- Kategori
- Kültür - Sanat
Kazlarla Dans II.Bölüm

Kuğu Kızlar
Bazen bir yaban kazına, bazen narin bir kuğuya, bazen kaz çobanına dönüşse de masallarda kendi gerçeğini saklayan insanüstü bir varlık ve onun su ile ilgisi sevilen bir konudur. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi[1] isimli çalışmasında “kuğu kızlar” motifinin dayandığı esasın, yarı ölü veya yarı kutsal bazı ruhların kuğu şekline girme inancı olduğunu ifade eder. Hind mitolojisinin ilk çağlarından itibaren evlenmemiş kızların Lotus Gölü’nde bir kuğu şekline girerek yüzdükleri, bu kuğu kızların istedikleri zaman insana dönüştüğü bilinir. İngiliz Din Ansiklopedisi’nde “kuğu kızlar” maddesini yazan M. E. Satone “<ı>kuğu olma fikrinin, bekâr kızların erkek gözünden kaçma ve gizlenme isteğinden ileri geldiğini” söyler.ı> Kuğu bir semboldür; tıpkı kızı erkeğinden gizleyen ve ayıran bir gelin tülü gibi… Bu sebeple kuğu Hindistan’da gerdek gecesini simgeler.
<ı>“Cermenlerde kuğu kız beyaz bulutların sembolüdür. Onun için bu kızlar, insanlara şiddetli rüzgârlar getirirlerdi. Diğer milletlerin mitolojilerinde kuğu şekline giren kız ve erkekler ise genel olarak adlarını ve kimliklerini başkalarından saklarlar, kendilerinden başka âlemi tanımazlar. Araştırmacılar bunun için bu motifin arkasında totem inançlarının bulunduğuna inanmışlardı. Bunlar totem idiler ve bunun için adlarını saklıyorlardı. Çünkü adları da tabu idi. Bu kuğuların eski bir kılanı temsil etmeleri de muhtemeldi”ı>[2] diyen Ögel, Anadolu, Uygur ve Çağatay Türklerinin kuğuya bugünki kullanışımızda olduğu gibi “kuğu” dediklerini diğer Türk lehçelerinde kelimenin kısaltılıp “kuu” şeklini aldığını söyler. Orta Asya Türk edebiyatında kuğu, tıpkı beyaz kaz gibi kalp temizliğinin bir sembolüdür. Hint mitolojisinde zaman zaman kaz-kuğu birbirine karışır.
Türk halk inanışına göre cinler dumandan ya da ateşten yaratılmışlardır. Bu cinlerin dişilerine peri denilir. Âşık olup evlenebilirler, çocukları olur, bir kaza sonunda yok olabilirler buna benzer bazı özellikleri ile insana benziyor gibi görünseler de aslında insanüstü yeteneklerle donatılmışlardır. İnsanlarla karşılaşabilir, onlarla iletişim kurabilir hatta onlara ceza vererek “cin çarpmışa” döndürebilirler. Orhan Seyfi Orhon, “Peri Kızı İle Çoban” isimli şiirde ikilinin aşklarını anlatır;
Çok eski bir zamanda,
Oğuz Han Hükümdarmış
İşitmiştim Turanda
Bir peri kızı varmış
diye başlar. Güzelliği dillere destan bu peri kızına bir çoban âşık olur. Kız sihir yapıp kuş olunca çoban kafes bulup kuşu kafese koyar. Kız şekil değiştirip inci olunca çoban sedef olur inciyi içine alır. İnci yanıp çiçeğe dönüşür, sedef kelebek olur, çiçekler açılırken kelebek üstünde dolaşır. Böylece peri kızı çobanın eskiden sevip sonra terk eden sevgilisi olduğunu anlar. Kız önce kabul etmese de Oğuz Kağan araya girer ve sevgilileri barıştırır.
