Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

Kar ve anı yaşamak

Kar ve anı yaşamak
 

ezgi umut / 2009 Kar


Araştırmacı yazar, değerli insan Uğur Mumcu 'ya saygıyla....

Uyandım ki her yer bembeyaz, saatini hiç sormayın. Bizim evin yanından akan çağlayan da buz tutmuş bir sessizlik bir sessizlik bayıldım. Dün akşam boyunca bilgisayarımla cebelleşmiştim. Bir konuk virüs var geldi yerleşti, template bölgesinde dokunulmazlığını ilan etti. Dünyanın en meşhur programları dahi bu bela virüsü söküp atamıyor yerinden. Bu virüsü seçimle gelip sonra kanunları yavaş yavaş değiştirerek diktatörlüğe dönüşen teokratik kafalı yönetimlere benzettim. Bilgisayarı formatlayacağım ama üşeniyorum. Onca programı yeniden indir. En nefret ettiğim şey. Bilgisayarı yeniden formatlamak deyim yerinde ise erken seçimlere benziyor. Bana verilen zaman kaybının tek giderilme yolu ne yazık ki bu. Çünkü bu lanet virüs zaman zaman bilgisayarı dondurup, belleğini de sahte bilgilerle dolduruyor. Bir uyarı geldi, girdiğiniz program gerçek Google sitesi değil diye. Anlayın yani, hani AB' ye giriş kuyruğunda beklerken, ülkeyi başka bir yerde mesela NAFTA 'da falan buluvermeye benzetebileceğim bir sıkıntı var başımda.

Akşam bilgisayar, kitaplar derken zaman uçup gidiyor işte. Kalktığımda gördüm her yer bembeyaz.

Çamlıca'da kar topu oynamak için akrabalar Kadıköylerden geldiler. Uludağ'a neden hiç çıkmadığımızı felsefi olarak çözümledim. Hep İstanbul'un dağlarında tepelerinde yaşarsan olacağı budur. Neyse koskoca alanda tek biz. Dünya; evlerine televizyonlarının karşısına çekilmiş. "Fahrenheiht 451 " adlı kitabı tanıtım yazım geliyor usuma. Filmi de çevrilmişti Acaba gerçekte kaç kişi okudu yazımı? Buradaysa, lambalardan yansıyan ışıkla, kar bir romantik ki sormayın. Fotoğraf çekme derdine düştüğümden, kar topu oynamaktan hiç keyif alamıyorum. Kardan önce de bir kaza yaşadım zaten. Üstelik güzün başıma geleni de bir daha yaşıyorum. Soğuğa çıkar çıkmaz piller hemen boşalıvermişti.

İlle de ANI yakalayacağım.Yakalamak diyorum, anı yaşamak değil de anı sabitlemek, mahkemelerdeki zabıt katiplerine ya da çömez fotoğrafçı çıraklarına döndüm. Anı yaşamıyorsun derler. Ya çok uzağı düşünüyormuşum ya da geçmişi. Aslında ben anı anında yaşayamasam da onu, yüzlerce kez yaşama olanağını istifliyorum.

Momo adlı romanı okuyorum bu gece başladım... Michel Ende'nin. Orada kenti istila eden gri elbiseli adamlardan biri günün birinde kasabanın berberi Bay Fusi'ye gelip o güne değin harcadığı zamanın acı çetelesini çıkartıyor. Zavallı berber ne kadar anlamsız işlere zaman harcadığını öğrenince beyninden vurulmuşa dönüyor. Bu gri bulutsu adamlar ( bulutsu sözcüğü bana aittir) Fusi'nin annesine harcadığı zamanı, saygı duyduğu bir başka hasta kadına sohbet için ayırdığı zamanı, müşterilerine keyifli kesimlerle ayırdığı süreleri fazla bulurlar. Sonuçta Bay Fusi annesini ucuz bir bakımevine atar, hasta bayana da artık gelemeyeceği için bir mektup gönderir. Dükkanına gelen müşterilerin de saçlarını artık hızla kesmektedir . Öyle ya zamandan tasarruf şirketi elemanı ile söze dayalı da olsa anlaşması vardır artık. Sonuçta Fusi mutsuz olmaya başlar. Devamını okuyunca anlatırım...

