Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '11

 
Kategori
Eğitim
 

Katuna'da dokuz ay

Yazarı: Osman Şahin 

1940 Mersin, Arslanköy doğumlu olan yazar, köy okulunu bitirip Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsü’ne girmiştir. Yüksek öğrenimini, 1958-1961 yılları arasında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümünde yapmıştır. Doğu ve Güneydoğuda Köy Öğretmenliği, liselerde Beden Eğitimi Öğretmenliği yapan yazarın yapıtları, çeşitli ödüller almıştır. Bazı kitapları 10 dile çevrilmiş, 23 yapıtı sinema’ya uyarlanmıştır. 

Özet: 

Beş kız öğretmen, Adana Yatılı Kız İlköğretmen Okulunu bitirmişlerdi. Öğretmen olarak atanacakları illeri heyecanla bekliyorlardı. Hepsi henüz on yedi yaşındaydılar. 1966 yılı Ağustos ayının ortalarında Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğünden gelen zarfla heyecanlanmışlardı. Beş genç öğretmen öğretmenlik için Adana, Maraş, Mersin yörelerini istemişlerdi. Oysa Bakanlık hepsini hiç beklemedikleri bir İl’e, Mardin’e atamıştı. Zorunlu hizmet olduğu için yapacak bir şey yoktu. Ağustos sonunda Mardin Milli Eğitim Müdürlüğünden atandıkları yerleri öğrenip, Eylül başında göreve başlamaları gerekiyordu. 

Alelacele hazırlığa başlayan beş genç öğretmen önce Urfa, oradan da Mardin’e geçmek üzere Adana otobüs durağına gittiler. O zamanın şartlarında Adana’dan Mardin’e direk araba yoktu. Başlarında Nebiye’nin babası Kadir amca ile yola çıktılar. Yine de yolculukları Urfa’ya kadar sevinçli ve güzel geçti. Urfa’ya indiklerinde, üzerlerinde aynı yere, Mardin’e atanmış olmanın sevici vardı. Gece saat birde Urfa’ya varan genç öğretmenler, Mardin’e gitmek için araba baktıklarında, Mardin’e gidecek olan arabanın diğer gün öğlenden sonra olduğunu öğrenince canları sıkılmıştı. Kadir amcaya bir minibüs şoförü, kişi başı on lira karşılığı Mardin’e götüreceğini söylemiş. Yapacak bir şey yoktu. Kabul ettiler. Zorlu günler şimdiden başlamıştı öğretmenler için. Doğru düzgün yol, iz, levha olmaması, yanlış yere gitmelerine neden oldu. Zor olan yolculukları daha da zorlaşmıştı. Bilmedikleri bir bozkırın ortasında benzinleri bitti ve orda kaldılar. Gittikleri yerdeki insanların düzgün, hatta hiç Türkçe bilmemeleri, iletişim’i gittikçe güçleştiriyordu. Aralarında askerden yeni gelen birinin olması, onlara yollarını bulmalarında yardımcı oldu. Gittikleri yer Suriye yakınları bir yermiş. Zorlukla benzin temin ettikten sonra yollarını bulmuşlardı. Özce Kızıltepe’ye, oradan da sonunda daracık sokakları, taş merdivenleriyle, taş yapılardan oluşan evler arasında badem, dut, iğde, akasya ağaçları yükselen, suları çeşme ve musluklardan akan Mardin’e ulaştılar. 

Müdür yardımcısından gidecekleri köyü öğrenmek üzere Mardin Milli Eğitim Müdürlüğü’ne çıktılar. Müdür yardımcısı, aslında hepsinin tayin yerlerini ayrı ayrı köylere vermek istediklerini, yalnız okulların adlarının olması, binalarının henüz olmaması üzerine şimdilik beş öğretmeni de aynı köye, Katuna Köyü İlköğretim Okuluna tayinlerinin yapıldığını söyledi ve maaşlarını alan geç öğretmenler sevindiler. Mardin Milli Eğitim Müdürlüğü memuru eşliğinde Katuna’ya ulaştılar. 

