Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

İtalya-Fransa

İtalya-Fransa
 

2 saatlik uçak yolculuğumuzdan sonra Bologna’ ya vardık. Yağmur karşıladı. Otelimiz Roma’ da olduğu için Bologna’ dan otobüslerle yola devam ettik. Alpeni sıra dağlarını yüzlerce tünelle geçtik Karadeniz’i hatırlatan bir havası var bir tarafta yağmur çiseliyor yeşil ormanı da sis kaplamış ; Arno nehri üzerinden geçerek dünyaca ünlü Toskana şaraplarının yapıldığı uçsuz bucaksız üzüm bağlarını geçtik. 6 saatlik yorucu otobüs yolculuğundan sonra Roma’ ya vardık. Ve nihayet otelimizdeyiz. Gece geç vakit olduğu için odalarımıza geçtik.

Sabah kahvaltıdan sonra otobüslere binip Roma’ yı keşfe çıktık. Roma İstanbul’dan pek farksızdı Trafik keşmekeşi ve çevrenin kirliliği (çöp tenekeleri bomboş yerler çöplerle dolu) tarihi binaların etrafında çamaşır asılı evler İstanbul’ daymışız hissini verdi. İlk önce Vatikan’ a gitmeye karar vermişti rehberimiz. Ve Vatikan bütün ihtişamıyla bizi karşıladı. Katolik aleminin kalbi Vatikan’ın Roma’yı ikiye bölen Tiber nehrinin karşı kıyısında Roma İmparatorluğu’nun kurulduğu yerde olması en önemli özelliğidir. 44 Hektarlık bir alanda kurulmuştur. Dünyanın en küçük ülkesi sayılır. Ve İtalya’dan da bağımsız 900 nüfuslu bir ülke.

Görevliler Sen Pietro Katedrali’ ni gezmemize izin verdi. Vatikan’ da bazı yerlere vize almadan girilemediğinden biz de gezemedik (İtalyan’lar bile vize alıyorlarmış)Michel Ancelo’nun dizayn ettiği palyaçoyu andıran giysilerle muhafızlar var her yerde. Vatikan meydanı’ nı sütunlarla insanlığı adeta kucaklar gibi U biçimde inşa etmiştir Bernini. Sen Pietro Katedrali dünyanın en büyük katedrali unvanına sahip. 2.büyük Katedral Londra’daki Sen Pool Katedrali 3.Büyük Katedral Floransa’ daki Domo Katedrali ve İstanbul Ayasofya (konstantino olarak yazılı her yerde) Beş kapısı mevcut bu kapılardan birisi (Porta Sante) kutsal kapı ve 25 yılda bir açılıp 1 yıl açık kalırmış Katolikler bu kapıdan bir yıl Hacı olmak için giriş çıkış yaparlarmış. 1499 yılında Michel Ancelo’nun yaptığı Merhamet Heykeli (Lapiyeta) anlatılmaz güzellikteydi. Meryem Ana’nın kucağında Hz İsa’nın çarmıha gerildikten sonraki hali temsili resmi harikaydı. Bennini’nin yaptığı iki adet meleklerin taşıdığı vaftiz törenlerinin düzenlenen çeşmeler hala görevini yerine getiriyor. Michel Ancelo’nun inşasını tamamlayamadığı Büyük Kubbe de olağan üstüydü. 170 yılda inşası ancak bitirilebilmiş devasa Katedral’in(Katedrale İlk Papa Sen Pietro MS.64 yılında burada çarmıha gerildiği için adını vermişler) Şimdiye kadar 250 papa gelmiş ve her papa ölene kadar görev başında kalıyor.