Ak Kaz’dan Kazakistan’a
Ünlü Rus Arkeolog Rudenko Altay Hun Çağı Tuyahta ve Başadar kurganlarında bulunan kutsal kaz resimlerin yüzüne kişilik ve tanrılık işaretleri verildiğine dikkat çeker[3]<ı>.“Divân ü Lügâti’t-Türk’te Efrasyab’ın kızının ismi Kaz’dır ve Kazvin şehrini inşa etmiştir. Türkistan’da bu kızın ismine izafeten Kaz Suyu adlı nehirler, Kaz Dağı isminde dağlar vardır.”[4] ı>Başta Şehnâme olmak üzere çeşitli kaynaklardan derlenen Alp Er Tunga Destanı’nda kazla kız ilişkilendirilir<ı>.ı> Alp Er Tunga’nın kızlarından birine kaz (kuğu) kadar güzel olduğu için Kaz adını verirler. Babası Kaz için büyük bir çayın kenarında bir kale saray yaptırır. Kız burada oynar, yüzer. Türkler buraya “Kaz Suyu” derler. Kaz’ın oturduğu, oynaya oynaya büyüdüğü yer büyük bir şehir oldu bugünki Kazvin şehri olur.
Kazakistan ve Kazak adının kökeni ile ilgili Kazak halk hikâyeleri ve şecere bilgileri fikir vermektedir. Kazaklar arasında çok anlatılan ve Çin yazılı belgelerinde de bulunan eski bir hikâyede, bir zamanlar küçük ordusuna komutanlık ederek düşmanlarla savaşan, Kadir adında bir yiğit, katıldığı savaşların birinde ağır yaralanıp, aç, susuz ıssız bir bozkırda kalır. Yaralarının acısından yürüyemeyen Kadir ölmek üzereyken gökten bir ak kaz uçarak gelir, ağzına su damlatıp onu susuzluktan kurtarır ve büyük bir göl kenarına götürür. Bu ak kaz aslında bir peridir, yiğidin yarasını iyileştirir. Evlenirler, peri kızı ile yiğidin bir oğulları olur adını “Kazak” koyarlar. Bu hikâyede oldukça açık biçimde, soylarının ak kazdan geldiğine inanan ve onu kutsal sayan anaerkil bir topluluğun izleri görülmektedir. Ayrıca Kazak Kıpçaklarının boylarından birinin adı “Kaz”dır. Çok sayıda Kazak masalında ak kaz kılığına giren peri kızlarına âşık olup, onlarla evlenilir. Ak kaz uğurlu sayıldığından Kazaklar onu vurmayı da yasaklarlar. Kazak bakşıları, ak kaz teleklerinden güç alarak hastaları iyileştirdiklerine inanırlar. Bir kaz öldüğünde onu duvarlarına asar, kötülüklerden koruması ve uğur getirmesi için çocuklarının göğsüne takarlar.
Türklerin soyunun ak kazdan geldiğini anlatan Han Hanedanlığı dönemi tarihî Çin yazmaları gibi günümüzden yüzlerce yıl önce yazılmış belgelerde, “<ı>Türklerin menşei bu kavimden çıkmıştır. Onlar Hunların kuzeyinde bulunuyorlardı, kabile reislerinin adı Apan idi. Onun on yedi erkek kardeşi vardı. Bunlardan biri olan Ejenşido yağmur yağdıran kutlu bir adam idi. Onun iki hanımı varmış. Bunlardan birisi yaz perisi, diğeri kış perisi imiş. Bu hanımların birinin dört çocuğu olmuş. Bu çocuklardan biri ak kaza dönüşmüş. Diğer bir çocuğu Abakan nehri ile Ken nehri arasını mekân tutup Kigu (Kırgız) diye adlandırılmışı>” denir.[5]
Kazaklar bebeklerin ilk defa ayakta durmalarına ve yürümeye başlamalarına neş’e içinde “kaz-kaz” diye destek olurlar. Bebeğin kendi başına ayakta durması “kaz turuv”, yeni yeni yürümeye başlaması “kaz basuv”, insanların at üstünde ya da bir tepede dik durmalarının adı da “kaz diyuv”dur.
Kafkas dillerinde “kaz”, “er”, “yiğit kişi” demektir. “Kazak” aynı zamanda bir erkek ismidir de… Kaz (yiğit)’ın sonundaki “ak”, çoğul ekidir. Bugün bozkırda göçebe hayat süren Kazakların soy adlarının mânâsı, “yürekli yiğit kişiler”dir. Bizde kullanılan “kazak erkek” söyleyişi ise erkeğin cesur, sözünü dinleten biri olduğunu gösterir. Kazaklar ayrıca Rusya ve İran’da atlı asker sınıfına verilen isimdir. Gagauzlar’ın bir köyünün adı Kazayaklı’dır. Kaz, Kıpçaklar, Karakalpaklar, Nogaylar, Gagauzlar, Özbekler arasında etnonim olarak bilinmekte, saygı gösterilmektedir.[6]
Kafkas da aslında Kaf Dağı’nda yaşamış bir ilâhi kaz mıdır, kim bilir? Sürüler halinde “V” şeklinde uçan kazlar kesretten vahdete ulaşmanın güzergâhını çiziyor gibidirler. Bu uçuş şekli yaban kazlarını adeta tek vücuda dönüştürür. Arkada uçan kaz, öndeki kazın yarattığı havaboşluğundan faydalandığı için rüzgârdan etkilenmez. Kaz sürüsünün önündeki kuş yorulduğu zaman arkaya, onun gerisinde uçan kuş öne geçtiğinden her kaz, hem en önde hem en arkada uçabilir.