Kavak, ceviz, dere boyu yükselen meyve ağaçları içinde Katuna Köyü görünmeye başlamıştı. Katuna köyü uzaktan hoş görünüyordu. Katuna Köyü öğretmenlerin hoşuna gitmişti ama Katuna hiç de uzaktan görüldüğü gibi değildi. Katuna’nın içerisine girdikçe derme çatma bahçe çitleri, sıvasız duvarlar, döküntü kapılar, pencereye benzeyen oyukları gördüler. Katuna’nın sokaklarını da gübre, çamur, taş içinde görünce, genç öğretmenleri keder ve sıkıntı sarmıştı. Dokuz aylarını nasıl geçireceklerini düşünmeye başladılar. Bir yandan da kendilerini şanslı görüyorlardı. Beş öğretmen birlikteydiler. Öğretmenleri Katuna Okul Müdürü ve Karakol Komutanı karşıladı. Öğretmenler için altı samanlık olan iki katlı bir evin üst katını düzenlemişti. 

Öğretmenler gelince eşyaları el birliğiyle hazırlanan eve taşındı. Evin içi kül rengi bir çamurla sıvanmıştı. Odaya daracık bir koridorla giriliyordu. İçeriye altlı üstlü iki ranza ve tek yatak konulmuştu. Tavan yan yana dizilmiş kavak merteklerle kaplıydı. İki tahta çakılmış rafı vardı ve helası yoktu. Jandarma komutanı bir hela yaptırma sözü vermişti ve bir hela yaptırdı. Okul müdürü köyü yönlendirmek ve örnek olmak yerine, köylüye ayak uydurmuş, köy halkından bir farkı kalmamıştı. Karısı köylüler gibi giyinen, tek kelime bile Türkçe bilmeyen bir Kürt kızıydı. 

Okul ise avlu duvarı olmayan sarı badanalı iki küçük odası ve büyük bir dersliği olan binaydı. Okulda bir, iki, üç, dört ve beşinci sınıflar aynı derslikte ders görüyorlardı. Öğrenci sayısı on bir kız, elli dokuz erkek olmak üzere yetmiş civarı öğrenciden oluşuyordu. Öğretmenler köyü gördükten sonra, Nebiye ve Tülay istifa etmeyi düşündüler. Çünkü Zübeyde’nin endişeleri diğer öğretmenlerin gözünü iyice korkutmuştu. Fakat Selma hepsine cesaret veriyordu. Yatılı Kız İlköğretmen okulunda okuduklarını, mecburi hizmet vermek zorunda olduklarını ve bu yüzden çalışmaları gerektiğini söyleyerek teselli etti. Selma ve Emine’nin desteğiyle geç öğretmenler toparlandılar ve yerleştiler. 

Katuna’da ki ilk günlerine erkenden öten horoz sesleriyle gözlerini açtılar. Katuna’da ilk günleriydi. Köyü gezmeye başladılar. Kimi köylüler koyun, keçi sürülerinin peşine düşmüş, kimileri ağaç kesiyor, odun kırıyor ve odun taşıyordu. Katunalılar öğretmenlere gizli gizli bakıyor ve öğretmenlerden çekiniyorlar. Sokakları daracık, dam evlerinin kapısı yok, kapı yerine uzun hasır ve çul eskileri asılmış ve pencere yerinde oyuklar var. Köydeki çocuk ve kadınlar uyuşuk ve cansızlar. Köyde kuzeyden güneye akan bir su arkı var. Su arkının doğusunda ve batısında kahvehaneler var. Kahvelerden biri Göli, diğeri Berti Aşiretinin. Köylüler, kahve hanelere “çayhane” diyor. Çayhanelerin duvarında Suriye’den, Irak’tan ve İran’dan getirilmiş, altları, yanları Arapça, Farsça yazılı, güzel giyimli, eski kadın resimleri asılı. 

Çayhanelerde masa sandalye yok. Üstleri ince hasırla örülmüş adına ‘kürsi’ denilen küçük oturaklar var. Masa yerinede küçük sehpalar var. Sehpaların üzeri de çok kirli. Kadınları ve erkekleri öğretmenlerin yüzlerine bakmıyorlar. Kadınları çekindiklerinden konuşmuyorlar ve duygularını belli etmiyorlar. Erkekleri ise sorulara kaçamak ve kısa cevaplar veriyorlar. Karakol binası beyaz badanalı, kameriyesi ve bakımlı iki dönüm arazisi var. Arazide erlerin eğitimi için atlama tahtaları, kum havuzu, asılma demirleri, tırmanma halatları var. Binanın önünde ise çevresi sarı, kırmızı, kahverengi, mor çiçeklerle bezenmiş, üstünde” NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” yazılı gösterişli bir Atatürk büstü bulunuyor. 

