- Kategori
- Aşk - Evlilik
Kaçamak ilişkiler

Kaçamak İlişkiler
“Yarım kalmakla ilgili bir not gönderiyorum”, dedi. “Okuyunca bakalım ne diyeceksin.”
Gönderdiği metin ise aynen şöyleydi:
"İç huzuruna kavuşmanın yolu, başladığınız işleri bitirmektir. Evde etrafıma bakındım ve başladığım fakat bitirmediğim her şeyi gördüm. Böylece, bu sabah evden çıkmadan önce şunların hepsini bitirdim: Yarım şişe kırmızı şarap, yarım şişe beyaz şarap, yarım şişe Bailey's, yarım şişe Johnny Walker Whiskey, yarım şişe rakı, yarım kutu Prozac, yarım üzümlü kek, yarım paket çikolata. Kendimi ne kadar iyi hissettiğimi bilemezsiniz.”
Süper dedim. Benimde yarım kalmış o kadar çok işim var ki. Mesela öpmediğim kızlar. Büyük kayıp değil mi?
“Demek yarım kalanların başında geliyor bu, yazık”, dedi. “Çok yazık.”
Onunla günlerdir konuşuyorduk ve çoğu zaman konumuz aldatmakla ilgiliydi. Bana ne kadar çok örnek verse de çevreden, ben buna sürekli karşı çıkıyor ve durumun o kadar da kötü olmadığını, hiç aldatmayanlarında çok daha fazla olduğunu, sevenin buna gerek duymadığını savunuyordum.
“Etrafınıza bakın”, dedi emin bir şekilde. “Aldatmayan adam sayısını gösterin bana. Hayata geçirmeden kafasından geçiren insanları görmediniz mi hiç? İllaki temas mı gerekli? Ben evlenirsem ki, çok istiyorum evlenmeyi asla buna ya da bunlara müsaade etmem ama sanırım böyle düşündüğüm içinde evlenemeyeceğim.”
Hayır, böyle düşünme dedim.
“Doğru ama”, dedi. “Onlarca insanla tanıştırıyorlar beni evlilik için ve bu konularda sohbete başlayınca her şey bıçak gibi kesiliyor, ben bu zamanın kadını değilmişim, öyle diyorlar.”
Bana evli olan bir aileyi tanıdığını, kadın ve erkekle çok iyi dost olduklarını ve adamın kendisini sırdaş edindiğini, her şeyini kendisine anlattığını söyledi.
Sende gözü olmasın, bu adamın, bu yalancı adamın dedim.
“Yok, hayır yok”, dedi. “Böyle olsa anlardım.”
Peki, buna karşı çıkıyor musun, dedim. Aldattığını biliyorsun, buna karşın yine de çok iyi dostum diyorsun, bu çelişki değil mi?
“Ama bu karşı çıkmakla da ilgili değil, artık çoğu insan bunu ilişkilerini uzun vadeye yayabilmek olarak görüyor. Dün yine bir arkadaşımla konuşuyordum, sanatçılar gibi davranmaya başladım, dedi, nasıl yani dedim, eskiden göz açtırmıyordum kocama şimdi özgür bıraktım ve bana karşı daha da ilgili oldu, hiç hayır kalmadı. Sen şimdi aldatıyordur diyeceksin ama yüzde yüz eminim aldatmıyor fiilen, beyinde mutlaka ama fiilen asla. Bir röportajda beraber okumuşlar, 'dışarıda acıkır, evimde karnımı doyururum' diyormuş ünlü bir reklamcı, şimdi sürekli bu cümleleri tekrarlıyorlarmış ve yıllardır olmadığı kadar huzurlu bir hayatları varmış.”
Peki, dedim. Sordun mu o yalancı adama, kendi yaptığını karısı yapsa bunu kabul eder mi?
“Sordum ve tabii ki kabul edemedi, yapamaz, yapmaz dedi ama ya yaparsa arasına da sıkıştı. Tipik erkek örneği ama gerçekten eşi de yapabilecek son kadın bence. Hala deli gibi seviyor eşini.”
Peki bunu nasıl açıklıyor neden yapıyor o zaman?
“Tıkanıyormuş bazen” dedi. “Yapmazsa olmazmış, nefes alamıyormuş.”
Peki, söyle ona, dedim. Aynı şekilde karısı da nefes alamaz olunca başkasıyla birlikte olsun bakalım, bak bakalım o zaman o adamın yüzüne kabul edecek mi?
“Sormam ve karışmam”, dedi. “Asla karışmam ilişkilerine, ikisini de ayrı seviyorum, ikisi de hayatından memnun. Evliliklerde üçüncü kişi her zaman en kötü kişidir, ne yapmak istese de.”
Sence bu önemli mi?
“Sanırım insanlar için önemli”, dedi. “İlişkiler rutinleşmeye başlayınca yeni bir heyecan için aldatmalar devreye giriyor. Başkasının kokusu, tadı, teni daha çekici geliyor ama bir süre sonra bakılıyor ki eski tadı hala damağında kalmış. Yani aldatmak gel-geç oyununun bir parçası haline geliyor.
Çok istisna gibi bazen de, gelip geçememe durumu, zaten daha önceki ilişkide yaşanılanlar tüketildiği için açlık doyurulması uzun sürüyor, sonra da geçiyor.”
Bu bir cinselliğin eksikliği mi?, dedim.
