Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '21

 
Kategori
Alışveriş - Moda
 

Kar Tipisinde Okul Yolunda

Kar Tipisinde Okul Yolunda.

Yıl 1951.Kışın etkinliğini sürdürdüğü bir yıl. Bir Anadolu beldesinin uç mahallesi. Bu mahallenin ilkokulu, yüzyıllık  çınarların  gölgesinde toprak damlı iki sınıflı bir okul. Önünde, küçük bir alana voleybol  ağı gerilmiş. Alanın bir tarafı yamaç, vadinin derinliklerine bakan yönü taş duvar. Birkaç kavak ağacı. Ark kıyısında ,yaşlanmış çınarların dallarına adlar kazınmış. Ark, şelaleler yaparak akar, mahallenin bağlarını, bahçelerini, tarlalarını sular. Bu mahallede, ortaokul olmadığı için her gün kilometrelerce yol yürüyerek kasabadaki ortaokula gidip gelmek zorundaydık.

Henüz 13yaşındaydım ve o yaşta ,yaşamımız zor koşullarda geçiyordu Karda, soğukta, çamurda yürüyerek okula gitmek,  o yıllarda bizi perişan ettiği gibi evimizde de elektrik yoktu. Petrol lambasıyla idare ediyorduk. Onca yorgunluktan sonra petrol lambasının ışığında ,diz çökerek iskemle üzerinde ödevlerimi hazırlar, ara sıra kalkar  kar  yağıyor mu diye  bakar, kaygılanır, geceleri uykum kaçar.. Yarı aydınlıkta uyanır, o günkü ders programına göre; kitaplarımı, defterlerimi hazırlar, okul çantasına yerleştirirdim. Çeşmeden kovalarla taşınan suyla ellerimi, yüzümü yıkar. Anamın hazırladığı tarhana ya da erişte çorbasını kaşıklar. Lastik ayakkabılarımı giyer. Okul yoluna düşerdim. Hele karanlık kış günleri sabah ezanıyla  patikalarda  siste,  karda yürürken yol görünmez. Zaman zaman bir çukura ya da kuru dere yatağına yuvarlanır. Zorlukla kalkar, üstümdeki karları temizler, karlar arasından okul çantamı bulur çıkarırdım. Karda okula yürüyerek gitmek çok zordu; ama başka çarem de yoktu.

Şubat ayında, bir sabah kar tipisinde uyandık. Göz gözü görmüyor. Rüzgârın  uğultusundan evin içinde konuşmalar  bile duyulmuyordu. Bu koşullarda, yedi kilometrelik  karlı yolu düşündükçe  ürperiyor, ne yapacağımı bilmiyordum. Yine de okula gitmemek olmazdı. Babam ”Haydi, çabuk giyin ve yola düş, okuldan kaçmak yok ”dedi. Çaresiz giyinip yola düştüm. Kar tipisi nedeniyle göz gözü görmüyordu. Yürümek zorunda olduğumuz yolda; bir yanı dağ, diğer tarafı uçurumlu yerler. Birkaç kez hendeklere  yuvarlandım. Hatta  bir ara sağ salim okula ulaşamayacağım kaygısına kapıldım. Kar tipisinden kurtulmak için sığınacak yer aradım ,bulamadım.

Zar zor yola devam ediyoruk. Rüzgâr uğultularınakurt ulumları karışıyor. Yolun solundaki tepedeki kayanın üstüne çıkankurtlar, ulumalarını sürdürüyorlardı. Ne yapacağımı şaşırdım. Aklıma ilk geleni yaptım, dönüp hızla uzaklaştım oradan. Kaçtım da diyebilirim. Köşede bir an durup soluklandım; dönüp baktım, kurtlar kayalardan ayrılmamışlar, beni izliyorlardı. Hızla oradan uzaklaştım.