Şamanın ve bazı ruhların zaman zaman ‘kuş’a dönüşmesi inancı, Müslümanlığın kabulünden sonra bazı meleklerin ve insanların ihtiyaç duyduklarında kuş haline geçebileceği şeklinde devam eder.
Odin’in onüç kızı kuğuya dönüşebilir. Eşi Amenet’le birlikte Mısır’ın ilk tanrılarından biri olan Amen’in adının anlamı “saklı olandır”. Bu tanrı va tenrıçanın kutsal hayvanları kaz ve koçtur.
Macar ve Finlerle akraba olan Vogul ve Ostyaklar da kuğuyu mukaddes bir hayvan olarak sayar, etini yemezlerdi. Macarlar yedi kabile halinde eski yurtları Atel-kuzuda otururlarken, Lebedias isminde bir reisleri vardır. <ı>“Lebed”ı> kuğu anlamına gelir. Buna dayanarak Macarlar da atalarının kuğu olduğunu iddia ederler. <ı>Kaz, Hitit kaya kabartmalarında da bulunan bir kuş desenidir. ı>Türk mitolojisinde ve folklorunda “kaz” önemli bir görevi vardır. “<ı>Ruh bedenden bedene göç ederek yetkin (kâmil) hale geldiğine göre ruhu simgeleyen kuş karabulutların arkasından aniden çıkan beyaz büyük bir kuş olmalıdır ki; buna uygun göçebe kuş, kaz kuşudur. O nedenle kaz kuşu kutsal kabul edilirdi. Hz.Ali’nin eteklerini tutan kazlar arasında resmedilmesi Alevi dünyasında haberci oluşları nedeniyle önemlidir. Kazlar Ali’nin namazda öldürüleceğini bilmektedirler.ı>”<ı> [7]ı><ı>ı>
Kaz sembolü, yaban kuşlarının güzergâhı olan her coğrafyada, geçmişten günümüze uzanan pek çok farklı iklime konup göçmüştür. Oğuz Kağan’ın altı oğlunun altısının da ongunu (totemi) kuştur. Sibirya Ostyak’ları kazı üç büyük tanrıdan biri sayarlar. Kızılderililer de kaz dansı yaparlar. Altay Şamanlarının davullarının üstünde kaz resimleri vardır. Kore’nin evlenme geleneklerinde damatlar beyaz bir atın üstünde, ellerinde beyaz bir kaz taşıyarak gelinin evine giderlerken bugün bu âdeti canlı yerine tahta kaz kullanarak devam ettirirler. Bask kabilelerinden birinin kabile işareti kaz ayağıdır. Bu kabile mensupları, kendilerini kötülüklerden koruyacaklarına inandıkları kaz ayağından kolye yapıp takarlar.
Bazı geleneklerin millî ve dinî kaynaklarını tesbit etmek mümkün değil. Paganlar kötü ruhları kovmak için binaların temeline yumurta gömmüşler; Romalı hamile kadınlar çocuklarının cinsiyetini öğrenmek için falcıya yumurtayla gitmişler. Fransa’nın bazı bölgelerinde gelinler hâlâ yeni evlerinin eşiğine yumurta koyup üzerinden atlıyorlar.
