- Kategori
- Dünya
Kaddafi'yi katlettik Libya’ya demokrasi getirdik.

Irak ve Afganistan derken sıra petrolün üstünde oturan diğer arap dünyasına demokrasi ve insan hakları getirmeye kalmıştı. Onlarda demokrasiden paylarını almalıydılar. Birileri karar verdi ve bir anda rüzgar esti artık Kuzey Afrika’ya bahar gelmişti. Adına da Arap baharı denmişti. Meydanlar hınça hınç insan doluydu. İşin tuhaf yanı ortada lider falan yoktu. Bu görev birilerine verilmek zorunda kalındı. Ama binlerce demokrasi talep eden aydın olduklarını iddia eden insanlar vardı. Hatta bazılarını halk ve dünya yeni tanımıştı. Bu yüzler dünya medyasında birden meşhur olmuşlardı.
Önce rüzgâr Tunus’ta esti, her yer demokrasi ve özgürlük isteyen insanlarla doluyordu. İnsanların yüzlerinden demokrasiye ne kadar aç oldukları da okunuyordu. Zaten bu demokrasi hareketini de başta AB’de olmak üzere sadece bazı ülkeler destekliyordu. Tunus Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin Ali direnmiyordu, söz dinliyordu. Şanslıydı bavulunu alıp ülkeden kaçıyordu. Şimdi Tunus’a demokrasi gelmişti, ülke birden zenginleşmişti, hiçbir ekonomik ve sosyal sorun kalmamıştı. Artık seçimler bu ortamda huzur içinde yapılabilirdi.
Artık rüzgara demokrasi götürecek gidecek yön arıyordu. Sıra Mısır’a geliyordu. Mısırda Mübarek seçimle iş başına gelmesine rağmen diktatörce davranışları nedeniyle rahatsızlık yaratmış, Mısır halkını karşısına almıştı. Artık eskimişti, gitmeliydi, ailesinin sahip olduğu şaibeli mal varlığı, yaşam tarzı sona ermeliydi. Aslında bu sözler yerinde idi. Dünya siyasetine yön veren bazı ülkeler için Mübarek’in kullanım süresi dolmuştu. Getirildiği gibi götürülmeliydi, saltanatı sona ermeliydi. Demokrasi ve insan hakları Mısır’a da gelmeliydi. Ülkede yoksulluk ve sefalet sona ermeliydi. Mübarek geleceği gördü, getirenlerin götüreceklerini de anladı. Biraz direnir gibi oldu, ama sonunda pes etti ve tutuklandı. Bir anda çok tehlikeli bulundu mahkemeye sedye ile getirilirken bile kaçar diye dünyaya da göstere göstere demir parmaklıklar ardında geldi. Onun hasta hali bile tehlikeli bulunuyordu. Cezasını çekmeliydi. Ama o gidince yönetim bu defa demokrasinin gereği olarak askere verildi. Artık sorun bitmişti Mısır’da halk Mübarek’ten kurtulmuştu. Askerler yönetime gelmişti. Demokrasi aşkı ile çalışmaya başlamıştı. Ama ne olduysa ülkeye demokrasi gelmesine rağmen bu defa Hıristiyanlarda ayaklanma ihtiyacı hissetmişlerdi. Tahrir meydanı daha önce olduğu gibi demokrasinin göstergesi haline gelmişti. Hırıstiyan grupları demokrasi aşığı Müslüman gruplar destekliyordu.
Demokrasi rüzgârı Mısır’da işini tamamlamıştı. Sırada Libya vardı. Diktatör Kaddafi küstah ve sınır tanımaz tavırlarıyla zaten dünyayı karşısına almıştı. İktidara geldikten sonra güçlenmiş, yabancı şirketlere başkaldırmış, ülkede petrol başta olmak üzere her şeyi devletleştirmiş, gelirleri halk ile paylaşmanın yolunu seçmişti. Ülkede hastane, eğitim, belediye hizmetleri parasız olmakla birlikte bir miktar akaryakıt bedava idi. Üstüne üstlük bireylere petrol gelirlerinden de pay verilmeye başlanmıştı. Halkın ekonomik olarak bir sorunu görünmüyordu. Her yeri sömüren ülkeler Libya’yı sömürme imkanı bulamıyor, petrolden pay alamıyordu. Ülke her geçen gün imar ediliyor. Ama her şeyin hakimi Kaddafi görünüyordu. Kendinin ve ailesinin sınır tanımaz tavırları karşısında ne bir örgütsel hareket ne de demokratik süreç işliyordu. O her şeyin tek hakimi idi. Her diktatör ruhlu yönetici gibi gücü elinde topluyor, halkın sosyal ve kültürel olarak gelişimine pek fırsat vermiyordu. Aşiret düzenine devam edilmesi işine geliyordu. Demokrasi rüzgarı artık Libya’da da esmeliydi. Global ekonomik krizden yara alan ülkeler petrol gelirlerinden pay alarak sorunlarını çözmeliydi. Artık karar verilmişti. Herşeye hakim görünen Kaddafi’nin karşısına bir muhalefet tayin edilmeli ve para ve askeri yardım ile desteklenmeliydi. Savaş ilahları kararını vermişti. Zaten dünyada yeni bir paralı askerlerin olduğu şirket modeli yaratılmıştı. Nede olsa savaşlarda özelleşmeliydi.
Dış yardımlarla güçlenen ve de ülkemizin de yardım ettiği Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil, Libya lideri Muammer Kaddafi’yi yakalayan veya öldüren her kim olursa olsun affedileceğini söylüyordu, kovboy filmlerindeki gibi onu ölü ya da diri getirenlere 1,3 milyon dolar ödül verileceğini belirtiyordu. Ne de olsa demokrasi ve insan hakları için her yol mübahtı. Yeni yüzyılda haçlı orduları kurmaya gerek yoktu. Parayı bastırdığında herkez hizmete hazırdı. Yeter ki paradan haber verilmeliydi. Diğer demokrasi getirilen ülkeler de de öyle yapılmamış mıydı.
Ama bu defa Kaddafi direniyordu. Vatanından ayrılmak istemiyordu. Sonuna kadar direneceğini ve vatanında öleceğini ifade ediyordu. Bu sözlerini tüm dünyaya haykırıyordu. Kara harekatına bulaşmak istemeyen ülkeler NATO gücünü kullanarak havadan saldırmayı. Yaratılan muhalif gücünde karadan savaşmasını yeğliyordu. Çünki onları para ve silah olarak destekliyor. Paralı askerler günü karlı bitirmek için savaşmak zorunda idi.
Artık Kaddafi’nin kaçacak yeri kalmamıştı. Para ödülü de herkesi heyecanlandırmıştı. Bir gün Kaddafi’nin yeri saptandı. Onun için yolun sonu başlamıştı, anlaşılmaz şekilde canlı yakalanmıştı. Bu sonu hazırlayan ya korumaları, ya da çok yakınında olanlardı. Birden onun etrafını saran onlarca demokrasi aşığı kişiler yargılamaya bile fırsat vermeden ganimet yarışına girdiler. Kimi onun yüzüne vurduğu taş ile ödülü hak etmeye çalışıyordu. Kimi onun yüzüğünü alıp daha milyonlarca dolar yapacağının hesabını yapıyordu. Hatta onun ayakkabılarını bile ganimet olarak çıkarıyordu. Bir de onun altın silahı ile çevresine gösteri yapıyordu.
O ise her zamanki dik duruşu ile direniyor. Allahüekber diyerek yaptığınız günah evlatlarım diye çevresine, dünyaya ve bize haykırıyordu. Tek adam olmak isteyenlerin her diktatör gibi onun da kötü tarafları vardı. Ama o diğer diktatörler gibi halkını yalnız bırakmadı. Eğer dünya malında gözü olsaydı. Ya susardı, ya da başka ülkelere kaçardı. O kendine bu yönde yapılan tüm önerileri reddetti. O İslam dünyasının aksi çocuğu olmasına rağmen İslam dünyasını her zaman destekledi. Kıbrıs savaşında bizleri dünyaya kafa tutarak destekledi. Dün yanında görünen ve elini dahi öpen bazı AB ülkeleri onu biranda terk etti. Libya ve dünya ondan kurtuldu. Libya’ya da demokrasi hakim oldu değil mi?
Onun hayatını adadığı ülkesinin insanları üzerindeki özel eşyalarını bile yağmaladılar. Ona bir kefeni bile çok gördüler. Onun son ana kadar taviz vermeden haykıran duruşunu televizyonlarda seyrederken insanlığımdan utandım.
Söyleyin bir insana bu yapılır mıydı? İslamı her defasında dünyaya barbar olarak ilan edenlere böylesi bir ahlaksız görüntü nasıl verilirdi? Bu eşkiyalar kime hizmet ettiklerini zannediyorlardı? Neden insanca yargılanmadı? Cezalandırılmadı? Hangi hıristiyan batı ülkesinde böyle bir hareket yapılabilirdi? http://video.milliyet.com.tr/video-izle/Kaddafi-yi-boyle-linc-ettiler--Kn1LfPvibX7u.html
Bizlere en zor günümüzde yardım elini uzatan, bu aksi liderin katli vicdanımı sızladı. Düşünün biz Kaddafi’yi katledenlere ve onların destekçilerine bir de yardım ettik. Dün Menderes döneminde Cezayir halkının yanında durmayan ülkemiz, bugünde ayni hatayı yapmıştır. Hiç değilse olayların içine böylesine girilmemeliydi. Kaddafi’nin kanı üzerimize sıçramamalı, onun bu denli acımasız ölümüne engel olunmalıydı. O şimdi hakkın rahmetine kavuştu. Tek başına kalıncaya kadar kavgasına devam etti. Dirisine bir şey yapamayanlar hınçlarını onun çaresiz ve ölü bedeninden aldı. Ölüsüne bile saygı göstermediler. Hatta onun ölü bedeninden bile korktular. Onu ülkesinin topraklarında bilinmeyen bir yere gömdüler. Onun zihinlerde ve kalplerde yaşamaya devam edeceğini hiç düşünmediler. O bugün hepimize ders olacak şekilde tarihdeki yerini aldı.
Güle güle Kaddafi bizleri affet, toprağın bol olsun. Hoşgeldiniz yeni diktatörler sanmayın ki ülkenizi kendi başınıza yöneteceksiniz. bilinki bundan sonra efendilerinize hizmet ettiğiniz sürece ayakta kalabileceksiniz.