1966 yılı Eylül ayının ilk haftası okul açıldı. Yetmişe yakın öğrenci, birkaç veli ve Bekir başçavuş açılışa gelmişti. Öğrenciler sağlıklı ama elleri yüzleri kir ter içinde, temizlikten bir haberler. Okulun ilk günü öğrencilere okula gelme gitme kuralları, okul çevresinin durumu, ağız-diş sağlı ve el temizliği konuları anlatılarak geçti. 

Öğretmenler Katuna halkını tanımak için ev ziyaretlerine gitmeye karar veriyorlar. Ziyaretler köy halkının hoşuna gidiyor ve Katuna halkı bu durumdan çok memnun oluyor. Ziyaretlerine önce aşiret ağalarının evlerinden başladılar. Evlerinin içinde kenarları nakışlı yün keçeler seriliydi. Duvar diplerine boydan boya sedir yapılmış, sedir üstlerine, kırmızılı, morlu halılar kilimler serilmiş ve yastıklar konulmuş. Tavanda da içeriyi gündüz gibi aydınlatan lüks lambası bulunuyor. Ağa evleri dahil hiçbir evde hela yok. Hela sorunu sorulduğunda, atalarından böyle gördüklerini ve atalarının bu geleneğini devam ettirdiklerini söylüyorlar. 

Köy halkının evlerine gelince, her evin ahırı ve bir kileri var. Uzunca ev ortadan ikiye ayrılmış, bir yanda hayvanlar diğer yanda dede, torun, gelin, damat, ana, baba, çocuklar kalıyor. Eve insanlar ve hayvanlar ayrı kapıdan girip çıkıyorlar. Kilerlerinde kuru üzüm, meyve kurusu, ceviz, badem, dut kurusu ve cevizli pestiller saklanıyor. Duvar diplerinde sıra sıra toprak küpler var. Birer, ikişer ya da üçer tane koyun, keçi keserler ve etlerini küçük parçalara ayırarak pişirirler. Sonra bazı küplere etleri, bazı küplere de et sularını koyarlar. Ayrıca olgunlaşmamış üzüm koruklarını eze eze, suyunu çıkarırlar ve şişelere koyarak limon yerine kullanırlar. Dolapları olmadığı için Katuna’da yıllardır kış hazırlığı böyle yapılırmış. 

Köyde odun kırma, odun taşıma, inek, koyun, keçi sağma da kadınlara ait. Katunalılar gülmeyen, sevinçsiz insanlardı. Katunalılar hiç köyden dışarı çıkmadıkları için her şeyden habersiz idiler ve öğretmenlere meraklı gözlerle bakıyorlardı. Öğretmenlerin saçlarındaki kurdelelere dokunuyorlardı. Katuna köylülerinin korktukları üç şey vardı; Hükümet, Ağa-Şeyh ve salgın hastalıklar. 

Katuna kadınlarının toplu yıkandıkları yer vardı ve kadınlar buraya on günde bir gider ve hep birlikte anadan doğma yıkanırlardı. Bu yıkandıkları yer pek sağlıklı değil ve içerisi görünen bir yerdi. Dere kenarında ve dereye bakan bir yer. Aşiretler arası kavga onları pek ilgilendirmez, hep birlikte yıkanırlar ve yemeklerini dahi yerlerdi. 

Ekim ayı başı öğretmenler Katuna’nın kuzeyindeki dağa gezmeye gitmeye karar verirler ama dağa atsız, eşeksiz çıkılamazdı. Öğrencilere söylüyorlar ve öğrenciler birer, ikişer tane eşekle onlara eşlik ediyor. Oraları bilen birileriyle gezmeleri, gezilerini kolaylaştırdı. Yanlarına Tülay’ın baba yadigarı dürbünü de almışlardı. Dağın eteğine çıkınca dinlenmek için oturduklarında dürbünle Katuna Köyünü izlemeye başlıyorlar. Beyaz badanalı karakol binası ve sarı badanalı okul binası görünüyordu. Belli ki bu gün kadınların yıkanma günüydü. Onların yıkandıkları yerden de bol duman çıkıyordu. Başladılar yıkanma yerini incelemeye. Ancak hiç hoşlarına gitmeyen manzarayla karşılaştılar. 12-14 yaşlarında bir grup erkek çocuk, yüksek duvar taşlarının aralığına yüzlerini dayamış, içeride yıkanan kadınları gözlemliyorlardı ve kadınlar bu durumdan habersizdi. Bu çirkin durumu öğrencilerine anlattılar ve köye inince de bu durumu köy erkeklerine anlatmaya karar verdiler. 

