Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

04 Şubat '16

 
Kategori
Öykü
 

Karla gelen

Kıştı. Her taraf kar, çamur, soğuk… Çalıştığım iş yerinin kapısı birden açıldı. Hırpani kılıklı bir adam saç sakal birbirine karışmış; üzerinde ince bir ceket, eskiden beyazmış sararmış bir gömlek, yırtık delik bir pantolon ve ayağında ilk bakışta ayakkabı olduğu anlaşılamayan deri parçaları… Ünvanımla hitap ederek mümkünse kendisini bulunduğumuz yere bin üç yüz kilometre uzaklıkta, doğu sınırında bir ilçeye gönderip gönderemeyeceğimi sordu. Bu bizim için alışıldık bir şeydi. Yolda kalmış yoksullar, garipler memleketlerine gitmek için işimiz gereği bizden yardım isterlerdi. Ve biz de onları birazcık para yardımı yaparak şehirlerarası otobüslerle memleketlerine gönderirdik. Bu adamın hitap ediş tarzından, düzgün cümlelerinden eğitimli biri olduğunu anlamıştım. Kendisinin o uzak ilçeye niye gitmek istediğini sordum. O da ‘Belki akrabalarım vardır. Bana yardımcı olabilirler’ deyince; ‘belki ne demek sana niçin yardımcı olacaklar? Sen kimsin, ne iş yapıyorsun?’ diye sorunca o da hikayesini anlattı. Batıda bir ilçe yöneticisinin tek oğluymuş. Fakülteyi bitirmiş. Öğretmen olmuş. Batının büyük ilinde öğretmenlik yaparken babasını ve annesini kaybetmiş; daha sonraki yıllarda aynı okulda öğretmen bir bayanla arkadaşları bir araya getirmiş, birbirlerini sevmişler ve evlenmişler. Bir kız çocuğu olmuş. İki yıl sonra eşiyle ilişkilerinde soğukluklar, gevşemeler baş göstermiş. Eşinin başka erkeklerle de ilgilendiğini düşünüyormuş. Bunu bir içki sofrasında bir arkadaşı kendisine söylemiş. Eşini takip edince ihanetin gerçek olduğunu görmüş. Oturmuşlar, konuşmuşlar. Anlaşmalı bir şekilde boşanmışlar. Bazı konuları mahkemede ileri sürmediği için küçük kızı annesine vermişler. O da belli zamanlarda kızını gidip görüyormuş. Sonra bir gece arkadaşlarıyla içki içmiş. Çok içmiş. Fakat kafasında sadece bir tek şey varmış. O gece kızını görme isteği… Arkadaşlarından ayrılmış, sarhoş sarhoş eşinin ve kızının kaldığı, kayınpederinin kapısına dayanmış. Kayınpederi, kayınvalidesi çıkmışlar. Bu saatte kızını göremeyeceğini, defolup gitmesini söylemişler. Bu da ısrarcı olmuş, sonra kayınpederi evden bir ekmek bıçağı getirmiş. Sonuç; kayınpederi, kayınvalidesi ve eski eşini öldürmüş. Komşular polis çağırmışlar. Mahkemeler, en yüksek cezayı yemiş. On yedi yıl o hapishane senin bu hapishane benim kimsesiz, garip dolaşmış durmuş. İki tane aftan yararlanmış. Ve en son deniz kenarındaki güney ilinde bunu bırakmışlar; ‘Çarşıya gittim. Acımdan ölüyordum. Penceresinde pişmiş tavuk dönen bir dükkanın önünde tavuklara bakakalmışım. Bir el omzumdan tuttuğu gibi lokantanın alt katındaki bodruma beni fırlattı ve ben on gün o bodrumda sürekli bulaşık yıkadım. Müşterilerden artakalan yiyecekleri yiyordum. Sonra bir punduna getirip oradan kaçtım. Kaçtım ama nereye? Gidecek hiçbir yerim yoktu. Bir arkadaşım buranın lisesinde öğretmendi, onu hatırlıyordum. Otogarda beni buranın otobüsüne bedava olarak bindirip gönderdiler. Geldim burada arkadaşımın çalıştığı liseye gittim. Öğretmen arkadaşımı sordum. On yıl önce İstanbul’a tayin olmuş. Şu anda çaresizim. Babam bu bahsettiğim doğu ilçesindendi. Beni oraya gönderebilirseniz belki…’

   Çalıştığım yerde çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Aynı zamanda iktidardaki partinin merkez ilçe başkanıydı. Onu aradım. Yanıma gelmesini söyledim. Senin dedim falan yerdeki atıl duran tuğla fabrikana müdür buldum. Bu müdür orayı hazırlayacak, üretimi başlatacak. Parti Başkanı arkadaşım eğer benim kafayı yediğime inanmıyorsa bulduğum müdürün kim olduğunu merak ediyordu. Ve o zaman Doğan Bey’i onunla tanıştırdım. Şimdi Doğan Bey’i alıyorsun; önce elbiseciye gidiyorsunuz, sonra berbere, sonra hamama.  Pırıl pırıl giydiriyorsun. Akşamüzeri de yanıma geliyorsunuz. Geldiler. Doğan Bey yeni elbiseler içerisinde mutlaka bir yerin müdürüdür diyebileceğiniz bir görünüşe sahipti. Benim arkadaşımla da çok iyi anlaştıklarını anladım. Ve doğan Bey fabrika müdürü oldu. Fabrikayı üretime geçirdi. Bölgede sevilen sayılan biriydi. Mahalli İdare Seçimleri yakındı. Parti Başkanı arkadaşımı çağırdım. Ona dedim ki; ‘Ben sana hiçbir şey söylemeyeyim, sen ne söyleyeceğimi anla.’ Arkadaşım ‘Ben de kafamda onu düşündüm.’ dedi ve Doğan Bey’i ön sıralardan Mahalli İdare Yönetimi’ne soktular. Sözü geçen bir politikacı idi. Bir gün beni ziyarete geldi. Bana nasıl teşekkür edeceğini bilemediğini söz ile bunu yapmasının mümkün olmadığını; ancak benim kendisine yapabileceğim başka bir iyilik olup olmadığını sordu. Anlamıştım. Hemen, yetim çocukların bakıldığı, korunduğu, okutulduğu kurumun başını aradım. Ricamı ilettim. Falan tarihte, falan ilden, falan adresten alınan falan ad ve soyadlı çocuğun nerede olduğunu sordum. Bir saat sonra Doğan Bey yanımdayken kurumun başı aradı. Çocuğun bir Karadeniz ilinde yurtlarında kaldığını ve doktorluk son sınıfta okuduğunu söyledi. Çocuğun okuduğu okulun dekanını aradım. Filan öğrenciyle görüşmek istediğimi… Bir süre sonra çocuk geldi. Kızım dedim şimdi sana telefona senin hayattaki en değerli varlığını vereceğim. Baba kız telefonda ağlaştılar. Çocuğu Büyükşehir’e doktor olarak atandı. Biz de tanıştık. Doğan Bey hala o ilde çok sevilen bir kişi. 

 

 
Toplam blog
: 16
: 69
Kayıt tarihi
: 22.10.15
 
 

1952 Malatya doğumluyum. İlkokulu Malatya'nın Narmikan Köyü'nde, Orduzu'da ve Malatya Merkez Hida..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara