- Kategori
- Gündelik Yaşam
Kelimelerimle oynama !

Ben de bekleyebilirim kır çiçeklerinin, ıslak çimenler arasından boy atmasını, ılık lodosların coşturduğu bulanık denizin, küçük sandalları bir o yana, bir bu yana devrilircesine sallamasını, hatta çorak toprağın çatlamış damarlarına akan rahmet, nice duaların arkasına saklanmışcasına, üffff
Kelimelerle bu kadar da uğraşılmaz ki.
Kelimeler salınmalı. Şöyle ortaya çıktığında biraz da kıvırmalı. Hele hele, bir de birilerine hitap ediyorsa, arşı ala endam etmeli. Bazen törpülenmeli, hak edene de bilgiçlenmeli.
Hani gün batarya, kızıl kızıl, kümülüsler süslerken üstünü ve ufukta kaybolurken; işte, bu, boş boş bakınmanın kızıllığa, morlukla bezenirken sessiz ve usul usul, gözlerim yaşlanır, dolar da dolar ya, bir de efkar, işte o kelimeler beni alır götürür buralardan. Sıcak, sımsıcak bir yaz gününde, buharlaşmamak için bir ağaç gölgesinden meded umarken, kuşların mutlu ötüşleri, yüzyıllar evvelsi vals yapan çiftler gibi kelimelerin ardışık dizilimi, inanamıyorum ki beni mutsuz kıldı.
Yok, ben vazgeçtim. Kelimeler oyun oynamak için değil, sevgiyi anlatmak için kullanılmalı, savaşları engellemek için, aşkı yüceltmek için, hayatı daha çok sevmek için, ara sıra da bazılarına ders vermek için.
1 Kasım 1928 de kabul edilen harf devrimi ile, günümüze gelen güzel Türkçe’miz, siyasette oyun, kitaplarda kılavuz, gazetelerde haber, çocuklarımıza eğitim, aşıklara ilham olurken, nedensiz sapılan ara yollarda karşımıza çıkan argolarla, kirlense bile, bu güzel lisanımızı kimse bozamaz.
Biliyorum kızgınlaştığını, hatta söylemek istemediğin sözler dilinin ucunda. Belki de zor duruyorsun. Kim bilir olmayan kibarlığın, çokca kibirin. Ya da doğru kelimeleri arıyorsun da bulamıyorsun.
Olsun, bu çaba bile güzel lisanımız için çok güzel, en azından arıyorsun bulamamacasına.
Dokunsan, dilini yakar, dudakların titrerken. Ben onları dipsiz bir kuyuya attım sen biraz uğraş diye.
Ben aydınlık günleri severim, kelimelerle seviştiğim belli olsun diye. Gecenin karanlığını kullananları hiç sevmem. Kullananlar, peşlerine düşen kelimelerden kaçarken saklanacak delik arasınlar.
Mutluluk ve mutsuzluk elimizden fırlayan bir taş gibi olmadık yerlere giderken, o kelimeler benim diye feryat etmek, yetersiz görünse de, tecelli ortadadır artık.
Bir de üstüne, kullanılan kelimelerin sarhoşcasına, kontrolsüzce, yanlış kullanıldı denmesi, üstüne arsızca yığılan onca kelimeler ve fütursuzca gülümsemeler, bardağa akan son damla su gibi.
Sabah mahmurluğunun verdiği sarhoşluk, benliğimin silkelenmesi, ruhumun kendine gelmesi ve benim ben olduğumu hatırlamam, alıştığım günlük rutin uyanma psikozu, beni benden alıp uzaklara götürürken, kendime gelmem suyla birleştiğim ana denk gelir. Yalan dünya ile karşılaştığınız bir andır bu. Gözler ruhun aynasıdır derler, yalan! Benim kadersiz ruhum, masum bakışlı ela gözlerime hiç yansımıyor. Benim kendi halinde masum görünüşüm, kimseye bulaşmaz, kimseden korkmaz tavrım, her daim mutlulukla ışıldayamayan gözlerim, asabiyet canavarı ruh haline dönüşü sadece bir dakika.
Bana ait bu dakikalarla ve kelimelerle oynanmasına tahammül edemeyeceğim gibi, lisanımıza dil uzatmanın ne kadar edepli olup olamayacağını sorgulama zamanı belki de geçiyor.
Ne sahibim bu yerde ne kiracı, sadece bir ömürlük misafirim ben.