Kuş Dili
Kuşlar’ın dili meleklerin dilidir. Hz. Süleyman’ın kuşların dilini bildiğine inanılır. Klâsik Fars edebiyatının en önemli eserlerinden olan Mantık’ut-tayr (kuşların dili) mesnevisinde vahdet-i vücûd inanışı, otuz kuşun Sîmurg arayışı, arayışın sonunda her birinin Simurg olması anlatılır. Mesnevinin <ı>“Kazın Mazereti”ı> bölümünde, Kaz, yüzlerce kere yıkanıp temizlendikten sonra, sudan çıkıp <ı>“elbiselerin hayırlısı olan beyazlara bürünerek”ı>, topluluğun arasından geçip Hüthüt’le konuşmaya başlar: ”<ı>Hiç kimse iki âlemde de benden temiz yüzlü, benden temiz özlü birisi bulunduğunu haber vermemiştir. Her an güzelce gusletmekteyim… Seccademi suya sermişim ben. Benim gibi kim su üstünde durabilir? Kerametlerimde şüphe yok. Kuşların zâhidiyim ben, reyim aydın ve temizdir. Daima hem elbisem temiz, hem yerim, yurdum. Susuz âlemde duramam ben, çünkü azığım da sudur, varlığım da sudan! Âlemde benim gönlüm de dertliydi ama, gönlümdeki derdi yudum, arıttım, çünkü solukdaşım su (…) Her var olan, suyla diridir. Şu halde sudan el çekmemeli (…) İnsanın kıblesi su olursa, artık Simurg’dan murad almasına imkân var mıı>?”[8]
İskandinav mitolojisinde de kuşların ötüşürken konuştuklarına inanılır. Kazlar sessizliği belli belirsiz bozan bir hareket duyduklarında avaz avaz bağırıp çırpınır ve bu özellikleri nedeniyle bazı yerlerde bekçi köpeği niyetine kullanılır. Rivayet odur ki, M.Ö. 390’da Galyalılar bir gece Roma’ya baskın yaptıklarında kazlar bağırarak Kapitol askerlerini uyandırıp şehrin düşmanın eline geçmesini önlerler. Romalılar o tarihten sonra kazı kutsal sayar, her yıl altından bir kaz heykelinin yer aldığı geçit törenleri düzenlerler.
Kazın ayağı öyle değil!
Kazın alâmet-i fârikası ayakları gibi… Sanki bütün tılsımı, ayaklarında gizli. Kazayağı simgesine hiç dikkat ettiniz mi? Lâtince söylenişi ile <ı>“pes anserinus”ı> kazayağı sembolü, 60’lı yıllarda çiçek çocuklarının alâmeti olan “peace/ barış” işaretine ne kadar benziyor. Bir noktadan çıkan üç ışın… Aynı noktadan başlayıp yayılan bu üç ok, Oğuzların alemi olan <ı>“üç ok”ı>a da benziyor. Kazayağındaki üç iz, aynı zamanda <ı>“ehl-i beytin mührü”ı> diye de biliniyor.
Ukrayna’da paskalya yumurtaları boyanırken en çok tercih edilen desenlerden biri kazayağı… Kuşlar zaten yumurtanın taşıyıcısı, yani doğurganlık sembolü olduğu için Ukrayna’da özel bir saygınlık kazanmışlardır. Kazayağı deseninin, ilkbaharın gelmesini çabuklaştırdığına, kötü ruhları uzaklaştırdığına inanıyorlar. Ayrıca aynı noktadan çıkmış üç çizginin erkek, kadın ve çocuğu, aynı zamanda doğumu, hayatı ve ölümü simgelediği düşünülüyor.
“<ı>Bir ı><ı>Karapapak’ın babasını öldür sana düşmanlık beslemez, kazını öldür kan davası güderı>” lâfı sadece espri için söylenmiş değildir. Günümüzde Kars-Ardahan dolaylarına yaşayan Karapapak-Terekeme Türkleri açısından kazın çok özel bir anlamı vardır. Atalarının Azerbaycan’ın Borçalı Kazak bölgesinden geldiği söylenen Çıldırlı Âşık Şenliği Baba’nın (1850-1913) anısına her yıl “Kaz yemeği” dedikleri bir etkinlik düzenlerler.[9] Bu yörede kışlık et ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan kazlar, Şubat ve Mart aylarında kuluçkadan çıkar; içi yün ve tüyle yumuşatılmış yataklarda, evlerde özel ihtimamla bakılır; sıcak yerlerde korunur; üç günlük olduklarında ağızları sütle açılır.
Kaz besleyen Karapapak kadınları giydikleri üçeteklere, kilimlere uğur getireceği inancıyla kazayağı motifi yapar; en kıymetli misafirlerini kaz keserek ağırlarlar.
