Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '15

 
Kategori
Siyaset
 

KANDIRMACA DEMOKRASİ

KANDIRMACA DEMOKRASİ
 

CHP her ne kadar milletvekili adaylarını büyük bir çoğunlukla önseçim yaparak belirlemiş olsa da, bu önseçim gerçek bir önseçim olmamıştır. Şöyle ki: Kandırmaca bir önseçim olmuştur. Ama kandırmaca da olsa, hiçbir partide olmayan uygulama olmuştur. İlklerin her zaman affedilme payı vardır. Gelecek seçimlerde bu “kandırmaca”, gerçek “önseçim” olursa, işte o zaman bu ilklerin de günahı olmaz. Sayın Kılıçdaroğlu önseçime on gün kala İzmir’den önseçime gireceğini açıklıyor. Ve adı da “Genel Başkan önseçime girdi” oluyor. On gün kala değil, bir gün kala (o da İzmir gibi garanti illerden herhangi birinde, nereden olursa olsun) önseçime gireceğini açıklasa, Sayın Kılıçdaroğlu seçimi yine kazanırdı. Çünkü Genel Başkan ve tanınmış biri. Tanınmamışların ise 3 ay öncesinden yürüttükleri “telefonlara mesaj atma, sokaklara pankart asma ve evlere broşür dağıtma” kampanyaları ile ne kadar tanınacakları ise soru işaretidir. Tıpkı Sayın Orhan Bursalı’nın Cumhuriyet Gazetesi’nde  09.04.2015 günü yazdığı gibi “ne kadar aydınlatılmış üye, o kadar –para miktarından etkilenmeyen-bilinçli ve özgür seçim, ne kadar demokratik ve eşitlik ölçülerinde geçti, tartışma konusu”dur.Tanınmışların ise ön seçimi kaybetmeleri veya seçilemeyecek yerlerden sıralamaya girmeleri ise iki nedene dayanır (Önder Sav gibi kendini büyük görme ise apayrı bir konu).

BİRİNCİSİ, önseçimde oy kullanan üyelerin tanınmışlığıyla öne çıkan isimlere kendilerince “artık o kişilerin partiye katkı sağlamayacağı veya yine kendilerince artık bir hizip insanı” olarak görülmesi veya Sayın Bursalı’nın yukarıda tarihi geçen yazısında belirttiği gibi milletvekilliğini “meslek” olarak görenlere “artık yeter” denmesidir.

İKİNCİSİ ise “bu artık yeter”in arkasında duran asıl nedenin de eşi, dostu, akraba ve aşireti korumak ve kollamak olduğudur. Hatta bu korumak ve kollamak’ın içinde de her türlü menfaat ve ödün de olabilir (para miktarından etkilenme de dahil).

Önseçimde kazanan adaylara bu olasılıklarla bakmak gerekiyor. Bunu kamuoyunda yazılan yazılardan ve izlenimlerden bilmek çok kolay. Ama “önseçim yapıldı, işte demokrasi” yazılarından ve görüşlerinden de vazgeçilmedi, vazgeçilmiyor. Böyle demokrasi olmaz. Bu olsa olsa “3 aylık menfaat demokrasisi” olur (adayların önseçim kampanyalarında harcadığı paralara filan hiç girmiyorum artık).

Kamuoyu izlenimlerini kuvvetlendiren kendi izlenimlerim ise şöyledir:

Ben CHP üyesiyim. Önseçimde Ankara 2.Bölge’de oy kullanmak hakkım vardı. Elli’yi aşkın adayın yarıştığı bu önseçim çevresinde hiçbir adayı ne gördüm, ne tanıdım, ne de kendileriyle konuşmuşluğum vardır (iki kişi hariç). O iki kişiyi de adayların kendilerini tanıtacakları Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki toplantıya gittiğimde gördüm. Adayları tanımaya bizzat gittim. Sebebi, o vakte kadar sürekli cep telefonuma mesaj, posta kutusuna da broşür bırakıyorlardı: “Desteğinizi bekliyorum”.