Gezilerine dağın arka tarafına doğru devam etmeye başladılar. Çok ilginçtir, dağın arkasında irili ufaklı derin mağaralar vardı. Mağaralarda seksene yakın insan yaşıyordu. Mağara girişlerinde kapı yerine kara çullar, keçeler asılmıştı. Mağara önündeki hafif eğimli arazide çalılar, ağaçlar vardı. Ağaç ve çalı dallarında sulakları, ayran kaseleri, bez torbaları asılıydı. Mağaradakiler Türkçe bilmiyorlardı. Öğrencileri Ali aracılığıyla konuşuyorlardı. Mağaradakiler koyun ve keçilerle, yazlı kışlı burada yaşıyorlar. Bunlar devletin vatandaşı olarak bile görünmüyor. Neden burada yaşadıkları, Katuna’da yaşamadıkları, sorulduğunda ekin ektiklerini, ekip biçmeye yakın olmak için burada yaşadıklarını söylüyorlar. Katuna’daki evlerinin buradan farksız olmadığını, özellikle ağa baskısından ve ağalara ait olmamak için mağarada yaşadıklarını söylüyorlar. 

Öğretmenler köye indiklerinde gördükleri manzaraları tartıştılar, bu durumu “kadınların yıkanma günlerine dair rapordur” başlığıyla kaleme aldılar ve bunu köy erkeklerine anlatmak üzere kahveye gittiler. Duydukları karşısında kimi kafasını önüne eğdi, kimi de haklısınız, dedi. Bunun üzerine kadınların yıkanma yerleriyle ilgili önlemler aldılar. 

Köyde iki aşiretin arasının açık alması, eğitimi de olumsuz etkiliyordu. Bir gün, iki aşiretten birkaç öğrenci okula gelmemişti. Gelenlerin de yüzü pek gülmüyordu. Öğretmen nedenini sorduğunda, Göli aşiretinin Rıza’sının halaya gittiğinde, hacet kazığıyla birlikte uçuruma uçarak öldüğünü ve bunu Berti aşiretinden birinin yapmış olacağını düşünüyorlardı. Olay yerinde devriyeler geziyor ve daha sonra hükümet tabibi ile savcı gelip rapor tutuyor. Ölümün cinayet olmadığı yönünde rapor veriyorlar. Öğretmenler bunu fırsat bilip köyün hela sorununu çözmeye çalışıyorlar. Bekir Başçavuşun desteğini alarak aşiret ağalarını ikna etmeye çalışıyorlar. Aşiret ağaları hela yaptırınca, birçok köylü de hele yaptırıyor. Okula da biri kız, dördü erkek halası olmak üzere beş hela yapılıyor. 

Köye azıcık yağmur düşse yollar çamur, bataklık oluyor. Yollarda yürünmüyor, arabalar girip çıkmakta zorlanıyor. Köyde Naide adlı bir kadının hastaneye çamurlar yüzünden yetişemeyerek ölmesi, yol yapımı için köylüyü harekete geçirmeye vasıta olarak değerlendiriyorlar. Köyde taştan çok ne vardı, ama kullanmıyorlardı. Köylüyle birlikte yola taş döşediler ve biraz da olsa köyü okula, okulu Mardin yoluna bağlayan yolu çamurdan kurtardılar. 

Çocukların elleri, yüzleri kir pas içindeydi ve bunlara temizliği ne kadar anlatsan da boşunaydı. Kız erkek bütün öğrenciler okula günlük kıyafetleriyle gidip geliyorlardı. Aynı kıyafetleriyle yatıyorlardı ve günlerce yıkanmadıkları için üstleri başları ter, yatak ve ağır nefes kokuyordu. Su bol olduğu halde ağızlarını, ellerini yıkamazlar, dişlerini fırçalamazlardı. Dereden rahatlıkla su içiyorlar, dereden aldıkları su ile yemek yapıyorlar, yemeklerinin bulunduğu kapların ağzını örtmüyorlardı. Köydeki iki ağa dışında kimse sabun kullanmıyordu. Köyün sabun alacak parası da yoktu, sabun kullanma alışkanlıkları da yoktu. Meşe külünü ve ince kumu, temizlik tozu olarak kullanıyorlardı. 

Elli dokuz erkek öğrenciden on birinde, uyuz hastalığı vardı. Uyuz hastalığı öğrenciler arasında yaygındı. Bazı aileler durmadan kaşınan, derilerini kızartan çocukların ellerini yanlarına bağlıyordu. Öğretmenler Mardin’e gittiklerinde, Mardin Sağlık Ocağına uğrayarak dertlerini anlatınca, Sağlık Ocağı görevlileri beş kiloluk kükürt torbası ile bir çuval kükürtlü sabun verdiler. Bu sorunu da halleden öğretmenler iyice sevilmeye ve her şeyi bilen kişiler olarak görülmeye başlandı. 

