık, evinizde elinize kitap ve dergileri aldığınızda daha çok üşüşüyor. Geceleri belli bir saatten sonra serin esen rüzgâr, binayı soğutup, perdeleri uçuştururken, bilgisayarınızın başına geçip öykünüzü, şiirinizi ya da blog yazınızı hazırlamak da hoş oluyor doğrusu. Bakalım böylesi güzel havalar daha ne kadar sürecek. Temmuz'u var bu mevsimin bir de Ağustos'u. Sonra da Eylül gelir güzün. Aslında Eylül'de Ege ve Akdeniz kıyılarında olabilenlere ne mutlu. Yazın tutuşan kıyılar en güzel demlerini yaşar Eylüllerde. Eylül güneşi eğik gelir, nazik bir sevgilinin kavurmayan ılık fiskeleriyle dokunan tatlı sıcaklığıyla kemiklerinizi, kaslarınızı ve eklemlerinizi ısıtır.


Eylül ayında kıyılarda olmak güzel de bu yıl 12 Eylül'de başlayacak olan 11. İstanbul Bienali de güzel. İki yıl önce sahil kasabalarının deniz kokulu etkinliklerinden kendimi alamadığımdan biraz da şartlar nedeniyle İstanbul'a geç gelince 10. Bienali doğru dürüst izleyemedim. Son günü aceleyle gezilen mekanlar. Şükür ki fotoğraf makinesi var da yazıları sergiden sonra okuyabildim evde bilgisayardan. MB'de Galeri bile hazırladım. En çok üzüldüğüm de 2007 yılıyla beraber uğurladığımız değerli bir sanatçının Hüseyin Alptekin'in 10. İstanbul Bienal'i kapsamında Garanti Sanat'taki sergisini izleyememiş olmam. Hâlâ içime dert olur.


Zizek panelinde soru soran bir izleyici olarak dikkatimi çekmemiş olsaydı ve orada kim olduğunu sergilemeksizin sorduğu o müthiş felsefi soruları, davasına inacını ve azimini görmemiş olsaydım, farkında bile olmayacaktım, ne çalışmasını, ne de 1204 de Latinlerce el konulan Bizans heykellerini. İşte bazen böyle olur. Hiç tanımadığınız insanlar, hakkında ne düşündüğünüzü dahi hiçbir zaman bilemeden, öğrenemeden, gönlünüzdeki o sırça köşklerin unutulmaz konukları, kahramanları oluverirler üretkenlikleriyle, sanatlarıyla ve sorularıyla.


Kim bu filizof kişi demiştim Hüseyin Alptekin sorularını sorarken. Biraz geç aldığım Milliyet Sanat Haziran ( 2009) sayısında, Evrim Altuğ'un makalesini okurken yine anımsadım ve üzüldüm. Üzerinden neredeyse iki yıl geçti ve şansızlığa bakın ki o gün yedek pillerimi alamadığımdan tek kare fotoğraf dahi çekememişim. Panel söyleşisini de kaydedememişim. Hüseyin Alptekin'in sorusu değil hatırımda kalan ama o soruyu sorarken sergilediği tutum, heyecan ve coşku. Onu görmüştüm işte o müthiş coşkuyu, sanatına akan sanatını besleyen coşkuyu, bir de benim sormak istediğim sorulardı dile getirdikleri.


Sonra kahve molasında tanışınca sanatçı olduğunu ve Garanti Sanat'ta sergisinin hem de yeni bittiğini öğrenmiştim. Belki bir söyleşi de yapabilirdik. İstanbul sunduğu bu kültürel zenginlikleri ile 24 saati de uyumadan, gezerek, koşarak, çalışarak geçireceğiniz bir sanat diyarı benim açımdan.


Evrim Altuğ'un yazısından sanatçının adının tam olarak Hüseyin Bahri Alptekin olduğunu da öğrendim. Hüseyin Alptekin'i bir İstanbul yazısında anma nedenim bienallere ürün veren bir sanatçı olmasından değil sadece, aynı zamanda seçtiği konudan. Bugün Venedik'teki San Marco Bazilikası'nın cephesindeki dörtlü at heykelinini bilir misiniz? İşte o heykellere duyduğu müthiş saplantı, projesinin ilham kaynağı oluyor, Venedik Bienali'nde sergilenen H -fact adlı projesine.