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinde ve Midilli İsyanı’nın bastırılmasında kullandığı gemi ve kızakların keresteleri, hatta Truva atının yapımı için Kaz Dağı’ndaki ağaçların işlendiği söylenir. Bu ormanlık bölgeye yerleştirilen ve yaptıkları iş nedeniyle kendilerine <ı>“Tahtacılar”ı> adı verilen Türkmenler ilk geldikleri günlerde, burada bir avlunun neredeyse tamamen kaz tüyleri ile kaplandığını görürler. O güne kadar İda olarak bilinen dağın adını Kaz Dağı olarak değiştirir, kaz tüylerinin bulunduğu bu yere “kaz avlusu”, dağın o bölümüne de “Babadağı” adını verirler. Tahtacılar arasında kaz kutsal bir hayvandır. Özellikle Edremit civarı Tahtacıları Kaz Dağı’nın kutsiyetine ve Sarı Kız efsanesine inanır, geçmişten gelen bazı geleneklerini bugün de sürdürürler.
<ı>“Çember veya üçgen içine çizilen iki çapraz kaza işaret eder. Bu motif giysilerde kullanılır.”[10]ı>
<ı>ı>
<ı>Hz. Fatma, Sarıkız ve Kaz Dağlarıı>
Kerâmetine inanılan pek çok evliyanın ülkemizin değişik yerlerinde makamı bulunur. Yurdumuzda seksene yakın yere Sarıkız adı verilmiş, otuzdört il ve ilçede Sarıkız Türbesi bulunduğu saptanmış. Kayseri’nin ilçelerinden Sarız’ın adı da, “Sarıkız”’ın yöresel söylenişi “Sarığız”dan gelmiş olabilir. Sarı Kız efsanesinin çeşitli varyasyonları bulunuyor. Bunlardan birinde, “<ı>Sarı Kız, Kan kalesinde savaşan peygamber damadı Âli’ye aşık olmuş, bu yüzden bir sürü kazla birlikte babası tarafından dağa bırakılmış (Kazdağı adı da buradan geliyormuş), kimsenin yaşayamadığı bu dağda onun yaşadığı her gece dağın tepesinde görülen bir ışıktan anlamışlar, babası onun ölmediğini görünce geri getirmek için dağa çıkmışsa da kız dönmemiş, dağda kalmış, her gece dağın tepesinde nûr saçmaya deva etmiş, saçtığı nûr Ali’nin aşkıymış.ı>”[11] Diğer söylencede ise Sarı Kız’ın Hz. Fatma’nın kızı olduğu anlatılır. Baha Said, “<ı>Tahtacılar, İmam Ali Fâtıma binti Esed’i Esed’in Sarı Kız olduğuna itikat ederler. Vilâdet-i Ali ‘Beytullah’ın içinde olduğunu söylerler. Fatıma binti Esed bir manevi garip olarak hamile kalmış. Doğuracağı esnada utanmış. Kâbe’nin avlusuna koşmuş, Kâbe’nin duvarı yarılmış. Hazreti Resul yetişmiş. Bu velâyet nuru, Peygamberin kucağında eve getirilmiş. Hakikaten ulviyet davası güden bu zümreler kendi milli geleneklerini ‘din’in erkân harici umdelerini teşbih ve temsil etmekle muhafazaya aşırı rağbet göstermişlerdir”ı><ı>[12]ı><ı> ı>diyerek kazı mukaddes sayan Tahtacılar’ın inanışlarının altında yatan nedenlere işaret eder. Balıkesir çevresinde anlatılan başka bir Tahtacı Sarıkız efsanesinde ise<ı> ı>Sarıkız, Fatma ile Hz. Ali'nin manevî kızıdır. Fatma ile Ali arasında platonik bir birlik vardır. Bu ruh birleşmesinden Fatma bir kız çocuğu doğurur. Kimseler anlamaz diye Ali kızını ihtiyar dostu Selmani Farisi'ye emanet eder, al çok uzaklara götür der. Selman Sarıkız'ı Kazdağı'na götürür ve orada büyütür. Büyüyünce Sarıkız çok güzelleşir, Selman ona âşık olur. Allah’a beni gençleştir diye yalvarır. Selman'ın dileği gerçekleşir ve Sarıkız'ın yaşına iner. Selman gençleşir ama Sarıkız'a kavuşacağı anda Sarıkız yok olur.<ı>[13]ı>
Tahtacı Türkmenleri ve Alevîler Kaz Dağı’nda bulunan, Baba’nın ve Sarıkız’ın türbeleri ile Kaz avlusunu her yıl 13 Ağustos-11 Eylül tarihleri arasında ziyaret ederek “hacı” olduklarına inanır, gelemeyenler vekil gönderirler.[14] Önünü Edremit Körfezi’nin mavisine, arkasını Kaz Dağı’na yaslayan Tahtakuşlar Köyü’nde atalarının Orta-Asya Oğuz boylarından 13.yy.’ da Horasan üzerinden geçip Kaz Dağı’na geldiklerine inanan köylüler buradaki kültür zenginlini fark eden bazı aydınların destekleri ile 1999’de Tahtakuşlar Köyü Özel Etnografya Galerisi adı altında bir müze kurmuşlar. Sergilenen eserler arasında kazayağı motifinin sıkça kullanıldığı görülüyor. Müzenin sembolü zemin üzerine çizili kazayağı, kazayağının dik ucunda bir yürekle sembolize edilmiş. Köyün tüm mezarlarında da kazayağı işareti bulunmaktadır.[15] Edremit çevresinde yaşayan Tahtacı Türkmenleri, çocuklarının karınları ağrıdığında çevrede bulunan akarsulara ve Sarıkız’a dua ederler.
