- Kategori
- Kitap
Kafka'nın Laneti

Filmi yapıldı mı bilmiyorum, ama şimdi bahsedeceğim şeyden korku-gerilim türünde güzel bir film çıkar.
Dünya edebiyatının şövalyesi Kafka, 41 yaşında ölüm döşeğindeyken, arkadaşı Max Brod'a vasiyet eder: 'Ben öldükten sonra, kitaplarımın taslaklarını yakacaksın' diye. Kafka'ya 'Tamam' der Max Brod. Kafka öldükten sonra, Max Brod arkadaşının vasiyetini dinlemez, yakmaz. Yani, ihanet eder arkadaşına.
Kafka, dünya edebiyatında bir şövalyeyse, bu arkadaşının ihaneti yüzündendir.
Şimdi benim aklıma gelen senaryo şu:
Kafka'nın eserleri dünya edebiyatında gözde ve çoğu kişi okuyor. Okunuyor ama bir ihanet sayesinde okunuyor. Kafka'nın izni olmadan, gönlü olmadan, oluru olmadan. Bir çeşit haram yediriyoruz ruhlarımıza.
'Edebiyatta bir şövalye olacağını bilseydi, o da memnun kalırdı bu ihanete' diyebilirsiniz. Ama hiç belli olmaz. Ün meraklısı olsaydı, böyle bir istekte bulunmak aklına gelmezdi bence. Vasiyeti son derece cesurca çünkü.
Kafka öleli 93 yıl oldu, 93 yılda milyonlar okudu onu. Edebiyat aleminin onur nişanını aldı. Ama hiçbiri izni olmadan oldu. Diyelim ki, Kafka'nın bir laneti var Eserlerini okuyanları korkutuyor, rüyasına giriyor, halüsinasyon olup gözüküyor, bir pişmanlık, bir suçluluk duygularının oluşmasına sebep oluyor.
Kafka bir frak giymiş, Dracula gibi bir şatoda yaşıyor, yarattığı duygularla bakıp bakıp intikâm alır gibi sinsi kahkahalarla gülüyor...
Aslında güzel bir film senaryosu çıkar. Praglı Kafka'nın laneti. Prag mimarisi, sokakları da uygundur aslında. Gerilime, gizeme, büyüye çok da uygundur Prag sokakları...
*
Kafka'yı ve Ahmed Arif'i kendime yakın hissederim. Üçümüzün ortak yönleri ortak yönleri vardır.
Kafka'ya edebiyat aleminde çok değer verildiğini öğrendiğimde, büyük bir beklenti içerine girmiştim. Okuduğumda doğrusu biraz hayal kırıklığına uğradım, bu muymuş dedim. Kafka'yı Kafka yapan sadelikmiş, basitlikmiş, yalınlıkmış meğer. Bu da edebiyatta çok önemliymiş. Yapıtlarım olmasa da, benim dilim de yalın ve sadedir. Meğer Kafka'yla bu yönüm benzeşirmiş de, ondan şaşırtıcı gelmemiş Kafka.
Ahmed Arif'le de yüreklerimizdeki coşkunluk benzer. Ruhi yapımız...
Kafka ve Ahmed Arif'le kaderlerimiz de benzer. Sen seversin, ne Milena sever, ne Leyla...
Ahmed Arif dedim de, yazdığım bir şiir aklıma geldi, şöyle:
"Düşer
Bana Ahmed Arif olmak düşer,
sana Leyla Erbil olmak…
Bana yanmak, kül olmak düşer,
sana umurunda bile olmamak…
Düşer, düşer, hep bana düşer
sevmek, erimek, ölmek…
Olsun, canın sağ olsun!"
*
'Şato' Kafka'nın en önemli ve en hacimli romanlarından biri.
Kafka 'Şato'yu 1922 yılında yazmıştır. Ölümünden iki yıl sonra, yani 1926 yılında Max Bord tarafından yayımlanmıştır.
Birçok yayınevi tarafından basılmış; ben Alter Yayınları'ndan çıkan baskıyı okudum, kapağı gerçekten başarılı.
Türkçe'ye Hasan İlhan çevirmiş. Türü, roman. Sayfa sayısı 341.
*
Başkahramanın adı K.'dır. K., kadostrocudur. Bir köye atanır. Köyün muhtarı olsa da, muhtar emir kuludur; şatoya bağlılardır. Şato'nun sahibi Kont'tur. K.'nın köylülerle, yönetimle ilişkilerini anlatır roman..
*
Dili ve üslubu gerçekten çok güzel ve başarılı. Ben gibi uzun paragrafları pek sevmeyen biriyseniz biraz boğabilir.
Şato'dan bir önce okuduğum kitap, Vüs'at O. Bener'in 'Buzul Çağın Virüsü' adlı kitabıydı; Şato'ya başlayınca şöyle dedim:
"Vüs'at O. Bener zihnimi ıhtırmış valla. Kafka'ya başlayınca, zihnim nefes aldı."
Vüs'at O. Bener'in üslubu gerçekten yorucuydu, ama Kafka, nefes aldırıcı...
-Mustafa Yıldırım - 28.09.2017