Roma’da ki Diğer gezeceğimiz yer Venedik meydanı . Napolyon’ un sarayı ve Mussolini’ nin konuşma yaptığı sarayı gezdik resim molasından sonra Roma’nın kurulduğu Platino tepesine gittik. Romus ve Romulus ikiz kardeşlerin MÖ:753 yılında kurduğu Roma İmparatorluğu’nun kalıntıları karşıladı bizi. Gladyatörlerin dövüştürüldüğü Kolozyum (Coleseo) ışıklandırılmıştı. MS: 72 yılında Gladyatörlerin dövüştürüldüğü Arenayı gezdik İlginç ve korkunç öyküsünü dinledik.(ilk Hıristiyanları burada vahşi hayvanlara öldürttükleri öykü tüylerimizi diken, diken etti.)Roma’ya gidip de Aşk Çeşmesi’ne (Fontana Dimitri) ve İspanyol merdivenlerine gitmeden olur mu dediler ve gittik. Aşk Çeşmesi harikaydı dilek tutup para atanlar oldu 1735 yılında inşa edilmiş. Ancak İspanyol Merdiveni bildiğiniz alelade merdiven pazarlamayı iyi biliyor şu İtalyan’lar.

Çok yorulmuştuk ve akşam olmuştu otelimize döndük akşam Romantika’ ya gidecektik Romantik bir yemek ve canlı bir müzik bizi bekliyordu. Yabancı bir ülkede Diyarbakır’ lı Murat usta’ ya sipariş vermek harikaydı ve keyfimize diyecek yoktu. Gece geç vakte kadar eğlendik Harika İtalyan müziğiyle de ruhumuzu doyurduk otelimize döndük.

Sabah kahvaltıdan sonra Napoli’ ye doğru yola çıktık. İstanbul’ u aratmayan trafiğiyle isyan ettik ama biz yılmayız tecrübeliyiz. Trafik keşmekeşinden kurtulmak isteyen yerli halk motosiklet ve sukutur tercih ediyorlar. Motosiklet o kadar çok ki vızır, vızır kaynıyor etraf Ve motosiklet kullanan bayanlar dikkatimizi çekiyor. Şoförümüz Antonyo o kadar dikkatsiz bir şoför di ki oraya buraya çarpa, çarpa ilerledik Uzun bir yolculuktan sonra Napoli’ ye varıyoruz. Rehberimiz Sedat bey Napoli halkının geçim kaynağının hırsızlık ve yan kesicilik olduğunu söylediği için pür dikkat çantalarımızı kollayarak gezimize başladık. Uyarılara rağmen yine de kaşla göz arasında içimizden bir kaçının çantası gitti (rehberimizin çantası bile) hiç fark etmedik. Ancak çantalar lazım olunca anlaşıldı..Bu olay bizi çok üzdü Bir Avrupa Birliği üyesi olan bu ülke insanlarının geliri hırsızlıktan geçiyor olması hayret edici bir şey elbette hele, hele bizi aralarına almamaları çok ilginç.(hoş almamaları daha iyi ya)Konsolosluğa gidip yeni pasaport çıkartmak için saatlerce uğraştık ve gezimize geç başladık.

Trafiği gibi caddelerinin pisliği de çoktu adeta çöp tenekeleri boş yeler doluydu. Yani İstanbul’a pis diyenler laflarını geri bile aldılar. Şehir turundan sonra bir tarafta Vezüv yanardağı bir tarafta Napoli körfezi güzel bir manzara , en önemli tarihi kalıntıların olduğu Pompei’ye varıyoruz. Pompei Vezüv yanardağının eteklerinde kurulmuş zengin bir kent. Yaklaşık 2000 yıl önce yanardağın püskürmesiyle etrafa yayılan zehirli gazlarla yok olan 3000 kişilik bir kentin üzerine 7 metre kül kaplamış ve taşlaşmış bedenleri Görmek bizi hem çok hüzünlendirdi hem de merakla gözlemledik. Bir tane zengin erkek, bir tane uşak, hamile bir kadın ve bir tane köpek en ilginçlerindendi .Tuvalette otururken yakalanmış,yatakta yakalanmış taşlaşmış bedenler hüzünlendirdi Yere kapaklanmış hamile kadın şu anda oluyormuş gibi eliyle ağzını burnunu kapatmış karşımızdaydı. Bizzat kazı işlemlerine katılmış Arkeolog Guıde tarafından hazin öyküyü dinledik. Pompei’ nin 7 kapısı varmış ve halkın zenginliği ticarete bağlıymış.Biz Marina kapısından girdik .Alış veriş yapılan dükkanları,yaşadıkları devasa (3000 metre) zengin Aristokratların evlerini gezdik.Hem yazlık hem kışlık olarak ikiye ayrılıyordu evler çocukları için okul, ölüleri için mezarlıkları bulunuyordu . Hz.İsa’dan önce inşa edilen tarihi Bazilika (kilise) kalıntılarını gezdik .Bazilika önceleri yabancılar için Adliye Sarayı olarak kullanılmış ve Hıristiyan’ lığın kabulünden sonra kilise olarak kullanılmış.Anadolu’ da eski Yunanlılar zamanında Bergama’ da bir heykel okulu vardır. Heykelciliğe en uygun mermerleri Bergama’dan getirmişlerdir (Nakliyesi ne şekilde olduğu bilinmemektedir.) Halen kullanılan sulama tesisatı çok ilginçti. Kanalizasyona elverişli bölge olmadığı için at arabalarının yollarına oluklar yapılmış ve açık denize bağlanmış ancak üzeri açık olduğu için koku yapmasın diye o ilginç sulama tesisiyle her gün yıkayıp kokudan arınırlarmış.

