Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '09

 
Kategori
İzmir
 

IV. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali Hüzünle Sunar

IV. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali Hüzünle Sunar
 

Geçen hafta caddede yürürken, o afişi görmeseydim, bu filmleri seyredemeyecektim. IV. Uluslararası işçi filmleri festivalinden bahsediyorum. Konak Belediyesi tarafından organize edilmiş.

Pazar günü Kıbrıs Şehitleri’ndeki kültür merkezinde ardı ardına 4 kısa film izledim. Hepsi de o kadar acıtıcı ve bi o kadar da gerçekti ki, hiçbirinde kurgu yoktu. Herhangi bir maden veya tekstil işçisi ile konuşsanız, size bunları anlatır.

Dün de Eşrefpaşa’daki kültür merkezindeki filmleri izlemeye gittim. Eee haliyle yürüyerek Eşrefpaşa semt sınırları içine girdim. İzmirliler bilir, burası kabadayıları ile ünlü hafif çakalımsı bi semttir. Öyle derler. Ben de gerçekten öyleler mi? daha bi dikkatlice bakayım dedim ve akabinde baktım da! Karşıdan boyu ancak omuzlarıma gelen bir şahsiyet geliyordu, hırkasını omuzlarına atmış, kollarını iki yana doğru açmıştı. Normalde kollarımız iki yana sarkık yürürken ellerimiz de sağ ve sol yanlara bakar. Fakat bu “bıdık külhanbeyi” şahsiyetin ellerinin üst tarafları önlere doğru bakıyordu bu da koltuklarının altına karpuz sığacakmış gibi kabarmasına neden oluyordu. Eğer merak ediyorsanız, ellerinizin üstü öne gelecek şekilde deneyin, nasıl kabarıyorlar, göreceksiniz.

Neyse sinemaya girdiğimde film başlamıştı ve karanlıkta kendime bir yer bulup oturdum. Allahım dünkü acıtıcı filmlerden sonra, bu film müthiş güzeldi. Bir kere yeşillik, sulak çok güzel bir köyde geçiyordu. Yaşlı bir nene 30 lu yaşlarda olan kız torununa köylerinin geçmişini gezerek anlatıyordu. Fakat bu gezerek anlatımlar sırasında dikkatimi çeken diğer olayın, nenenin kendi adımlarının ne kadar normal olduğu, torununsa onun adımlarına ayak uydurmak için bazen durduğunu bile gözlemledim. Zamanın yıpratıcılığı burada da ciddi olarak kendini öne çıkarıyordu. Nene 74 Kıbrıs savaşı öncesi yaşadıkları mutlu zamanları gülerek anlattı. Bu arada da köyde kim kiminle evlenmiş, kim kimden boşanmış, kim içkiciymiş kim kumarbazmış öğrendik. Amma velâkin Kıbrıslıların şivesini bilirsiniz. Bir şey anlamak mümkün değildir. Bir de nenenin “fışır fışır” konuşması eklenince durum giderek sıkıcı hal almaya başladı. Zaten tenha olan salondan millet birer ikişer hışımla çıktılar. Bana öyle geldi ki “eve gider babaannemin masallarını dinlerim daha iyi, bu nenenin anlamadığım şivesini sökene kadar, bir de kendi neneme ne çok haksızlık etmişim öfff nene kafa ütüleme” diyerek çıktılar. Bense nenemin masallarını özlediğim ve manzaraya göz koyduğum için oturup uslu uslu seyrettim. Manzarayı size nasıl anlatıyım bilmem ki? Şöyle olabilir mi?

Önde zeytin ağaçları arkasında yar

Sene 1946

Mevsim sonbahar

Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim

Dalları neyleyim…

…. ….. B.Rahmi / İşte bu şiirin güzelliği tadında bir manzara…

Bu arada sinemayı terk edenler arasında bazı kişilerin el feneri ile çıktıklarını gördüm. Bu hal onlara 99 Marmara depreminden kalmış olabilir miydi? Neden böyle düşündüm; hemen anlatayım; bir tanıdık vardı Marmara depreminin yıkımını izledikten sonra karyolasının başucunda -düdük, 1.5 lt.lik pet şişe suyu, el feneri- eşliğinde uyumaya başlamıştı. Biz ona güldüğümüzde, o bizi tedbirsizlikle suçlayıp kızıyordu: Ve biz onun bu haline daha da gülüyorduk, o daha da çok kızıyordu. Bir nevi gülme ve kızma zinciri oluşturuyorduk kendi aramızda.

Neyse neneden nereye geldim. Biz yine Kıbrıslı nenemize dönelim; Kıbrıslı nenemiz eski bir komşusunu ziyarete gitti. Yeşil tahta panjurlu ve tahta kapılı evin önünde oturup eski günlerden özlemle bahsettiler. Sohbetlerini yarım yamalak da anlasam, öyle hoşuma gitti ki; “ bana da bir sandalye atın ben de sizi dinleyeceğim” diyesim geldi. Onlar da o kadar misafirperverdiler ki, kameramana “ne çekip duruyorsun, gel macununu ye, çayını iç” diye fırça ile birlikte birkaç kez ısrar ettiler. Kameraman bu fırçalı ısrarlar karşısında dayanamayıp ağzının içi kalaylıymış gibi çayını iki fırtta çekip, macununu yedi.

Ben bütün bunları gülerek, hoşlanarak izledim. Fakat bir sahne vardı ki; yaprakları bol ağaç dalları arasından sızan güneşe bakarak “savaşın onları darmadağın, ne ev ne de bark kaldığını söyledi. Ailenin her biri bir yerlere dağılmıştı mecburen. İşte bu sahne insanda ne neşe bırakıyordu ne gülümseme.

Savaş çok kötü, savaşlar olmasın geyiği yapmıyacağım. Bunu herkesler biliyor ve istiyor. Bununla birlikte de neneyi şanslı olarak düşündüm. Hiç olmazsa gençliğinin, orta yaşlılığının bir bölümü mutlu ve güzel geçmişti.

Ya diğer kısa filmlerdeki insanlar, offf onlardan hiç bahsetmeyeceğim bile, hiç. Onlardan bahsetmemek onları görmezden gelmek değil elbette. Bir nebze olsun içinde duyarlılık taşıyan herkes zaten olan biteni görüyor ve görüyor, görüyor…

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..