Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '12

 
Kategori
Anılar
 

Kaldır başını Kadın Anam eğdirenler utansın -2

Kaldır başını Kadın Anam eğdirenler utansın -2
 

''Utanıyor muydun ? Ağlıyor muydun ? Yoksa kaderine mi isyan ediyordun o anda ? Hangi ruh halindeydin anacığım ? ''Allah rızası için bir sadaka'' demiş miydin duymamıştım ama cebimdeki son kuruşa kadar koymuştum ayağında olması gereken terliğe o soğukta gazeteye kadar yürümeyi göze alarak…   ''Eğme başını kadın anam bak yüzüme'' diye seslendim. Yüzü sarardı, yüreği ağır geldi kafesine. Durgun ve kayıtsız bakışları yeni bir darbe alacakmış gibi buğulanıp, alnı bulgur bulgur terledi.''Kimin, kimsen yok mu ? Niye sokaklardasın ? Niye bu haldesin'' ? gibi itimat temin eden tonlamayla sorduğum soruları duyamayacağım kadar kısık, puslu, belli belirsiz bir sesle ağzında geveleyerek cevaplamaya çalıştı. 

Günün ikindiye yüz tuttuğu sıralardı şehrin her zamanki gibi cıvıltılı kalabalığının içinden çekip aldım anayı. Gazete binasını çevreleyen caddenin iki sokak aşağısında olduğu için sıklıkla gittiğim, buğulu camekanının içinde yenmeyi bekleyen pide ve lahmacunlardan süzülüp gelen soğanlı kıymanın kokusunu takip ederek dükkanın kuytu, serin bir köşesine kurulup siparişlerimizi verdim. Gözlerini çiçek desenli duvar kağıdına kilitleyip uzun bir süre derin bir teessürle sustu. Bakışlarında bulutlar kümelenmişti. Nihayet zihnini burgu gibi delen hatıralarından sıyrılıp hüzünlü, ıslak bakışlarını tabağına çevirdi. Hicabından boynu bükük, titrek hareketlerle yemeye başladı. Karnı doydukça mecali artıp muzdarip bir gönülle bölük pörçük anlattı tüm efkarını, küskünlüğünü, az da olsa mutluluğunu…Kah gülüşü soluyor, kah gözleri alevleniyor, kah acıyla kırışıyordu alnı mutluluğunu çaresiz feryatlara dönüştürenleri anlatırken. En baştan tekrar anlatmasını rica edip bastım düğmesine kayıt cihazımın. Merakımdan gözlerimin önü karıncalanıyordu, usul usul çözüldü söz düğümü…  ''Adım Revzan kaç yaşımdayım saymayalı yıllar oldu. Tozlu, çakıllı köy yolunu susuz katırlar gibi içen her arabanın homurtusunda; elinde kalmış tapon malları tüccara bir an evvel kakalamak için el oğuşturan toptancılar gibiydi köyümüzdeki kızların babaları. Hane içindeki dişilerin rızası alınmaz, er kişinin avucunu parayla dolduranın yanına kızlarının en goncası katılarak minnetle yolculanırdı. Ha bir eksik, ha bir fazla ne fark ederdi ki ? Nasıl olsa dağı, taşı toprağından fazla olan köyümün bire bin veren mümbit topraklar gibi her yıl döl veren mübarek anaları varken…  ''13 yaşımı sürdüğüm bahar aylarıydı benden önce acıyla arkalarından baktığım dört  arkadaşımın akibetine uğradığımda. Satılmıştım işte marazalı bir mal, çakıllı bir tarla gibi…Evimin hanımı mı ? Yoksa bir yanaşma mı ? Maraba mı olacaktım ? Bir bilinmeze yönelmişti geleceğim. Utancıma karışan kederimle başbaşaydım, kucağımda fistan bozması  bir bohça tanımadığım üç erkekle yolculuk yapıyor, ikram edenlerin yüzüne bile bakmadan bana uzatılanları geri çeviriyordum. Sanki aralarında yabancı birisi yokmuşçasına konuşma aralarına sarhoş ağızlara bile yakışmayan  küfürleri serpiştiriyorlar, benim acıdan iyice küçülmüş varlığımı fark ettiklerinde de isteksizce susuyorlardı. Uykuyla, uyanıklık arası nereye, ne kadar gittiğimizi kestiremiyordum. Nihayet günün soluk ışıltısı altında ışıkları yavaş yavaş seçilmeye yüz tutmuş evlerin kümelendiği büyükçe bir nahiye yoluna saptığımızı gördüm. Araba büyük bir sarsıntıyla etrafını pekte yüksek olmayan, yer yer yıkılmış taş duvarlarla  çevrili bir avlunun cümle kapısının önünde durduk. Arabanın sesine koşanların arasındaydı ne kızlığımı, ne gelinliğimi bildirmeyip evde kalmışlıklarının acısını benden çıkarırcasına dünyamı dar edenler. Benden iriceydiler, yüzlerinden meymenetsizlik akıyordu.''  ''Kınam yakılıp zülfüm taranmadan düğünsüz derneksiz, omuzlarıma evin yükü yatalak kaynanam, iki cadaloz görümcem tarafından yıkılıvermişti. Allah için kayınbabam heybetli görünüşüne rağmen ipek gibi bir yürek sahibiydi. Hele bebek gibi kucağımda taşımaktan hiç gocunmadığım kocam Mülayim engellerine rağmen hayata hep gülerek bakan, tevazu sahibi, bana göre mürekkep yalamış bir adamdı. Onunla baş başa geçireceğim zamanları düşündükçe içime bir ferahlık dolar, sıkıntılarım bertaraf olurdu. Bacı kardeş gibiydik Mülayim’imle ‘’Cihan güneşim’’ diye seslenirdi bana mülayimce. Huzur veren konuşmaları, anlayışlı tavırları, gülen yüzüyle sevdim çok onu, hem de çok sevdim''… İlk kez sözünü kestim ''Sonra ne oldu çok meraklandım şimdi ? ''Ne olacak Mülayim’imle mutluluğumu çok gördüler bu dar-ı dünyada’’. ''Nasıl yani ne yapmış olabilirler ki  mutluluğun bozulsun ? ''Şeytanın aklına gelmeyenler onların aklına gelir ki bir gün çiğ tavuğun başına bile gelmeyenler benim başıma gelip tokat yemiştim o dünya iyisi kayınbabamdan  ne anlattılarsa artık günahları boyunlarına’’…   

Devam edecek.

 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..