Pompei ticaretle uğraştığı için zaman, zaman çok kalabalık olurmuş ve bir genel ev bile yapmışlar yabancılar için. Genel evin içindeki Freskler ve mozaikler biraz müstehcen olmasına rağmen çok ilginçti. Tarihi Hamamı gezdik. Taban boydan boya mozaiklerle kaplı. Üç bölümden oluşan hamam ilk bölümü soyunma odasında eşyaların konacağı raflar heykelciklerle bölünmüş, ikinci bölüm halkın bölüm , üçüncü bölüm de asillerin yıkandığı sıcak bölüm görülmeye değerdi doğrusu. Ve Kalıntılarda son durağımızdı.

Hüzünle ayrılıp Napoli şehir merkezine hareket ettik. Napoli’nin iki yüzü vardı eski binalarla ve çevrenin pisliğiyle dikkat çekiyordu fakir halkın yaşadığı yer. Şehir İstanbul’un gecekondu bölgelerinde ki yerleşim birimlerine benziyordu. Zenginlerin yaşadığı dünyaca ünlü Napoliten şarkılarının doğduğu yer Santa Luçia bölgesi nefisti görmeğe değer yerlerinden biriydi. Santa Luçia kalelerle çevrilmiş küçük bir sahili olan bir yerleşim yeri. Denizden gelen dalga sesleri arasında pizza yedik ve fotoğraf çektikten sonra marinadan ayrılıp ünlü yumurta (Kastelluçi) kalesine gittik. Opera binası ve tarihi Gabrinus kafeye gitmeden olmaz tabi. Viktoya tünelinden geçip şehir merkezine geldik. Çılgınca alış veriş yapılan şehir (gerçi her şey Türkiye’de var ama işte İtalya’dan aldım demek adına) Akşam yorgun argın otelimize döndük.

Roma’da son kahvaltımızı yaptıktan sonra otobüslerimize binip Floransa yolculuğumuza başladık.Çiçekler şehri Floransa’ya gidiş yolumuzda ilk çağlardan kalma Orte ve Orbieto kasabalarını gezdik.Hayret verici bir şey hala yaşayan insanlar var tarihi yerlerde. Ve Arno nehrini geçerek Rönesans’ın doğduğu kent Floransa’dayız nihayet. Rönesans sanatçılarının yaşadığı şehir en önemli şehirlerinden biri.Mikel Ancelo, Donetello, Rafella, Dante ve Leonardo Vinci gibi dünyaca ünlü sanatçılar yaşamış ve bir sürü eserler bırakmış. Kutsal Haç (santa kroçe) meydanı ve kilisesi harikaydı. 1295 yılında gotik sanatı ile yapılmıştır.Mimarı Frençeska’ dır. Bütün Orta Çağ sanatçılarının mezarı burada gömülmüştür. Floransa’nın ünlü Mediçi ailesi 300 yıl egemenlik sürmüş ve sanatçıları desteklemiştir. Mediçi ailesi Osmanlı’larla deniz ticareti yapmışlar. Şu anda bile Mediçi ailesinin Atlı köşk’ te sergileri bulunmaktadır. Michel Ancelo’ nun yapmış olduğu ünlü Davut Peygamberin heykeli ihtişamlıydı. Zamanımız kısıtlı olduğu için müzeyi gezemedik.Cumhuriyet Meydanı’nda Douma Katedrali ihtişamlıydı. (şu bir gerçek ki tarihi eserlerini mükemmel korumuşlar) 1434 yılında inşa edilen Douma Katedrali Gotik sanatıyla inşa edilmiş dört cephesi de mermer kaplı ve ince işçilik gözden kaçmıyor. Akşam olmak üzereyi ve yolumuz uzundu.Nice doğru yol aldık Floransa’yı geride bıraktık. Cenova’ya doğru ilerliyoruz.Alpeni dağları sağımızda, Akdeniz solumuzda bize eşlik ediyor. İtalya’nın Kuzeyi zengin insanların yaşadığı Güneyi ise fakir insanların yaşadığı yer fark o kadar aşikar ki görmemek elde değil. (tıpkı bizim doğu ile batı arasında ki fark gibi) 150 tane tünelden geçip.6 saatlik bir yolculuktan sonra Nice vardık.