Kitabı kar topundan önce okuyordum. Oyundan sonra televizyon bana kalmıştı. Bahçedeyken camlardan sızan keyfi ben de yaşayayım dedim. Öyle ya, her evde açık bu televizyon nesnesi ve önünde de küçük guruplar, demek ki çok mutlular... Önce adını hep duyduğum ama görsem tanıyamayacağım yüksek sosyetenin ünlü zarif hanımları kürkleriyle bir davete giderken resmi geçit yaptılar ekranda. Ben kürk modasının bittiğini sanıyordum. Oturduğumuz semtte daha çok kara çarşaf modası revaçta olduğundan, fark edememişim. Bu sefer daha dikkatli bakacağım. Belki çarşaflarının altına kürk giyenler de vardır. Aylardan beri ilk kez dizi izledim. Kavak Yelleri. Ehh iyiymiş ama ben bundan daha ilginç senaryolar yazabilirim diye kurumlanırken, birden kendimi uzaylı gibi hissetmeye başladım. Kadın oyuncuların kaşlari...Hepsi kuzguni kahve ve hepsi aynı şekilde...Bütün artislerin aynı tornadan çıkmış gibiydi kaşları. Olabilir mi böyle bir şey? Sanıyorum set mayajcısı ile ilgili bir olgu. Ayrıca filmin renklendirilmesiyle de ilgili olabilir, filtre kullanımıyla da. Dizideki insanlar o kadar düzgündü ki, bende bir plastik duygusuzluk uyandırdı, bir çeşit yabancılaşma. Sit com mu diye düşündüm... Sonra başka bir kanalda türkü söyleyen çocukları gördüm. Erol Evgin ve bir dizide Havuç'un annesini oynayan sanatçı da vardı. Erol Evgin Çanakkale'de yaşamış birinin doğum tarihini söylerken 1320 yılında doğan dedi. Demek ki ellerine ne verilirse okuyor sunucular. Yani çağdaş dünyanın takvimi ile değil de ille de Hicri takvime göre belirtmenin, ne anlamı olabilir? Üstelik de çocukların da yer aldığı programda bu tarihi kim anlayacak?

Çayları kahveleri bi tepsiye doldurup televizyon karşısında iyice kamp kurdum. Altı ayda bir tv izlediğim için oradaki değişimden yola çıkarak ülke ve dünya gidişatının sosyolojik değerlendirmesini yapacağım.

Bir kanalda Ölüm Makineleri çıktı. Efendim İÖ 500 lü yıllarda hani Anadolu Pers'lerden yakasını sıyırdığı sıralarda Yunanistan civarında tunçtan bir boğanın içine konulduğu düşünülen kurbanlarla ilgili sözümona bilimsel düşünceleri bana göreyse bilimin ayaklar altına alınışını gösteren bir film. Ortada olmayan varsayımsal boğa üzerinden geliştirilen varsayımsal bir insanlık suçunun maketlerle şunla bunla anlatılması. Bunu niçin yapıyorlar, bu filmi? Bunun anlamı nedir?
Bu bana ister istemez gazete köşelerinde ikide bir balon şeklinde harlayıp iki üç gün sonra sönen tuhaf delilleri anımsattı. Delillerin içinde varsayımdan öteye geçebilen oldu mu bilmiyorum? Bu sorumun yanıtını taraflı gazetelerin yanıtlarına bakarak bulamayacağımızı biliyorum en azından.

Tunç boğanın içine insan konabilirmiş ve altında ateş yakılabilirmiş. İnsan bin dereceyi aşan bu sıcaklıkta 10 dakika dayanabilir ve bildiğimiz trombon gibi bir boru sistemiyle boğanın burun deliklerinden çıkan alev ve ise dönüşürmüş sonuçta. Acaba bu boru sistemi trombonun ilkeli olabilir miymiş...Yani o boğanın içinde anladığım kadarıyla öyle bir düzenek bulunmamış. Olsaymış, konsaymış gibi varsayımlarla açıklanmaya uğraşılan bir korkuçluk... Acaba ölmekte olan insan oradan boru vasıtasıyla tenor sesleri çıkarabilir miymiş gibisinden tuhaf soruların sorulduğu bir programdı. İnsanlık nereye gidiyor diye düşündüm. Neredeyse sevdiğim müzik aletinden nefret edecektim ki öldüren ateş topları ve öldüren tekerleklere geçtiler de kurtuldum.

Yani bu araştırma yapılabilir ama çoluk çocuğun izlediği bir televizyon filmi olsun diye değil. Üstelik SICAKLIK denilmesi gereken yerlerde ISI diye Türkçeleştirilmesi de seçilen film kadar özensizdi.RTÜK bu sözcüklerin yanlış kullanımına kafa yorar mı sizce?

Bir de şunu düşündüm. varsayımlar üzerine, evet, senaryolar yazılabilir, filmler yapılabilir, eğitici de olabilir, psikolojileri olumsuz ve kötü de etkileyebilir. Ama varsayımlar üzerine mahkeme yapılıp insanlar yargılanabilir mi?

