Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Karadeniz taka’sı/ göz-ses! - önünden geçilen zaman_hayat!

Karadeniz taka’sı/  göz-ses! - önünden geçilen zaman_hayat!
 

Hiç sizi bilmem ama benim hem gözüm hem sesim gitti. Daha ilkokul çağlarındayken okumak sevdası yüreğime düştüğünde Amca’mın kalın kaplı kitaplarını gece lambasında okuduğumdan; gözlerimde yaz günleri kelebekler uçuşur. Şöyle ince bağırsak gibi bir görüntü yukarıdan aşağı düşer, biraz daha dikkatimi verirsem kelebek kanadı gibi görüntüler doluşur. Samsun Tıp Fakültesine tedavi için gittiğimde gözbebeğimi büyüttüler. Artık ben bakar kör olmuştum. Herşey bulanıktı, tabelalar bulanık, görüntüler bulanık… Zar zor kendimi Ordu yönünde çalışan minibüslere attığımda, aklımda eski türk filmlerindeki kör rolü yapan aktrisler geldi.-Kimi çalgıcılık yapıyordu, kimi sabah kalktığında kör oluyordu, kimi ise gözleri açıldığında sevgilisini kaybediyordu. Öyle sahne ki esas oğlan, eass kızın gözlerini açtırmak için para buluyor zar zor, onu ameliyat ettiriyor sonra sırra kadem basıyordu.- Hiç olacak şey mi karddeşiimmm? “Ben buradayım” diyeceksin, kollarını açıp koşacaksın. Neyse, otobüste cebimden çıkardığım paralarında flu olduğunu gördüğümde; panik yaşamadım desem yalan olur. Dağınık kadının tekiyim. Bütün paraları avuçladığım gibi yanımdaki adama uzattım (ne sahne ama) “Rica etsem, bu paraların içinden dolmuş parası kadar para alıp muavine verirmisiniz?, gözlerim görmüyor da…Ne masumdum ama. İşyerinde ise ( o zamanlar yönetici sekreteriydim) Odacı arkadaştan rica ediyordum. Arayacağım numaraları o okuyor, ben arıyordum.

Ya ses…

Aylardan kış, hele ramazan ise, bütün ev ahalisi uyuyor iken, sabah kalkıp işe gelmek işkencedir. Nasılda yatağın dayanılmaz sıcaklığı çeker sizi. Ama işe gitmek zorundasınızdır. Sabahları pavarotti gibi ses açma seansları yapma alışkanlığınız yoksa ki ben severim yani şarkı söylemeyi (başımın kapalı olması diğer aktiviteleri yapmıyorum sayılmaz hani:) ve de herkes evde uyuyorken, siz işe gidene kadar konuşacak kimseniz olmaz! Benim gibi. Dolmuşa binersiniz. Kendi kendinize konuşsanız bile bunu sokakta yapmadığınızdan bir de daha uyku mahmurluğu içindeyken henüz sesinizin gittiğinden bi habersiniz. Tam dolmuşa binmişsiniz durağa gelmiş parayı verip ineceksiniz, parayı verip “Müsait bir yerde lütfen” hiiiiiiii o ne! bağırıyorum bağırıyorum ses yok. Durak arkamda kaldı. Yanımdaki adama sesleniyorum; sesleniyorum da sadece dudağım kıpırdıyor. O ara yanımdaki adamı dehşetle dürtüp “Lütfen dolmuş dursun sesim gitmiş” dediğimde tere bulanmıştım. “İnecek var kaptan” diye bağırdı. Ohh dolmuş durmuştu, parayı şoföre verip indiğimde, esas ineceğim yerden 500 mt uzaklaştığımı gördüm. Ter içinde kalmıştım. İşyerinden sevk alıp doktora çıktım. Rapor aldım. Neyse elimde kağıt kalem dolaşıyordum evde. Konuşmak yasaklanmıştı. Misal, su ya da kalem isteyeceğim “su” “kalem” yazıyorum. Bir şey soracağım, kağıda yazıp derdimi anlatıyorum. Misafir gelmişse ve bana bir şey sormuşsa yazarak cevap veriyorum. Ne zor bilseniz? Birkaç gün sonra dışarı çıktım. Bir şeyin fiyatını soruyorum kısık sesle, satıcıda kısık sesle cevap veriyor. Öyle komik bir durum ki, birde yanınıza geliyor, eğilip kısık sesle söylüyor. Hadi konuşmamak için elimle ne kadar diyorum, bu kez adam eliyle cevaplıyor. Gülsem mi ağlasam mı?

***

Hep gözümüzün önünden geçenleri yazıyoruz. Önünden geçtiklerimiz ne düşünür acaba?

Bir ay, bir mevsim, bir gün, bir gece, bir gündüz hakkımızda ne düşünür.

Önünden geçtiğim bir ağaç; “bugün çok rüküşsün be yıldız, çıkar şu yüzündeki kara kalemi, pembe allığı” Bir köpek; “şuna bak insan bir başımı okşar da geçer, kendini beğenmiş, hadi gördün bir ekmek al fırından bari koy önüme de git işine”
Bir çiçek; “Eyvah! Bana doğru geliyor, koparacak boynumu aman aman katil!”
Bir sabah; “Miskin kalk artık, öğle oldu, ya da hadiiii gel koynumda kal öylece”
Bir saat “Geç artık bu kararından, durma ben de”
Bir ay; “İçme şu sigarayı bana karşı bakarken, mehtabım sanadır kızıl saçlı”
Bir böcek “Ay, ay!! Aha da basıyor üstüme vicdansız!, etek giymişsin çorabın kaçmış”
Bir dut ağacı “Bıkmadın mı gölgemde yatmaktan?, kalk bir de güneşe çık”
Bir dakika "Unut bu anı, unut, yürü git başka baharlara, benimle üzüldün ama bak bütün yaşanmamış dakikalr seni bekler"
Bir insan! "Hepsi senin mi?" tamam bu espriydi:)
Masamdaki pembe menekşe "O kadar geveze parmakların var ki, başım şişiyor sesinden"
Masamdaki Mor menekşe " Çıkma hemen, sen pazartesi gelene kadar susuz kalacağım, sula da öyle git, onunla bununla yazışacağına beni unutma"

Gibi… der mi? der!

***

Bilmem siz nasılsınız?

Doğum günü olan arkadaşların doğum günlerini ya bir gün, ya on gün, ya bir ay önce ya da sonra kutlamışlığım çok vardır.

Mesela, yeğenim Özge 19.01'de doğmuştur. Her zaman 19.02'de kutlamışımdır... Artık alıştı...

Mesela arkadaşım maydanoz!

Özür diliyorum sen'den! Daha 10 gün var sana=)) ben iki yıldır 13.03'te kutluyorum, halbuki 23.03'deymiş:)))
Unutmuyorum ya ona bak! Unutmuyorum diye de kendini lütfen fasulye sanma:)


Efendim bu bir Perşembe taka’sı

 
Toplam blog
: 359
: 1593
Kayıt tarihi
: 29.11.06
 
 

Deli-dolu, akıllı,  yalandan yere çamura yatan, normal değerlerde zekalı, esprili, şakacı, kendin..