Fransız Rivyerası’ nın başkenti Nice sanki siyah saten üzerine avuç, avuç elmas , zümrüt ya da yakut saçılmış bir gerdanlık gibi karşıladı bizi. Adeta büyülenmiştik ama çok geç olduğundan dinlenmek ve yarın için enerji toplamak için otelimize gittik. Sabah kahvaltıdan sonra ( bizim bol açık büfelerimiz özleyerek-meyve suyumuzu içtik) Çiçekler Bölgesi Nice bekle bizi geliyoruz deyip yola koyulduk. Renk renk mimozalara bayıldık. Önce Cannes ’ e gidiyoruz yarım saat sonra o meşhur film festivalinin yapıldığı sahildeyiz. İlk film festivali 1939 yılında planlanmış ancak 2.Dünya savaşı çıkınca yapılamamış ve 1946 yılında yapılmış. Cannes çok zengin bir kent olduğu için araçlar muhteşem, insanların kılık kıyafetleri İtalyanlardan çok farklı. Festival sarayını gezdik kırmızı halı yoktu ayaklarımızın altında ama kendi çapımızda meşhur olmuştuk bile . Uçsuz bucaksız sahil de yürüdük (bizim sahillerimizin yanında bir fazlalığı yok ya)

Ve tekrar Nice’ e döndük Nice M.Ö. 350 yılında kurulmuş kurulmuştur İngiliz soylularının konakladığı şehir çok güzeldi. Yürüyüş caddelerinde dolaştık. Melekler körfezi harikaydı. Kumsal da sere serpe yerlerdeydik. Karnımız kurt gibi acıkmıştı ama 6 gündür Pizza-Makarna yemekten(başkaca bir şey yiyemediğimizden zira domuz eti vardı her yemeklerinde) memleketimizin yemeklerini özlemiştik elbette ki yana yakıla dönerci aradık biraz zorlansak da sonunda bulduk Kalamış’ lı Taylan usta servis yaptı . Doyasıya yedik . Nice’ de son kez sahili turladık gece ayrı bir güzeldi.. Otelimize döndük çok yorgunduk. Gece Monako’ ya gideceğimiz için valizlerimizi hazırladık. Yola koyulduk.

Yol üzerindeki Orta Çağdan kalma Es kasabasındaki Parfüm fabrikasına uğradık. Parfüm imaliyle ilgili ve tarihçesiyle ilgili yetkililerden bilgiler aldık.. Tabi ki alış veriş yaptık. İlginç Bay Burunlarla sohbet ettik. Dünyada 300 tane Bay burun varmış ve işleri de parfüm koklamak en iyi kokuyu keşfetmek. 2 tanesi kadın ne kadar az değil mi ? Bay burunlar 7 yılda yetişip işi öğreniyorlar ne kadar zor bir iş olduğunu anlıyoruz yüzlerce parfümü ayırt edebiliyorlarmış.. Bir parfümün keşfi 3 yılda yapılabiliyormuş ve bay burunlar ancak günde 2 saat çalışabildikleri için zorluğunu kavrıyoruz. Bayanların dikkatini çeken yaşlanmayı önleyen kremler ilgimizi çekti elbette. İyi bir parfüm alüminyum şişede 7 yıl saklanabiliyor, cam şişede ise ancak 3 yıl saklanabiliyor. Aman Allah’ım ne kadar çok bilgi edindik.