 Saatler sonra perişan bir halde okula vardığımızda çok değişik bir manzarayla karşılaştık; çok az öğrenci okula gelmişti.  Evleri okula yakın olan öğrenciler bile okula gelmemişti. Biz   korkunç kar tipisinde ,yedi kilometrelik yolu yürüyerek  okula  ulaştık. Okula yakın evlerde oturanlar, birkaç dakikalık yolu yürümekten üşenmişler ve okulu asmışlardı. Bu durum karşısında ne diyeceğimi bilemedim, en çok da bizi bu kötü havada okula gitmeye zorlayan babama içerledim. Oysa o gün evde kalıp sıcacık ocağın başında keyif yapsaydık ne güzel olurdu.

Aslında kaldığımız mahallede bizim gibi bir kaç ortaokul öğrencisi daha vardı fakat onlar da kar fırtınasında onca yolu yürüyerek okula gitmeyi göze alamamışlardı. Sınıf öğretmenimiz o koşullarda okula geldiğimiz için amcam oğluyla bana teşekkür etti. İkinci derste kar yağışı iyice şiddetlendi, yollar, izler örtüldü. Eve nasıl döneceğiz diye kara kara düşünmeye başladık. Sonunda, aynı mahallede oturup çarşıda dükkanları olanlarla dönmek için sözleştik. Kar tipisinde, evlerimize döndük.

 Aradan üç gün geçip kar durduktan sonra tekrar okula gittik. Sınıfımız bu kez öğrencilerle doluydu. Aynı zamanda müdür yardımcısı olan sınıf öğretmenimiz önce birkaç dakikalık mesafede oturdukları halde kar fırtınasını bahane edip okula gelmeyen öğrencileri tahtaya kaldırdı. Sonra bizi göstererek onları azarlamaya başladı: “Bu çocuklar buranın yerlisi değiller, buna rağmen o gün canlarını dişlerine takıp okula geldiler, peki siz neden gelmediniz, neyiniz eksikti?” diye çıkıştı.

.O yıllarda kışın kar çok yağar; beş altı ay kara gözükmezdi .Gece yorganın altında,rüzgârın uğultusunu  dinledim. Evde gecelerce süren bu ses değişmezdi.  Dışarda karlar savrulur, acı rüzgar kendini yerden yere çalar. Sonra baharlar gelir. Mart sonlarına doğru dağların, tepelerin güneş alan yamaçları yavaş yavaş erimeye başlayınca  suları enginlere, derelere doğru iplik iplik akar. Bahçelerde, kardelenler çıkar. Isırganlar, nerpizler de kardan başlarını çıkarır. Taşlıkta, gök mavisi nergisler, Sivri’nin yamaçlarında; sarı çiçekli çiğdemler, açık pembe nevruzlar görülür.

Okuldan gelince dış kapının tokmağına vurdum. İçeriden bir ses sen misim, oğlum ?“‘Evet!’ diye bağırdım. Ev başını almış gidiyordu. Tavandan sular akıyor, odadakilerin didişken, şaşkın, öfkeli bakışları; duvarlar, duvarlardaki halılar, halıların altına gizlediğimiz çatlaklar ve gizlediğim nice kirli, eski şeyler; saatler, gergin kumaşa sinen o sürekli titreme, sedirler, yataklar, yatakların görünmez yerlerine eklenmiş çirkin, pis kalıntılar, her şey, her şey o serin sularla yıkanıyor, arınıyordu.

Ahıra, kenefe gittiğimiz zaman gemici fenerini kullanırdık. Mahallede, sadece bir iki evde lüks lambası ve radyo vardı. Eve gazete de alınmazdı. Ev dedimse öyle derli toplu değil. İki kapılı bir han gibi üste aralık, çark bir oda, kiler. Dış kapıdan girilince soldan ayakçakla çıkılan yerde bir ayvan, bir oda. Girişten yürüyünce ayakçaktan inince karşınıza ocaklı kışlık oda, yanında bir oda, bu odanın da yanından ahırlara inilir; bir kanatlı kapıdan avluya çıkılır. Avlunun kanatlı kapısı da dışarıya, bahçelere açılır.

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..