Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '07

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

İstanbul-St.Petersburg

İstanbul-St.Petersburg
 

Bu yazıyı yazalı iki yıl oldu:

KARGALAR ve MARTILAR

İstanbul’u çok seviyorum. Piter’i de seviyorum. Ben bir Ankaralıyım ama bu yazıda onun yeri yok. Burada İstanbul’un martılarıyla St.Petersburg’un kargalarını anlatmak istiyorum. Beşiktaş vapur iskelesinde ağzındaki çöp parçasıyla arkadaşını kovalayan martının Piter’de karşılığı pervazda ayağı kayıp sendelediği halde hiç istifini bozmayan kargaydı bana göre…Bembeyaz kar üzerinde avladıkları koca lağım faresini ortaklaşa yiyen kargaların İstanbul’daki karşılıkları vapurun arkasından atılan simit parçaları için koşuşturan martılar. Bence martılar mutlu, kargalar mütevekkil. Ha! İstanbul’un kargaları ve Piter’in martıları burada söz konusu değil, ama onlar da var tabii…İstanbul’un martılarının mutluluğu dünyanın en güzel şehrinde olmalarından, Piter’in kargaları ise tevekkülle kışın bitmesini bekliyor.

Dünyanın bütün şehirlerini görmedim elbette ama bellibaşlı bazılarını gördüm, ya da fikir sahibiyim. İstanbul doğasıyla en etkileyicilerinden hiç kuşkusuz. St.Petersburg ise insan eliyle oluşturulmuş en güzel şehirlerden birisi. Her iki şehir de insanları hakkında olağanüstü dışavurumcu…St.Petersburg yapıları aynen kadınları gibi süslü ve çok güzel. Irklarından gelen olağanüstü doğal güzelliklerini bir de son derece süslü püslü ve kadınsı giyinerek bezemeleri inşaatlarına da yansımış. Pencereler dantelimsi sövelerle donanmış. Zarif köprülerdeki lambalar adeta ince ve yüksek topuklu kadın ayakkabıları gibi…

Engebesiz arazisinde kilometrelerce ilerisini görerek yol alabilirsiniz.Gözünüzü çok hoş bir perspektif okşar. En büyük caddesi Nevski, her iki ucunda gösterişli iki kubbeyle başlar ve biter. Bu da bize cadde ve sokakların nasıl hesaplı bir projelendirmeyle oluşturulduğunu söyler gibidir.

Kril alfabesini bir miktar okuyabilen bir yabancı elindeki şehir haritasıyla ara sokakları bile gezebilir. Araba kullanmak ise bizdeki gibi cesaret işi. Ama bu, şehrin değil insanların oluşturduğu bir sorun. Rusça ‘’marşrut’’ denen dolmuşların çalışma şekilleri aynen bizdeki gibi. El kaldırılıp binilen minibüsde öndekinin omzuna dokunularak ücret ödeniyor, inilecek yerde seslenip durduruyor ve iniyorsunuz. İstanbul’dakinden tek farkı ayakta lebalep yolcu alınmıyor olması. Cadde ve sokaklar alabildiğine açık ve geniş. Apartmanların girişleri ise hiç belli değil, adeta depo kapısı gibi kapılardan önce rüzgarlık mahalline giriliyor. Çok içe dönükmüş izlenimi vermekle birlikte günün her saati sokaklarda yaşanıyor.

Kışın karanlık sabahları köpek gezdirenler öğlene doğru çocuk gezdirenlere bırakıyor yerlerini. Klasik bebek arabalarını süren hanımlar çocuklarıyla hiç laubali değiller, hatta kimi zaman ellerinde bir kitap okuyor oluyorlar. Bu durum kar yağışı altında da değişmiyor. Geceleri donmuş denizin üzerinde araba kaydırma sporu gece yarılarına kadar sürüyor. Hafta sonlarında denizin üzeri adeta bir panayır yeri oluyor. Düz zeminde ski yapmaya çalışanlar, rengarek paraşütlerle kayanlar, yürüyüş yaparken kafa çekenler, matkapla deldikleri buzun üzerinden balık tutmaya çalışanlar körfezin donmuş suyunda ilginç manzaralar oluşturuyor.

Neva nehrinin deltasındaki bu kentin her yanı su kanallarıyla dolu. Kışın bu kanal suları da donmuş oluyor.Yazın oldukça hareketli bu kanallar üzerinde teknelerle gezinti yapılabiliyor. Tabii kıyılardaki yapılaşmanın ihtişamı bu şekilde daha çok algılanıyor.

İstanbul’da ise vapurla karşıya geçerken insanın görmeye çalıştığı manzarada gözleri yaşarabilir.’’Görmeye çalışıyorsun’’ ancak, çünkü herşeyi birden görmen mümkün olmuyor. Öyle bir görsel/duyusal zenginlik varki insanı şaşırtan. Acaba diyorsun, yapılaşma bir de St.Petersburg’daki gibi olsaydı! Şu çirkin antrepolar olmasaydı, şu salaş yapılaşma olmasaydı, birbirinin üzerine abanmış gibi duran çirkin beton yığınları sıraya girmeyi bilmeyen insanlarımızı andırmıyormu! Arada cımbızla çeker gibi algıladığın Galata Kulesi etrafı arındırılmış olsa nasıl olurdu? Şu diğer yapıların ölçeğini küçülten Gökkafes yerinde bir yeşillik kümesi gerekmiyormuydu? Bütün kıyı silüeti Topkapı Sarayı çevresi gibi olmamalımıydı? Güzelim cami kubbeleri ve minareleri kıyı boyunca devam edip yer yer yalılarla ve yeşilliklerle bölünseydi, şu Boğaz’ın ihtişamı bizi daha çok gönendirmezmiydi? Neva nehrinin kışı da güzel yazı da…Boğaz’ın da…Akşamları ayrı güzel gündüzleri ayrı…

İnsana yaşama sevinci veren iki şehir.Çok büyük acılar görmüş geçirmiş iki şehir. Bizimki, öbürünün feminenliğine karşın çok maço. Yapılaşmadaki maçoluk kentin dokusundaki zarafet ve güzellik tarafından zaman zaman aşılmaya çalışmış. Tekdüze çirkin orantısız ezici binaların arasında birden bir güzellik göze çarpıyor. Narin, geçici, çok himayeye muhtaç…işte diyorsun bir kibritlik can…Piterin binaları ise narin, güzel, süslü ve kalıcı….

2005-İstanbul/St.Petersburg

 
Toplam blog
: 93
: 1712
Kayıt tarihi
: 12.12.06
 
 

Ununu elemiş, eleğini henüz asmamış bir ''Mimar''ım. Hep özel sektörde çalıştım. Yoğun çalışma yılla..