Monako’ ya varıyoruz. Monako Cenevizliler tarafından kurulmuş bir şehir 1191 yılında kurulmuş ve 1297 yılından beri Grimaldi ailesinin egemenliğine geçmiş ve hala Prens Ranier yönetiminde Prens Ranier’,in sarayını gezdik görkemli bir bina . Monako stadına gitmeden olabilir mi? Türkiye’mizi temsil eden Galatasaray’ı andık (Bir Fenerbahçeli olarak) Hakan Şükür’ ün kulaklarını çınlattık. Monako 30.000 nüfuslu küçük bir şehir ve dünyanın en zenginlerini barındırıyor. Masal şehri sanki. Sen Nikılıs Katedralini gezdik Katolik Prenslerin mezarları var. Hiç kadın mezarı yok sadece Prenses Gres Kelli halk tarafından çok sevildiği için buraya gömülmüş.

Prens Albert tarafından yapılan (1911)Deniz Altı müzesini gezmeye fırsatımız olmadı. Akşam saat 6 dan sonra ziyaretçi yasak olduğunu öğrenince şok olduk. Bizde otele geri döndük Akşam kumar oynayacağız. (kim bilir belki de zengin olarak döneriz)

Tarihi Kumarhaneye gittik en güzel kıyafetlerimizi giyerek yine de sönük kaldık milletten. Denizin kenarında ki tarihi kumarhane gece çok güzel görünüyor ışıklandırmaları harikaydı. Ve hep birlikte makinelere tabiri caizse hücum ettik. Kimimiz ilk defa oynayacaktık (benim gibi) Rehberimiz Sedat’ tan bilgiler alıp oynadık kaç saat olduğunu bilmiyorum ama tabi ki kaybettik. Kumarda kaybettik ama Cafe de parı’ de dinlenip kahvelerimizi yudumlarken unutmuştuk bile. Otelimize döndük gecenin bir yarısı

Sabah kahvaltıdan sonra Portofino’ ya (saklı cennet) hareket ettik. 3 saatlik bir yolculuktan sonra Rapalle sahillerine geldik .Kartaca savaşında imal edilen ünlü Hanibal köprüsü’ nden geçip Santa Maria Lıguraya geldik. Çıplak Ayaklı Kontes’ in çekildiği sahilde dolaştık filmde ki deniz dalga seslerini dinledik. Porofino manzarası mükemmel olan bir yer küçücük ama ihtişamlı. Biraz dolaştık, alış veriş yaptık ve otobüslerimize bindik yorulmuştuk ama gözlerimiz bayram etmişti. İstikamet Verona.

Kuzey İtalya’ nın zengin şehirlerinden Parma En büyük ovası olan Po ovasından ve en büyük nehri Po nehrini geçiyoruz (Po nehri Torino’ dan doğup Adriyatik denizine dökülür) Zahmetli 4 saat yolculuktan sonra nihayet Verona’dayız. Verona’nı ortasından Adiga nehri geçiyor. Floransa’daki Mediçi ailesi gibi Verona’yı da Sceniker ailesi yönetiyor Sanatçılarına destek veriyor. Senyorlar meydan’ ında Romeo ile Juliet’in yaşadığı evleri gezdik (Romeo ve Juliet hikayesini Vinçensa yazmıştır ve Şhekspır sahneye koymuştur.)

Bra meydaanını gezdik .Roma’daki gibi ilk Hıristiyanları vahşi hayvanlara atıp Gladyotörlerle dövüştürdükleri Arenayı gezdik (bir de bize barbar derler) Tüylerimiz diken diken oldu. (bir de bize barbar derler) Sokak çalgıcılarından yükselen melodiler eşliğinde Capicino içtik. Ve şehri gezdik. 1885 yılında İtalya birliğini kuran Viktoriya Emmanuel heykeli her şehirde olduğu gibi burada da gözümüze çarptı. Sağanak yağmura yakalandık Erbe meydanı’nın 2000 yıllık geçmişi bekliyordu bizi. Erbe meydanını sağanak altında gezmek ayrı bir zevkti. Senyorlar meydan’ da ki Mezarlar çok ilginçti .