Neye göre destek vereceğim, niçin destek vereceğim, sorularıma hiçbir zaman yanıt bulamadım. Bu sorularıma yanıt bulmak için gittiğim toplantıda da yine sokağın başından itibaren salona girinceye kadar ellerindeki broşürlerle bekleyen aday adaylarının elemanlarıyla karşılaştım. “Bu broşürlerden bir aday için en az 30 tane var bende, istemiyorum” dediğimde çok hoş karşılanmıyordum. Aday masalarının çoğunda adaylar yoktu (ama yemece-içmece ve ikram boldu). “Adayı tanımak istiyorum” dediğimde de çoğunlukla aldığım yanıt “falan yerde toplantıda” oluyordu.  “Yahu bundan önemli toplantı mı olur, ben adayın kendisini görmek istiyorum” dediğimde aldığım yanıtlar hep aynıydı: “Buyurun bize sorun”. 

“Olmaz, broşüre, cep mesajına, resimli pankartlara oy vermem, yolunuz açık olsun” deyip ayrılıyordum her masadan. Yukarıda anlattığım ve tanışmaya veya tanımaya çalıştığım iki kişiden biri kadın ve Eczacı idi. “Eşim de Eczacı, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde öğretim üyesi” dediğimde, hemen “eşinizi tanıyorum” dedi. Şaşırdım, “nerden tanıyorsunuz” dediğimde de “adliyede bilirkişi olarak çalıştık bir kere” dedi. Oysa eşim hiçbir zaman bilirkişi olarak görev almamıştı. Israr ediyordu, “çalıştık, çalıştık”.

Israrına dayanamadım “eşimin adı ne” dedim; bocaladı, kafasını başka kalabalıklarla ilgileniyormuş gibi sağa sola çevirdi. Sözde kendince benim sorduğum sorudan kaçıyordu. “Siz milletvekili olmadan yalan söylemeye başlamışsınız, oy için yalan söylemeye şimdiden başlamışsınız, yolunuz açık olsun” dedim ayrıldım. Hiçbir şey diyemedi (bu aday seçimi kazanamadı).

Tanışmaya çalıştığım diğer kişi ise erkekti ve hararetli hararetli bir kişi ile konuşuyordu. Sözünü kesmek istemedim, yanında on dakika kadar bekledim. Çünkü tanıtım toplantısında olmayan adayların yanında olan o iki kişi de benim için önemliydi ve dikkatimi çekmişti. Sözünü kesmemek için beklediğim aday adayı “ben iki çocuğumu da feda ettim aday oldum, kendim için olmadım, milletim için oldum” diye “böyyük laflar” etmeye başlayınca saygıyı filan bırakıp adamın sözünü kestim:

“Çocuklarınızı feda etmeyin, hemen dönün çocuklarınızın yanına, bir baba çocuklarını feda eder mi hiç, yolunuz açık olsun” dedim ve ayrıldım. O da hiçbir şey diyemedi (bu aday önseçimi kazandı, seçilecek yerden sıraya girdi).

Mesaj gönderdikleri yetmiyormuş gibi, bir de “ben falanca adayın seçim bürosundan arıyorum, desteğinizi bekliyoruz” türünden adeta mekanik bir tele kaset veya sekreter gibi arayanlar oluyordu. “Kendisi neden aramıyor” sorularıma hep “çok yoğun işleri var” diye yanıt veriliyordu. “Yahu yoğun iş bu değil mi, niye aday oldu o zaman” sorularım da hep yanıtsız kalınca ben de bir başka yöntem buldum. Arayanlara “şu anda adayın kendisi aramadığından, oy kullanacak Ertan Kılcıgil’le görüşmüyorsunuz, ben onun sekreteriyim, eğer aday kendisi arasaydı, telefonu ona verecektim ve siz Ertan Kılcıgil’le konuşmuş olacaktınız”.