Çukurova’daki Tahtacılardan Eseli, Gökçeli, Naçarlı Çaylaklar diye bilinen aşiret, “Eseli aşiret olup Alametliyiz” demelerine yol açan Kazayağı motifinin kendilerine cesaret ve kuvvet veren kutsal bir işaret olarak görürler. Mezar ve türbelere, genç kızların gelinlik üç eteklerine işlerler. Adana Ceyhan ili Kızıldere köyünde de bir Sarı Kız’ın ve onun erkek kardeşi olduğu söylenen Durhasan Dede’nin[16] türbeleri vardır. Sarı Kız efsanesi ta Kaz Dağı’ndan buraya taşınmıştır. Kaz, kazayağı, Sarı Kız, Fatma Ana motifleri Tahtacılar arasında oldukça çok kullanılır.
Aydın’ın Mardan Dağı civarına yerleşmiş Tahtacılar’ın mezarlarının çoğunun üstünde kabaca oyulmuş kazayağı işarete vardır. Kadınların yattığı mezarların taşlarına da örtü bağlarlar.
Antalya civarına yerleşen tahtacılar da Sarı Kızı bir su perisi olarak görürler. Türbenin sundurmasının ilk merdiveninde
<ı>“Tahtacı Semahı’ndaı>
<ı>Aladağ’dan Şah’a kazın yurdunaı>
<ı>Acap Şah’a giden yollar bu mudur ?...” ı>denir<ı>ı>
Anadolu’nun birçok yerinde Sarı Kız makamları vardır. Halep civarında yaşayan İsmailî mezhebinden Nusayrîler “Receb-i Şerif’in” on dördüncü gecesi doğan, görünüşü huyları “Sarı Kız” gibi olan bir kıza mübarek bir kişi olarak görürler. Böyle bir çocuk doğduğunda yıkandığı suyu, kutsal su olarak tarikat mensuplarına büyük nazarlar karşılığında dağıtır, çocuğu da uğurlu sayarlar.
Kayseri'nin Sarıoğlan Kasabası, Düzencik köyü sınırları içinde yöre halkı tarafından <ı>"Fadime Anamızın Kirmeni"ı> olarak bilinen ve bazı mezartaşlarına çizilmiş olan <ı>kaz ayağıı> deseni bulunur. Bu işaretler burada bir zamanlar burada <ı>Tahtacılar’ı>ın<ı> ı>bulunduğunu gösterir. Şu an Sünni bir köy olan ve kuruluş tarihi 250 yılı geçmeyen bu köyün mezarlığında üzerinde <ı>kaz ayağı ı>bulunan pek çok mezar yol yapımı sırasında kaybolmuş.[19]
Bu tür inanışlarda kaza yüklenen özel anlamı doğru yorumlamamız gerekiyor. Dağa terk edilen Sarı Kız’a, kaz her gün yumurta bırakır, bunlardan birini yiyip ölmekten kurtulan Sarı Kız diğer yumurtalarla kazlarının sayısını arttırır. Sarı Kız’ın gün geçtikçe büyüyen kaz sürüsüne çobanlık yapmasının, onları gütmesinin de özel bir anlamı olmalı. Göklerden yere bilgi taşıyabilen bir aracı kaz, kaz mektebinden mezun olan kız da artık keramet sahibi bir velî sayılmaz mı?
