- Kategori
- Kültür - Sanat
Ballard'ın Son "Çarpışması"

“Yaşamımız 20’inci yüzyılın o büyük ikiz ana temasının egemenliği altında; seks ve paranoya... Geçmiş, toplumsal ve ruhsal anlamda Hiroşima’ya ve nükleer çağa nasıl yenik düşmüşse, gelecek de doymak bilmeyen bugün tarafından yutularak yok oluyor”[1] diyen ünlü yazar James Graham Ballard, 19 Nisan 2009 sabahı aramızdan ayrıldı. Karabasanın, akılla evliliğinden her zamankinden daha belirsiz bir dünya doğduğunu iddia eden Ballard, romanlarında, kendi karanlığına saklandıkça içindeki canavara yaklaşan günümüz insanının nevrozlarını bilimkurgu kılığınadaki sağlam distopik felsefelerle kaleme aldı.
Babasının görevi nedeniyle 18 Kasım 1930’da Şanghay’da doğan J.G. Ballard, henüz onbir yaşında Çin’in Japonya tarafından işgaline tanık olur. II. Dünya Savaşı, onun da, dünyanın da ölüme en yakın tecrübelerinden biridir. Pearl Harbour baskınının ardından gönderildiği toplama kampında savaşın sonuna kadar tutsak kalır.[2] Esir kampındaki bu çocuğun hissettiği şiddet, tecrit ve kuşatılmışlık duygusu daha sonra romanlarına o günlerden kalma eski bir zehri boca edecektir. Çocuğun travması, yazarın kalemini hırçınlaştırır.
Geleceğin şimdide yaşandığı, asıl yabancı gezegenin dünyamız olduğu anlayışla klasik bilim-kurguyu reddeden Ballard değişen yüzyılda, yazarın geleneksel kimliğinin de kökten değişmesi gerektiğine inanır; artık “yazarın rolü, safariye çıkmış ya da laboratuvarda çalışan, bilinmeyen bir yerle ya da denekle karşı karşıya olan bir bilim adamının üstlendiği rolden farklı değildir. Bütün yapabileceği, çeşitli varsayımlarda bulunup bunları gerçekler karşısında sınamaktır”. Süper Kent’in[3] göklerini kaplayan uçaklar, refah içinde yaşayan insanları tehdit ederken, henüz 11 Eylül olayları yaşanmamış, Milenyum insanları’nda[4], ya da Yakın Geleceğin Mitosları’nda[5] konu edilen, Londra’daki patlamalar, sokak ayaklanmaları, henüz gerçekleşmemiştir. Realite, kurguyu geriden takip eder. Kuzey Irak’taki savaş, Fransa’daki sokak hareketleri, Ballard’ın kurguladığı dünyanın gerçek hayattaki izdüşümleridir. O, şimdi ve gelecekte doğrulanmaya devam eden, isabetli öngörülerin sahibi bir tür “kâhin-psikiyatr”gibidir. Bu açıdan “Ballardyan dünyanın”[6] kurgusu gerçeğin kurgusuyla defalarca sınanmıştır ve sınanmaya devam edecek gibi görünmektedir.
Sınırsız Rüyalar Diyarı[7]’nın ilk sayfalarında onu çaldığı uçakta buluruz. Kitabın Kahramanı Blake, yaşadığı başarısızlıklardan uçarak kaçmayı pânlamıştır...
Ballard, sınırsız rüyalarını görmek için yine bildiği bir yere sevgili kasabasına kaçacaktır; sayesinde Shepperton dev akbabalar tarafından yönetilen hava bölgesine, bir kuşhaneye dönüşmüştür. Evrensel yalanlar eşliğinde kötülüğün şiirini söyleyecektir. Onu öldürmek isteyen, nefes almasına engel olmaya çalışan göğsündeki el izlerinin sahibini bilse rahatlayacaktır..