Gece çok yorgun olduğumuz için Venedik’teki otelimize geçtik. Yarına bıraktık O romantik şehri gezmeyi. Sabah kahvaltıda sabırsızdık Venedik bizi bekliyordu. (Venedik 118 tane adacıktan oluşuyor 150 kanal ve kanalları birbirine bağlayan 400 adet köprü ve 420 adet gondol var.) Adalar şehri Venedik barbarlar korunmak isteyen halkın saklandığı yer geliştirilip dünyaca ünlü bir yer haline gelmiş.En büyük taş köprü Riyalto köprüsü gondol ları seyretmek için çok uygun. Resim çekmeden de olmaz Köprünün öbür tarafı Pazar yeri Tıpkı bizdeki gibi işportalar mağazalar birbiriyle iç içe alış veriş yaptık. Altışarlı gruplar halinde gondola bindik kürekçilerin sanki karadaymış gibi rahat hareketleri önce korkuttu bizi ama çok romantik ve zevkliydi . Vapurotto ile Santa Marko’ya doğru yol alıyoruz. İç çekme köprüsü, (İdam mahkumlarının hapse giderken geçtikleri en son köprü ve hapiste gök yüzünü görmek için bir pencereleri olmayan odalara gittikleri için içlerini çekerek yürüdükleri köprü ) Dükler Sarayı ve Santa Marko Katedrali gezeceğimiz yerlerin başında geliyor.

Santa Marko Katedralinde altın varaklı mozaiklerle kaplı katedral nefisti. Ayasofya’ ya benzerliğiyle dikkat çekiyor. MS 811 yılında kurucu azizi Sanmarko (4 incili yazan) mezarı katedrale taşınmış Sanmarko’nun heykeli her yerde olduğu gibi burada da var. (Sanmarko katedrali 1060 yılında inşa edilmiş Yunan haçı şeklinde yapılmıştır. 1204 yılında İstanbul İstilasından gasp ettikleri (At heykelleri ve İznik’ten getirilen çiniler bizi üzdü) Sanmarko yortusuna denk geldik ve Kilise korosu halka açık müzik gösterisi yaptı ve tarihi kıyafetleriyle peruklarıyla gondol da gezinenler turistleri selamladı.Pazar ayinlerine rastladık Nöbet teslim törenlerini izledik. Çan kulesi de çok ihtişamlıydı. 1490 yılında inşa edilen Astroloji saati restore ediliyordu.

Ertesi gün turumuzun son günü . Pontasabine limanından Vapurotto ile Muruno ve Buruno adalarına gideceğiz. Kahvaltıdan sonra Valizlerimiz de alıp otobüsümüze bindik limana kadar gittik ve ilk önce Muruno adasına gittik. Cam işçiliği yapılan atölyelerde ilgin görüntüler aldık camın hikayesini dinledik. 1300 yıldır cam işçiliğiyle geçiniyor halk dünyaca ünlü şehir (Bizin cam işlerimiz onları aratmayacak cinstendir diye de düşünmeden edemedik)

Buruno adasında kırmızı evler dikkatimizi çekti küçük, küçük tek katlı evler çok şirindi. Dantel işçiliğinin yapıldığı yerlerin başında geliyor. Dünyaca ünlü danteller buradan pazarlanıyor. Dantel okulu var ve dünyaca ünle dantelanglezler üretmek üzere öğrenciler yetiştiriyorlar.

Buruno adası son durağımızdı ve uçağımız bizi bekliyordu. Ver elini İstanbul özlem duyduklarımız bizi bekliyorlardı kucakları açık. Benim Yurdum Dünyaya değer.

 
Toplam blog
: 74
: 832
Kayıt tarihi
: 26.12.06
 
 

Şiir yazmaya çalışan, müzik dinlemeyi seven, Fotoğraf çekmeyi seven, Doğayı ve içinde barındırdık..