Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '06

 
Kategori
Eğitim
 

Karanlığın içindeki ışık

Her şeyi görüyordu bir zamanlar çok uzaklardan bile. Bir bakış yeterliydi tüm güzellikleri görmeye. Gece gündüz birbirini izliyordu durmaksızın. Karanlık geceler mutlaka sabaha ulaşıyordu ne kadar uzun olursa olsun. Bir gün gelip de, hiçbir zaman sabaha ulaşamayacağını, bitmeyen karanlıklara mahkum olacağını bilmiyordu. Hiç aklına bile getirmemişti böyle bir şeyi.

Sürekli ağlayan gözlerinin bir gün göremeyeceğini bilmiyordu. Ansızın çıkageldi bitmeyen bir gece. Tüm uğraşılar sonuç vermedi, uzun gecenin bitmesine. Bir anda kararmıştı bütün dünyası. Artık ilk başlardaki gibi sabah olacağına dair ümitleri de kalmamıştı. Kabullenmeliydi bu karanlık dünyayı. Sonra bütün gücünü toplayıp bitmeyecek bir gecede durmaksızın yol almaya başladı.

İlk önce her işini kendisi yapmayı öğrendi. En önemlisi bunu istedi. Yabancı dil öğrendi. Körler okulunda öğretmenlik yaptı. Viyana ve Amerika’ya gitti. Belki gözleri varken gidemeyeceği yerlere gitti. Ama göremedi ne fayda. Ama öyle düşünmüyordu. O hissediyordu gittiği yerleri. Dinliyordu. Artık onun anlayışı da değişti. Beğenileri farklılaştı. Herkes gibi değildi. En basit beğenileri bile farklıydı herkesten. İnsanları ses tonlarından ve ellerinden aldığı sıcaklıktan tanımaya başladı. Hayalinde bunlara göre değerlendiriyordu insanları. Oysa eskiden insanların dış görünüşlerine göre değerlendirirdi. Ama şimdi tamamen farklıydı. Şimdi yanılmadığını, dış görünüş aldatmacasına kapılmadığını düşünüyordu.

Amerika’da tüm zorluklara rağmen, gören bir insandan daha cesaretli bir şekilde eğitimini tamamladı. O artık bir eğitimciydi. Hayalleri vardı, Türkiye’ye dönüp karanlık dünyasından aydınlıklara çağıracaktı insanları. sonra, Ankara’da Gazi Eğitim Fakültesinde işe başladı. Önemli sonuçlar aldı. Tanınan biriydi artık.

Ve sonra belki, hayatının dönüm noktası Sabahat Hanımla evlendi. İngilizce öğretmeniydi Sabahat Hanım. Mesleğinde başarılı, güzel bir bayandı. Ve Mithat Enç ile evlenmişti. Yani görmeyen birisiyle. Evlendiği kişinin eli, ayağı, her şeyi olacaktı. Her şeyin sorumluluğu ona ait olacaktı. Görmeyen biriyle bir ömür geçirmek, karanlıkta yol almak gibi bir şeydi oysa.

Çekilen tüm sıkıntılara rağmen hiç şikayet etmez. Evlilikleri çok güzeldir. İki çocukları olur ve ölene kadar ayrılmazlar. Şimdi soruyorum; bu evliliği niye yapmış? Kör birisiyle evlenmeyi nasıl kabul etmiş? Nasıl bir kadındır, nasıl özelliklere sahiptir? Merhamet miydi bütün bunlar? Aşk mıydı? Sevda mıydı? Yoksa kendini başkalarının mutluluğuna adayan bir insan mıydı Sabahat Enç? Sebebi neydi dersiniz?

Merhamet desek, bir ömür merhamet duygularıyla geçer miydi? Sonuçta bir insandı o, herkes gibi.

Aşk mıydı? Aşık mıydı Mitat Enç’e. Ama hep derler aşk hep aynı coşkuyla yaşanmaz, coşkusu düşünce her şey göze batar, küçük sorunlar büyür bir anda.

Kendini başkalarına adayan biri miydi, kim bilir? Ama insan hayatının her karesini bir başkasına adayamazdı. Zordu bu.

Bence sevdaydı bunun sebebi. Uğruna her şeyini feda edecek kadar yaşanan bir sevda. Karşılıklıydı bence. Sabahat Hanım onu seviyordu. Aradığı her şey ondaydı belki. Mitat Enç de onu seviyordu belli ki. Belki gözleri görseydi onlar bir arada olamayacaklardı. Belki bu sevgiyi, beğeniyi duymayacaktı yüreğinde Mitat Enç. Ama o, Sabahat Hanım’a yüreğini vermişti. Kim bilir?

Peki bir kadın ne isterdi? Bir kadın o sevdayla çarpan bir kalp ve bitimsiz bir sevgi isterdi. Bir kadın, bir yüreği keşfetmek isterdi, fethetmek değil. Fetihler zorunlu olur biraz, keşifler ise gönüllü olur. Bir yüreğin her köşesinde kendini bulmaktan daha güzel ne olabilir ki? Bunları başka yerde bulamadığı için kör olmasını engel olarak görmemiştir belki.

Ama sebep ne olursa olsun, "önünde saygıya geçilecek bir sevda" yaşanmış gibi geliyor bana. Ya da öyle olduğunu umut ediyorum.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..