Rüyalar aleminin huzursuz ressamı Dali’dir. Ballard, Dali’nin güncesi için yazdığı önsözde ressamı anlatır gibi kendi duygularının birkez daha altını çizmektedir; “20. yüzyıla egemen olan usun ve karabasanın huzursuz birlikteliği, gerçeküstülüğü gitgide artan bir dünya doğurdu. Kendi çağımızın olaylarının, herhangi bir görüşten çok, gerçeküstücülük açısından bakıldığında bir anlam kazandığını daha iyi görür olduk”[8] Dali’nin tablolarının küflü cennetimizi üreten ruhsal bunalımları ve bunlarla birlikte yaşamanın verdiği hazları da belgelediğini söyler. Ressamın sanatı, aşırının geçerli olacağı bir zamanda bir eğretileme olarak, kendimizle ilgili Freud’dan bu yana, benzeri görülmemiş bir kehânet toplamıdır. Röntgencilik, kendinden tiksinme, korkularımızın ve özlemlerimizin çocukluktaki temellleri, kısaca psyche’ye ait tüm sayrılıkların tanısı konulmuştur. “Kabul etmek gerekir ki, Dali’nin seçilmiş avam personası(yarı soytarı, fallik kulesinin üzerinde günah çıkarma ile psikanaliz’in birbirine karştığı bir ilahiyi haykıran yarı meczup bir müezzin) el altında bulunan herhangi bir kategori ile örtüşmüyordu. Gene de Dali’nin geçmişi şaşırtıcı ölçüde ahlak ve geleneklere uygundu”
Ballard’ın Dali’yi bu kadar net anlaması ruh yatkınlığı ile açıklanabilir. Çünki o da kitaplarında Dali gibi, sert ve çarpıcı gerçeği kâbusa benzer bir rüya aleminde, tıpkı rüyâ kurgular gibi yazmıştır Sınırsız Rüyalar Diyarını.
Romanlarında modern distopyaları hikâye eden Ballard; adını, yaşadığı çevreyi, çalıştığı yerleri kurgularında çok rahat kullanır. Crash’ın kahramanının adı John Ballard’dır. Sınırsız Rüyalar Diyarı’nda da Crash’ta da mekân olarak Shepperton kasabasını, ünlü film stüdyosunu, havaalanını, hâlen yaşamakta olduğu yerleri anlatır. Süper Kent’teki Paul Sinclar, Ballard gibi Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF)’in eski bir pilotudur. Hergün yeniden uçma düşü kurar. Milenyum İnsanları’nda da “Ballardyan imgelerini” kullanmaya devam eder, hastaneler, doktorlar, kaza geçiren insanlar, otomobiller, eski pilotlar, uçaklar, hava alanı, otoparklar, patlamalar...
Ballard’ sizi dışarda bırakır, okuduğunuz karakterle asla özdeşleşemez, kendinizi onun yerine koyamaz hatta empati bile kuramazsınız. Gördükleriniz sizin için kâbusa bile dönüşse yapılacak bir şey yoktur çünki bu onun rüyasıdır. Siz başkasının fantazilerinin röntgencilerisinizdir yalnızca, orada olduğunuzu bilir ama sizi umursamaz kendi şovuna istediği gibi devam eder, canınız istemezse çekip gidebilirsiniz. Seyircisini kaybetmek onun performansını etkilemeyeceği gibi umurunda da olmaz. Ballard kazaları sever. Çarpışma’da da herşey kazayla başlamış ve yeni bir atmosfer yaratılmıştır. Ballard önce ressamdır.
Doğa’nın Diyalektiği’nde, insan düşüncesinin kökeninde doğanın insan tarafından değiştirilmesi temelinin yattığını söyleyen Engels’in edebi onaylanması gibidir Sınırsız Rüyalar Diyarı. Unutma ya da yeniden yaratma süreci mi olduğunu tartışabileceğimiz modernite fethetmeyi gerektirir. Ballard, bu anlamda yeniden yaratırken feth eden kişidir... Ürerken yok olan insanın ölümü, kendisinden geriye kalanın doğumudur. Blake’da varlıkların arasına koydukları sınırı kaldırır, o herşeyi kendine dönüştürürken kendisi de yeni ve başka birşeye dönüşür. Ballard, kötünün kollektif bilinçdışını, kaygı nöbetlerini, soyut dili ustalıkla kullanır kitabında.Vahşi zekânın ne kadar ölümcül olduğunun farkına vararız.