“Aptal kaz” benzetmesi aslında, hiç farkına varmadan deyimin eski kullanımının bozulmasıyla oluşmuş olabilir mi? Kaz aslında bir zamanlar “abdal” mıydı? Alevi-Bektaşi inanışında, abdalların önemi düşünülecek olursa onların da mübarek saydığı bir kuşa “aptal” değil “abdal” demiş olmaları daha mantıklı. Belki bu deyim zaman içinde dilimize aradaki fark bilinmediğinden kolayca değişerek yerleşmiştir.. Sarı Kız’ın kötü yola düştüğüne babası ancak kızı evlilik dışı bir bebeğe hamile kaldığında inanmış olabilir. Tam bu noktadan bakılınca, Kaz dağına bırakılan Sarı Kız, başka bir aynada Bakire Meryem’i bile hatırlatır. Olağanüstü biçimde hamile kalan, bunu etrafındakilerin anlamadığı için cezalandırılan ve reddedilen, suçlanan aslında kendisi de keramet ehli sayılan kızlar, kadınlar… Sarı Kız efsanesinin arkasında, sürüsüne çobanlık eden ve sonra da unutulup giden, inkâr edilen bir kadın peygamber/velî inanışı bile saklanıyor olabilir. Bütün hikâyeyi kazın bildiği muhakkak. Kaz deyip geçmemek lâzım...
[1] Bahaeddin Ögel, a.g.e., s. 492.
[2] A.g.e., s. 493
[3] Prof. Dr. Bahaaddin Ögel, Türk Mitolojisi, TTK, 1971, s.451. Rudenko’nun kurganlarda bulduğu kaz resimleri numaralandırılarak kitapta gösterilmiş.
[4] Türk Dili ve Edebiyatı Ansk., C. V, Dergâh Yay., 1982, s. 240.
[5] Kazaktın Köne Tarihi isimli kitap ilk defa 1987 yılında, adları belirtilmeyen bir grup Kazak bilim adamı tarafından Çin Halk Cumhuriyeti’nde yazılarak, Doğu Türkistan’da basılmıştır. 1993 yılında ise Murathan Kani Arap harflerinden Kril harflerine çevirerek Almaata’da bastırmıştır.
[6] Ali Aksüt, Sarıkız Fatma Ana, İst., 2005, s. 13-14.
[7] Tankut Sözeri, <ı>“Üç Şey Var Ki”ı>, Yeni Bursa Gaz., 19 Ağustos 2007.
[8] Feridüddin Atar, Mantık Al -Tayr, T. İş Bank. Yay, 2006, s. 59 .
[9] M. Fahrettin Kırzıoğlu, <ı>“Aşık Şenlik Hakkında”ı>, Tanrıdağı Der., nu. 9, 1942.
[10] Türk Dili ve Edebiyatı Ansk., “Kaz”, C. V., 1982, s. 240-241.
[11] Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Ktb., 1975, s. 558.
[12] Baha Said Bey, “Sarı Kız Efsanesi”, Memleket Gazetesi, nu.18, 26 Cemâzîye’l-evvel 1337.
[13] Azra Erhat: "Kazdağı Efsaneleri" Sohbet Gazetesi, 6 Aralık 1962, s.3.
[14] T. Harimi Balcıoğlu, Tarihte Edremit Şehri, 1937, s. 87.
[15] “Ali Konyalı, Kaz Dağı’nın Eteklerinde Keyifli Bir Yolculuk”, Skylife Der., Kasım 2005, s. 2-6.
[16] Adana Müzesi Kütüphanesi’nde Durhasan Dede hakkında yazılan H.1129=1717 ve H.1132/1710 tarihli iki hüccet türbenin 18.yy’ın ilk çeyreğinde yapıldığına işaret ediyor.
[17] Ali Aksüt, Yol Der., nu. 9, 2001, s. 23.
[18] A.Yılmaz, Tahtacılarda Gelenekler, Milli Kütüphane araştırmaları, IX, Ulus Basımevi, Ank.1948, s.13.
[19] Prof.Dr. Harun Güngör “Acari Kelimesi Üzerine”, Türk Dünyası Araştırmaları Der., 1988, sayı: 57 s. 187-189.