Ziyaretlerden hoşlanan Katunalılar ikişerli, üçerli gruplar halinde öğretmenleri ziyarete gelmeye başlamışlardı. Kızlar öğretmenlerin her şeyi bildiğini düşünüyorlardı. Bu yüzden öğretmenlere her türlü sorular sorup cevaplar bekliyorlardı. Öğretmenler de önerilerde bulunuyorlardı. Genç kızlar anlatılanları çabuk kavrıyorlardı ve elleri hünerliydiler. Öğretmenlerin gösterdikleri oya ve nakışı hemen kavrıyorlardı. Öğretmenler onlara yeni davranışlar kazandırmaya karar verdiler. İnsanların değiştirmesi için ilkin çevrenin değiştirilmesi gerektiğini biliyorlardı ama yaşadıkları çevrede büyük değişiklik de yapamayacaklarını biliyorlardı. Çevreyi değiştiremeyen öğretmenler, kafaları değiştirmek için çalışmaya başladılar. Köylülerin, aklı gözünde insanlar, oldukları için onlara elle tutulur, gözle görülür şeyler öğretmeye karar verdiler. Köydeki kızlara biçki-dikiş kursu vermeye başladılar. Köyde otuza yakın genç vardı. Kursa ağa hanımları da katılınca, kurs iyice rağbet gördü. 

Hacet kazığı sebebiyle ölen Berti aşiretinin Rıza’sı, aşiretler arası kavgaya tuz biber ekmişti. Kavgaların daha da büyümemesi için öğretmenler, ağaların görüşünü de alarak saygı duydukları Büyük Sakal Şeyh Pulan’ı köylerine çağırmaya karar verdiler. Şeyh Pulan, her şeyi bilir, elinden uçan kaçan bile kurtulamazmış, gibi sonsuz inançları vardır ve o ne derse onu yaparlarmış. Şeyh Pulan sayesinde cephelerde yan yana vatanı için savaşan insanlar yine birlik olmuşlar, küslük bitmişti. Şeyh Pulan bol para ve hediye alarak gitti. Köylüye de başka yerlerden topladığı “soyka” kıyafetlerini dağıttı. 

Artık karlar erimiş ve bahar gelmişti. 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamasının akşamı okul bahçesinde tiyatro ve halk oyunları gösterisi yapıldı. Buna Katuna halkının hepsi katıldı ve eğlence çok hoşlarına gitti. Öğretmenlere çok teşekkür ettiler ve böyle birlik beraberlik görmediklerini söyleyerek memnuniyetlerini dile getirdiler. 

Yılsonu gelmiş öğretmenler memleketlerine gitmek üzere hazırlıklarına başlamışlardı. 1967 yılı Mayıs ayının ortalarıydı. Köylülerden on beş yirmi kadar erkeğin devasa taş yığınlarının orda çalıştıklarını görmüşlerdi ama buna anlam verememişlerdi. Öğretmenlerin gideceği gün öğrenciler evin etrafını sarmışlardı ve ağlıyorlardı. Öğretmenler dışarı çıkınca ellerinde hediyelerle karşılarına dikildiler ama hediyeleri alamayacaklarını, valizlerinde yer olmadığını söyleyerek teşekkür ettiler. Öğrenciler çevrelerinden birden dağıldı. Hediyeleri kabul etmedikleri için alındıklarını ve bu yüzden gittiklerini düşündüler. Köyde anlam veremedikleri bir sessizlik vardı. Tam yola çıkıp giderken köylülerden üç erkek, öğretmenlerin ellerindeki valizleri aldılar ve köylünün onları beklediği okula doğru götürdüler. Kadın, erkek, çoluk çocuk herkes ordaydı. Öğretmenler köylünün gönül tahtına oturmuşlardı. Köylünün hepsi onları uğurlamaya gelmişlerdi. Uğurlamaya gelenler arasında Okul Müdürü Cemal Bey, Muhtar ve Bekir Başçavuş da vardı. Köylüler, elleriyle öğretmenlere okulun arkasındaki taş yığınını gösterdiler. Köylüler oraya “Beş Kardeşler” anıtı yapmışlardı ve inanılmaz bir şekilde uğurladılar. BEŞ GENÇ ÖĞRETMENİ… 

Şule Yiğit 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..