NTV de yapılan röpotajını Alptekin'in kendi cümleleriyle bir daha aktarayım:


"1204 yılında Bizans’ın Haçlılar tarafından düşürülmesi sırasında buradan alınarak Venedik’e götürülen 4 tane Bizans heykelinin tarihiyle uğraştım. Serüvenleriyle uğraştım. Bu heykeller nasıl seyahat ettiler İstanbul’dan çıkarak. Onları geri getirmek istedim. Onları, alındığı yere koymak istedim. Ama bunlar son derece maliyetli iş ve kültürel miras, çeşitli ideolojik çatışmaların olduğu birşeydi."


Ne ilginç, ne gizemli, ne coşkulu. Ben de severim böylesi olguların izini sürmeyi. Bu iz sürme olsa olsa bir yazıya belki bir deneme ya da şiire dönüşebilir bende. Bir sanatçı, Hüseyin Alptekin gibi coşkulu bir sanatçı, çok daha fazlasını yaparak iz sürme sürecini de bir sanatsal yapıta çevirebiliyor. Latinlerce yerinden sökülmeden önce neredeydi bu Bizans heykelleri, atlar, nasıl ve hangi yollardan götürüldüler, kimlerin eli değdi o heykellere,kimler o uğurda yaşamlarından oldular? Şimdi Venedik'i süsleyen bu heykeller aslında Bizans'tan gelen mirasımız değil mi? Daha nice nice sorular akıyor usumda.



Evet ne diyordum.11. İstanbul Bienali, 12 Eylül -8 Kasım tarihleri arasında gezilebilecek. Sergiler belli başlı üç mekanda yer alacak. Bunlardan Salıpazarı'ndaki 3 numaralı Antrepo ve Tophane'deki Tütün Deposu, Bienalin yer aldığı klasik mekanlar oldular artık. Üçüncü mekan ise Şişli'deki Feriköy Rum okulu. Öğrencisi olmadığı için 2003 yılından bu yana hizmet vermeyen Feriköy Rum Okulu, 11. Uluslararası İstanbul Bienali aracılığıyla ilk kez bir sanat mekânı olarak kullanılacak.


11 İstanbul Bienal'inin başlığı da Bertolt Brecht'ten. Üç Kuruşluk Opera adlı oyunun ikinci perdesinin kapanış parçası olan "İnsan Neyle Yaşar?"


Bu yıl Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde izlediğim Bertolt Brecht etkinlikleri bu bağlamda çok ufuk açıcı olacak. Keşke zamanım olabilseydi de buradan geçen haftalarda izlediğim bir okuma tiyatrosu Yuvarlak Kafalılar ile Sivri Kafalılar adlı oyunu anlatabilseydim. yönetmenliğini Yılmaz Onay'ın yaptığı bu anlamlı oyunu. Bertolt Brecht üzerine bir sunumu da akademisyen Mediha Göbenli'den dinledik ve ertelendiği için programa katılamayan Yılmaz Onay'ın metni de okundu. Bunlardan önce Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları öğrencileri Nazım'dan ve Brecht'ten şiirler okudular müzik eşliğinde.


Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde ıhlamur ağaçları da tomurcuklanmışlar ve pıtır pıtır dutlar dökülüyordu başımızın üzerine. Sarı lambaların aydınlattığı bu bahçede, gece meltemi tatlı tatlı esiyordu İstanbul'da Bahariye'de.


ezgi umut

26haziran 2009

Katı olan herşey buharlaşırken bir bir

Hüseyin Alptekin atölyesinden veda etti dünyaya


http://www.iksv.org/bienal/bienal.asp?cid=98


http://nazimhikmetkulturmerkezi.org/pdf/NHKM%20YUVARLAK%20KAFALAR%20AFIS.pdf

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..