Onun fantastik dünyası kendi iç uzayının derinliklerinde, Beton Ada’sı, otoyolların ölü noktalarının birindedir. Kahramanları, tutsaklıklarından kurtulmak kaderlerini değiştirmek için hep bir yerlere gider ve gittikleri yerlerde tutsak olmaya devam eder. Ballard, genellikle havaalanı yakınlarında bir yere konuşlanır. Her an uçmaya, bir yerlere gitmeye niyetli gibidir. Otoyolları sürekli gözler, yol mühendisleri ile yakından ilgilenir.
1973’te yazdığı Crash(Çarpışma)’da seksle teknoloji arasındaki o korkunç birlikteliğin gizli izlerini gözler önüne serer.
İnsanın teknoloji ile “çarpışması”
Crash, “Vaughan dün son çarpışmasında öldü. Arkadaşlığımız süresince birçok çarpışmada ölümü prova etmişti, ama bu, onun ilk gerçek kazasıydı”[9] sözleriyle başlar. Romanın önemli kahramanlarından Dr. Robert Vaughan, geçirdiği trafik kazasından sonra, kazanın izlerini vücudundan ve ruhundan silemeyen, tehlikeli bir otomobil paparazzisine dönüşmüş bir kazazededir. Vaughan’ın objektifi ve kamerasıyle, kaza fotoğraflarını, filmlerini stoklamasını, teknolojinin, otomobil dışında, cinsellik, fotoğraf ve sinema imgesi ile de birleştirilmesine de imkân verir.
Teknoloji ile kuşatılan modern insanın özel alanı yoktur. Onun yerine “özel alanıymış”gibi kullandığı otomobili vardır. Latince “auto/ kendi”ve “mobil/ giden”kelimelerinin biraraya getirilmesiyle biçimlenen“otomobil”direksiyonlu Pegasus illüzyonundan başka nedir ki? İçinde yaşadığımız, bir yerlere gittiğimiz bu tekerlekli tecrit odalarımız aslında simülasyon araçlarımızdır. Ballard, Crash’ta geçirdiği kazanın ardından bir süre yalnızca seyircidir; <ı>“ Evdeki ilk günlerimi balkonda oturup otoyol boyunca akan trafiği seyrederek geçirdim, arabanın neden olacağı dünyanın sonunun ilk belirtilerinigörmeye kararlıydım, yaptığım kaza kesinlikle benim kendime özel bir provaydı… Bunların hepsi birer prova. Hepimiz kendimize ayrılmış olan kazayı gerçekleştirince asıl şölen başlayacak”[10] (s. 49)
Zihnimizin kendimize bile kapalı mahrem odacıklarının en dipteki kapılarını açıp içini arsızca gözetleyen Ballard’ın, cinsellikle, otoyolu algılama biçimi neredeyse aynıdır. Otomobil içlerini kadın bedenleriyle aydınlatılmış kaleydeskoplara benzetir. Ballard okurken rahatsız olursunuz. Çarpışma tekin değildir; trafikte sürekli ölümü prova eder; kaza yaptığı yere tekrar tekrar giderken, daha farklı bir ölüm ve kurban olasılığı üstünde düşünüp farklı yaralanmaların hayâlini kurar. Onu güvenli bir mesafeden izlemek zorunda hissedersiniz kendinizi, sizi tehdit eder. Ölü ve paramparça olmuş bedene ait her organ yeryüzünün çeşitli açılardan görünümü, tenindeki her iz, öfkeli bir teknolojinin biçimsel dönüşümüdür.