“Hayır eksik değil, tam tersi belki de, yalnızca başka bir tenin, yasak olan bir şeyin kokusunu hissetmek ihtiyacı devreye giriyor anlattığı kadarıyla. Çok üzücü ama başka türlü nefes alamıyor, nefesinin sıkıştığı zamanı artık bende anlayabiliyorum sesinden ve ne yazık ki eminim eşi de anlıyordur. Çok da naif ve kırılgan bir kadın eşi, çok da hassas ama hala sevgisini yenememiş, o sevgiyi nefrete ya da aldırmazlığa çeviremiyor. Sürekli mücadele ediyor ama aslında karşısında mücadele edeceği bir şey olmadığını göremiyor.”
Ne zaman birlikte otursak hep neşeliydi ama neşeli olduğu kadar da içinde bir yalnızlık olduğunu sezdim. Senin de var içinde, gözlerinin ardında yalnızlık çeken bir yürek sızısı, dedim.
“Demek fark ettiniz”, dedi. “Neşeli sohbetin arkasında oluşan sessizliğin bir hikâyesi olduğunu. Hâlbuki çok iyi sakladığımı sanıyordum yakalanmışım. O hikâyeyi bir gün size anlatacağım, genel hatlarıyla konuştuk ama detaylarda önemli değil mi?”
Doğru söylemiş, inkâr etmemişti. Yanımdayken ne kadar neşeli görünse de o neşeli, o cıvıl cıvıl yüreğinin bir yerlerinde yalnızlık çeken bir yani vardı. Tanırdım böyle acı çeken insanları. Ve bir çoğu inkâr ederlerdi söylemekten çekinirlerdi. Yürekli kızmış, inkâr etmedi, söyledi. Bir nişanlılık devresi geçirdiğini söylemişti. Belki de aldatılmıştı! Yalan söylenmişti kendisine, kandırılmıştı belki de. Çok sevmiş, sevgisine karşılık bulamamıştı.
Ben bunu yaşamadım, dedim. Aldatmalar yaşamadım. Böyle bir yaşamım olmadı, neden acaba? Seven neden aldatsın ki? Çok mu önemli bir başka koku? İnsan sevmeden nasıl birlikte olur bilmiyorum.
“Demek ki böyle bir şeye ihtiyacınız olmadı. Bu biraz hırs, biraz ihtiyaç, biraz da şımarıklık sanırım. Önümde süper bir başka örneğim daha var bu konu ile ilgili, bir gün size uzun uzun anlatırım, neler yaşadığını. Benimle paylaştığında korkunç öfkelenmiştim ama sonra hayatını bu şekilde sürdürebildiğini, kendini böyle adapte edebildiğini gördüğüm zaman bana çok ters gelse de onu öyle kabullenip, dostum haline getirdim. Çünkü çok uzun yıllardır bunu yapıyor ve neden sonuç ilişkisine bakmıyor.”
Demek ki yanlışta görsek bazı şeyleri kabul edebiliyorduk.
Bize ters gelse de, karşısında olsak ta bunu yapanlarla iyi dostluk kurabiliyorduk.
Biz en çok bize yakın olanlarla içimizde eksikliğini hissettiğimizi insanları seviyorduk. Bu karşılıklı bir duyguydu. Durgun olan yaşamımız heyecanlı yaşama, heyecanlı olanda durgun ve sessiz bir hayata özlemini içinde taşıyordu.
“Evet denemek gerek”, dedi. “Denemeden insanın aklında kalıyor sonra pişmanlıkları yaşamaktansa fırsat varken değerlendirmek en iyisi. Ben artık ona karar verdim, bir şeyler için fırsatım varsa değerlendiriyorum, çok kararsız kalmıyorum.”
Kararlı bir yapısı vardı.
Doğruydu. İstediğimiz kişilerle istediğimiz her şeyi yapmaya ancak kendimiz karar verirdik. Ve bu kararımızı sorgulamaya hiç kimsenin yetkisi yoktu. Düşlerimizdi bizimdi yaşadıklarımızda.
Onunla konuşurken internet ortamında ulaşan aşkla ilgili notlar aklımdan geçiyordu. Aşkın tanımı güzel yapılmıştı:
“Yan yana duran iki benzer noktanın, farklı bir şeyler bulma umuduyla ayrı yönlere doğru hızla yol alıp bir şeyler bulmaktan ümidi kestikleri yerde, birbirlerini yeniden görüp de en iyisi beraber takılalım demelerine mantık evliliği denir.
Evrende yalnız dolaşan iki noktanın şans eseri çakışından sonra noktalardan birinin yeniden buluşmak için geri dönerken diğerinin yoluna devam etmesine platonik aşk denir.
Evrende yalnız dolaşan iki noktanın şans eseri çakışmasının ardından yön değiştirerek yeniden buluşmasına aşk denir.
İç evrende ışık saçan iki noktanın hızla küçülerek aniden gözden kaybolmasına mutsuzluk denir.”
Bunları zaman zaman hepimiz yaşıyorduk.
Bizim hangi tanıma girdiğimizi ise bilmiyordum...
Sadece bildiğim bu tanımların dışında çok iyi bir dostluğumuz vardı...
(2006 )
Yazar: Mustafa Çifci- www.mustafacifci.com
Not: Bu eser Mustafa Çifci’nin kitabından alınmıştır. Telif hakkı yazarına ait olup, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamında her hakkı saklıdır. Yazarın yazılı izni alınmadan kopya edilmesi, çoğaltılması, dağıtılması, özet olarak belli bir bölümün başka yerlerde yayınlanması yasaktır.