Şaşırıyorlardı tabi ama bir şey diyemiyorlardı.

“Bir topluma karşı konuşabiliyor mu, bir konuya hakimliği ve analiz edebilme yeteneği var mı, geçmiş Türk ve Dünya siyaseti konusunda bilgi birikimi nedir, mesleki yeterlilikte nerede” sorularımın hiçbirine yanıt alamadım. Çünkü hiçbir adayla ne yüz yüze konuşabildim, ne tanıyabildim. Oy verme gününde de oy kullanmaya gittim ve oy pusulasının üzerine de geçersiz olsun diye büyük bir çarpı işareti çizerek şunu yazdım:

“CEP TELEFONU MESAJINA, BROŞÜRE, PANKARTA OY YOK. HELE BİZZAT KENDİSİ DEĞİL DE BAŞKALARINA TELEFONLA ARATTIRANLARA HİÇ OY YOK”.

              Önseçim işte böyle oldu. Bu konuyu hiç kimse işlemedi. Sözde demokrasi. 3 aylık menfaat demokrasisi. Kandırmaca demokrasi.

              “İyi güzel de nasıl olmalıydı, çözüm nedir” sorularını duyar gibiyim.

1.       Önseçim çalışmaları 3 ay öncesinden değil, çok önce başlamalı.

2.       Eğer gelecek seçimlerde de aynı yöntemli önseçim yapılacaksa bundan vazgeçilmeli. Parti politikasına uygun konu başlıklarıyla ilgili öğretim üyelerinden (siyaset, ekonomi, tarih, sosyoloji, spor vb.), parti yönetiminden ve gazetecilerden oluşan bir jüri oluşturulmalı. Bu jüri önünde adayların her biri projelerini anlatmalı, sorulara yanıt verebilmelidir. Eğer gerçek demokrasi önseçimi yapılamayacaksa, tek çözüm budur. Bir eser yarışmasında nasıl jüri oluşturuluyorsa (ki yapılan icraatın belgesi adayın eseridir), milletvekili adaylarının da icraat belgelerini jüri önüne koymaları en akılcı çözümdür.

3.       AMAN DİKKAT BUYURUN LÜTFEN. JÜRİ, İLK ÇÖZÜM DEĞİLDİR. 3 AYLIK ADAY ADAYLIĞI GİBİ KANDIRMACA DEMOKRASİNİN ÇÖZÜMÜDÜR. KANDIRMACA ÖNSEÇİM YAPILACAKSA HAYIR, YAPILMAYACAKSA ÖNSEÇİME EVET. AMA AYNI ÖNSEÇİM YÖNTEMİ KULLANILACAKSA, BEN BU ÖNSEÇİME “KANDIRMACA DEMOKRASİ” DERİM, KİMSE ALINMASIN, GÜCENMESİN.

4.       Bu jüri yöntemini hemen bir çırpıda demokrasi karşıtı gibi tu-kaka ilan etmemek lazım. Daha önce partide milletvekili olarak denendiği halde bir çırpıda partiden istifa edip uçup giden, ömrü boyunca icraatları ve kişiliği ile SAĞ tandanslı olarak bilinen ve S.Demirel, T.Özal ve T.Çiller’lerin gıdığının dibinden ayrılmayan ama ne hikmetse yine CHP’de milletvekili olarak Meclise girecek olan İlhan Kesici’lerin önü açılır, ne de senin Meclis Başkan Vekili’n ve Türkiye’nin onuru ve gururu Uğur Mumcu felsefesinin eşi Güldal Mumcu’ların önü kesilmiş olur. Bu jürinin İlhan Kesici’yi listeye alıp, Güldal Mumcu’yu liste dışına iteceğini düşünebiliyor musunuz? Ben düşünmüyorum, düşünen düşünsün. 

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..