Anahtar sözcük galiba varsayımsal senaryoların izleyen insanların psikolojisini etkilediğinin kapitalizmce anlaşılmış olması. Bu varsayımlarla ilgili yerleşik bir deyiş de var aslında. Bilmem hatırlayacak mısınız? Yanıtı en sona yazdım.

İnternet sansürü son sürat siteleri kapatmaya devam ediyorken kim söyledi tv'de tam emin değilim birileri bi şeyleri Youtube'den izlediklerinden bahsedince tepem attı. Yorum da yazıyorlarmış. Ya ben neden yazamıyorum, neden kendi sayfama ulaşamıyorum? Bu İnsan Haklarına aykırı değil mi? Güldürmek için yazmadım, bilesiniz...

Aslında bu Youtube 'nin ya da Richard Dawkins 'in sitelerinin kapatılmış olması İNETD başkanı Prof Dr. Mustafa Akgül'ün söylediği gibi HARAKİRİ yapmaktır. İnsanlar yasak olduğu halde YASAKLI sitelere girebilmeyi bir marifet diye düşünüyor ama bunun ardında yatan KORKUNÇ SANSÜRCÜ zihniyetin nerelere varabileceğine aldırmıyor, belki de farkında değil. Nasılsa girebiliyorum diye düşünüyor. Budur beni kaygılandıran. Çelişkili bir kaygı diye görünse de çelişki, her dakika demokrasiden bahsedip bu siteleri de yasal yollardan kapalı tutmaya devam ederken, yasal olmayan yoldan kullanılmasını teşvik eden zihniyetin aynı olması değil mi?

Burada çıkan sonuç hukukun etkinliğini yıpratılması anlamına gelmez mi?


Haberlerde ne Tekel işçilerine ne de, derelere kondurulan HES'leri protesto eden insanlara rastladım. Belediye sokalarda yaşayan evsizleri toparlayıp yatacak yer vermiş. Buna çok sevindim. Yine de 2 kişi ölmüş ikisi de kardan ve yaşlı olduklarından. Aydın'da bahçesine giderken tipiye yakalanan yaşlı kişiye üzüldüm, diğerine de. Kamyon şöförlerinin bir yerdeki duble yol için bol bol hükümete duacı oldukları haberlerini gülerek izledim. Güldüm çünkü ... Çünkü bilmem kaç bin kasaba ve köy yolunun kapalı oluşunun ardından verilen bu haber ironik şekilde sırıtıyordu. Mikrofonu bir de yollarda mahsur kalan araç sürücülerine tutsalardı diye düşündüm.

Doktor sanatçı Ferhat Göçen 'in programında Ferdi Tayfur vardı. Konyalı yazar Zeki Oğuz 'un kitabı SEDEF SAPLI BIÇAK Miço 'da da Ferdi Tayfur'la ilgili yazılanları anımsadım. Canım nedense o an bangır bangır Orhan Gencebay dinleyip söylemek istedi: Batsın bu dünya, bitsin bu rüya, ...

Sonra da bir film izledim. CASANOVA: Arada bir bölümünü kaçırsam da sonuçta gördüm ki CASANOVA hüzünlü bir aşkın da hikayesiymiş. Biraz yanlış ya da eksik biliyormuşum. Romanını da okuyacağım. Onca saat filmi izledim, onca reklama katlandım, film biterken ATV kanalı jeneriği kesti. Bunu izleyiciye son derece saygısız bir tutum olarak görüyorum. Diyeceksiniz ki İnternet'te İmbat sitesi var çok merak ediyorsan oradan bulursun ama mesele o değil ki. Bu o filme de yapılan bir saygısızlık aynı zamanda.

Öğrenmeyi öğrenmek. İşte ülkemizde yıllar yılı yapılamayan budur. Gerçekten düşünsel anlamda Doğu'nun mistizminin uyuşukluğunu baş tacı ederek çok önemli konuları geçiştirmeyi, savsaklamayı, adam sendeciliği, bir marifet sayıyoruz. Elin oğlu aya giderken yaya kalmamız, AB kuyruğunda zorlanmamız bu nedenle değil mi? AB kriterleri zorluyor diye aceleyle çıkarılmaya çalışılan yasa tasarıları, gerçekten o kriterleri içeriyor mu örneğin, hiç araştırdık mı?
YANIT: Çamur at, izi kalsın.
ezgiumut 23 12 2010


SEDEF SAPLI BIÇAK MİÇO, Çalı , Ekim 2009

Momo, Michael Ende, Kaynak Yayınları,1999

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=187233

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..