- Kategori
- Güncel
İzmir’deki ‘casusluk davası’nda adalet tecelli eder mi?

Avukat Nevzat Güleşen...
59’u tutuklu, 357 sanıklı davanın duruşmaları 13-17 Ocak günlerinde aralıksız görüldü.
Ben 15 Ocak Çarşamba günü yapılan duruşmaya katıldım.
Herkese açık, çok rahat girilip-çıkılabilen bir dava salonu hazırlanmış. Saat 10:00’da salona girdim. İlk dikkatimi çeken, 250 kişilik mekânın büyük bölümünün boş olması ve az sayıdaki dinleyiciden birisinin de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu olmasıydı. Arka tarafta, sinema koltuğu gibi rahat koltuklardan birine oturdum.
Bir Denizci Albay (tutuksuz olsa gerek) savunmasını yapıyordu. Sızdırmakla suçlandığı “gizli” bilgilerin hiç de gizli olmadığını, hatta bunların birçoğunun internette gezdiğini, hafıza kartına hazırladığı belgeleri ekrana yansıtarak kanıtlamaya çalışıyordu. Sözleri hiç kesilmeden uzun uzun anlattı.
Albayın savunması bitince şöyle bir etrafıma baktım… Kocaoğlu ayrılmıştı.
Ondan sonra yine bir Denizci, bir Kurmay Yarbay geldi. Gizli belgeleri “Yunanistan’a vermek ve Yunanistan’la Türkiye’nin arasını açmaya çalışmak”la suçlandığını anladım. Savunmasını buna göre yapıyor, “müttefik olduğumuz, birlikte tatbikat yaptığımız, yardımlaştığımız bir ülkeyle aramızı niçin açmaya çalışayım” diyordu. O da hazırladığı hafıza kartlarını ekranlara yansıtarak, söz konusu belgelerin zaten gizli de olmadıklarını söyledi. Ayrıca, Yarbay, bu bilgileri hiç tanımadığı ve görüşmediği bir Üsteğmen’e vermek ve ona “bağlı” olmak, ondan “emir almak”la suçlanıyormuş. Bunları şiddetle reddetti.
Yarbay’ın savunmasını yaptığı sırada salona Mustafa Balbay ve Gazeteciler Sendikası Başkanı Atiila Sertel, 5-6 kişilik bir gazeteci grubu halinde girdiler.
Sonra sanık avukatlarından Nevzat Güleşen söz aldı. Hem duygu dolu, hem de mizahî bir konuşma yaptı. Zaman zaman ekrana Hülya Avşar’ın, Kemal Sunal’ın resimlerini yansıttı, suçlamaların bir “komedi” olduğunu söylemeye çalışıyordu. Mahkeme heyeti hiçbir müdahalede bulunmadan sadece dinledi.
Duruşmaya ara verildi.
Tutuklu sanıkların olduğu bölüme yaklaştım. Balbay ve yanındakiler onlarla görüşüyordu. Çok yakından konuşabiliyor, kitap, gazete verebiliyordunuz. Arada sadece bel hizasında madenî bir korkuluk vardı. Tutuklu sanıklara yakınları sarılabiliyordu.
Yanıbaşımda, kısa boylu, başörtülü bir kadın vardı. Kim olduğunu sordum. “Narin’in annesiyim” dedi… Narin Korkmaz, Mayıs 2012’de, bazı gazetelerde “fuhuş ve casusuluk çetesi”nin reisi olmakla suçlanmıştı. Tutuklu olarak yargılanıyor.
Kadına, “Narin Hangisi?” diye sordum. Gösterdi. Ufak-tefek bir kız.
Annesine, “Peki, dedim, kızınızın subaylarla yakınlığı, ilişkisi nereden geliyor?”
“Benim kızım, subay olmayı çok istiyordu, subaylığa hayran… Fakat kısa boylu olduğu için subay olamadı. Benim kızım kısa boyunun kurbanı!”
İçi yanan bir anne, ben de daha fazla deşemedim. Bir ara Balbay’ı kolundan çekip, “Sen kurtuldun, bunları da kurtarın” diye çıkıştı. Balbay da gülümseyerek, “uğraşıyoruz” dedi.
x x x
KADINLARIN SUBAYLARLA İLİŞİĞİ!
Bu soruşturma haberini ilk okuduğum günden beri kafamı kurcalayan husus; “kadınların subaylarla ne işi, ne ilişkisi vardı?” sualiydi.
Davada geçen “fuhuş” ithamı ne derece gerçekçiydi?
Bu soruların cevabını alabilmek için dikkatle gözlemlemeye çalıştım.
7-8 tutuklu kadının hiçbirinde, o “yolun” yolcusu olduğuna dair bir emare göremedim. Bu arada, Narin’in annesi, bir kadını gösterip, “Bu üç çocuk annesi” diye bilgi verdi. Herkesin birbiriyle görüştüğü, yakınlaştığı “ara” esnasında hiçbir kadının tutuklu-tutuksuz erkek sanıklarla görüştüğü görmedim. Duruşma esnasında da, tutuklu kadınlar ve erkeklerin birbirine mesafeli, adeta haremlik selamlık gibi oturduklarına dikkat ettim.
Yani kadınlarla subaylar arasında, Narin’in annesinin söylediklerinden başka bir irtibat kuramadım, bulamadım.
x x x
DURUŞMANIN İKİNCİ BÖLÜMÜ
Bu bölümde, Ankara’dan gelen tutuksuz sanık, Astsubay’dan Subaylığa geçen, “bilişim uzmanı” bir Jandarma Üsteğmeni savunma yaptı. Ekranda dokümanlar göstererek, sahte “dijital belgeler”le suçlandığını savunuyordu. İlginç bir bilgi verdi: Sanıklar, toplam 2.500 kadar belge sızdırmakla suçlanıyorlardı ve bunun 1.057’sinin, bilgisayardan çıktı saati, dakikası, saniyesi aynıydı. Türkiye’nin her yerinde, hatta yurtdışında görevli sanıklar aynı tarih, saat ve saniyede bu kadar bilgisayar çıktısı almışlardı!
Üsteğmen de, Yarbay ve Albay gibi suçsuz olduğunu, beratını talep etti.
Birkaç avukatın soruları ve Üsteğmen’in cevaplamasından sonra duruşmaya tekrar ara verildi.
x x x
ADALET TECELİ EDER Mİ?
Yirmi aydır süren bir davanın sadece yarım günlük duruşmasına tanıklık ettim. Elbette değerlendirmelerim de olayın bu küçük bölümündeki gözlemlerime göre olacaktır.
Sanık sayısı çok fazla olduğundan, davanın uzun sürmesi kaçınılmaz.
Baştan beri mevcut olan tutuklulukların sanıkları mağdur ettiği kanaatindeyim.
Savunma haklarının sınırlamasız kullanıldığı, konuşmalara müdahale etmeyen bir mahkeme yönetimi gördüm. Oldukça adil bir duruşmanın yapılmasını sağlayan bu mahkemenin, uzun tutukluluk sürelerini de gözden geçireceğini ümit ediyorum.
Böyle bir mahkemede adalet yerini bulur gibi gözüküyor.
Aynı şeyi, Haziran 2012’de, Silivri’de izlediğim “Balyoz davası” duruşması için söyleyememiştim.