1973’te yazılan ve 1996’ta filme çekilerek Cannes’da jüri özel ödülü alan Crash’ı hiç rahatsız olmadan, başından sonuna kadar izlemeye tahammül edebilen sınırlı sayıda seyirciye hitap etmişse de yayınlandığı dönemde tartışmaların odağı olmuştur[11].
Gerçek, çıplak hâlde kurgudan daha vurucu ve tahammül edilemezdir. Ballard’ın istediği de bunu gözümüze sokmak değil midir? “Bizler kocaman bir romanın içinde yaşıyoruz. Özellikle yazar, romanına kurgusal bir içerik bulmaya gitgide daha az gereksinim duyuyor. Kurgu zaten önünde. Yazarın görevi icat etmek”[12].
Bastırılan herşey, yıkıcı bir potansiyel güçle donanır. Bugünün ve yakın geleceğin hezeyanları anti-ütopyaların patlamaya hazır yanar dağlarıdır. Ümitsizlik hastalığı ile lânetlenen milenyum insanı doğasında varolan şiddeti açığa çıkaran oyunlarla, özgürleşmeyi arzular. Teknolojiyle yayılan kaos ortamında soluğu kesilen insan, şiddetin vaad ettiği patlamanın rehavetiyle sakinleşme arzusundadır. Belki de o yüzden Ballard’ın kahramanları, özgürleşmek için zihinlerinin tehlikeli koridorlarında çarpışmaya ihtiyaç duyarlar.
[1]Çarpışma-Crash J. G. Ballard, (çev. Nurgül Demirdöven), 2.bs., Ayrıntı y., 2004, önsözden alıntı
[2] Crash’ın yazarı Ballard, bilimkurgu edebiyatın <ı>“yenidalga”akımının öncüsüdür. Steven Spielberg tarafından sinemaya da aktarılan Güneş İmparatorluğu isimli yarı otobiyografik kitabında, Japonya günlerini, çocukluğunu ve arayışlarını anlatan bir otobiyografidir. Esir kampından sonra, savaşın sonunda ailesiyle İngiltere’ye dönen Ballard, ölümü hep karşı kıyıdan seyretmiş gibidir. Cambridge’de iki yıl tıp okuyup, metin yazarlığı yaptıktan sonra, Kraliyet Havayolları’na katılarak Kanada’ya gider.
[3] Süper Kent, J.G. Ballard, (çev. Zeynep Çiftçi), ayrıntı y.,2004
[4] Milenyum İnsanları, J.G. Ballard,(çev. Zeynep Çiftçi), Ayrıntı y., 2005
[5] Yakın Geleceğin Mitosları, J.G.Ballard, (çev.Ümit Altuğ), Ayrıntı y., 1993
[6] Collins İngilizce Sözlüğü’nde ise ‘Ballardian’ sıfatı, J G Ballard’ın roman ve kısa öykülerini andıran, özellikle distopik modernite, iç karartıcı insan yapımı manzaralar ve teknolojik, sosyal ya da çevresel değişimlerin yol açtığı psikolojik sorunlarla ilgilenen işler için kullanılan bir sıfat” olarak tanımlıyor.
[7] J.G.Ballard, Sınırsız Rüyalar Diyarı, (çev. İrem Sağlamer), Ayrıntı y., 1995
[8] Salvador Dali, Bir Dahinin Güncesi “J.G. Ballard’ın önsözüyle”, (çev.Senih Aközlü), İmge ktb., 3.b., 2002, s. 9
[9] Crash, s. 10.
[11] Crash, (film) yön. David Cronenberg, oyuncular, James Spader(James Ballard), Holly Hunter(Helen Remington), Elias Koteas(Vaughan), Deborah Unger(Catherina Ballard), Rosanna Arquette(Gabrielle). 2006’ta Oscar alan Crash’la isim benzerliğinden başka ortak bir noktası yok üstelik asıl çarpışma etkisini Ballard yaratır.
[12] Crash,önsözden.s.8
ı>ı>