- Kategori
- Deneme
Keman sevdası

Ebrulim
Bir yıl önceydi. Pamuk toplama parasını almıştık. Ablama, babamla birlikte gitar almaya gittiklerinde ben de keman istemiştim. Ablama el yapısı “İspanyol Gitar” alındı; kemanım alınmadı. Gerekçe hazır, ”Dayın daireden geldikten sonra her gün keman çalardı, hastalıktan kurtulamadı. Çok içli bir alet. Ablan gibi sen de gitar çal.”
Birkaç adım geri dönüyorum. İlkokul 4. sınıftaydım. Yaz tatilinin son günleri, pamuk ikinci ağızda. Ceyhan yolu kenarında yine uçsuz bucaksız gibi görünen bir tarla, yine o yorulmayan demiryolundan geçen upuzun kömür yüklü trenler, üzüm bağları, onların yanıbaşında telaşlı İncirlik... Kulakları sağır eden susmak bilmeyen uçak sesleri... Bir el sallama karşılığında arabalardan yanımıza atılan boş kola kutuları... İncirlik’ten şehre doğru giden Amerikalılar. Kola kutularına yabancıyız. Rengarenk, değişik... Eteklerimizdeki pamuklarla, fotoğrafımızı çekenler, filme kaydedenler... Azarlandık. Ceza olarak tarlanın caddeden uzak cephesine gönderildik. Bağ-demiryolu-havaalanı bu kez onlara yaklaşmıştık. Küçük bağ evinde tek başına yaşlı bir kadın. Pamuk toplamayı bırakıp onun yanına gitmiştim. Ne kadar da Rehni’ye benziyordu. Eski toprak değdikleri yaşlı kadın buydu. Hiç yerinde durmadan ağaçların arasından bağının bozumuyla hüzünlü buruşuk yüzüyle Rehni’ydi. Bağ kenarından onunla birlikte mini mini kinin acısı domatesleri, sezon sonu tek tük kalmış üzüm salkımları topladım. Bulunduğumuz yerden on beş dakika sonra Rehn’inin yıllardır yattığı yerden geçiyorduk. Kendi deyimiyle “anca sin içine girince bedenim dinlenir” dediği yerden geçiyorduk. O gün akşam eve dönüşte, yarınlardan kuşku duyduğum biraz da bulunduğum ortamın tesiriyle Rehni için yazdığım “Yarın” adını verdiğim şiir aklıma geldi:
“Çalışmak vardı bu dünyada
Başını kaldırıp etrafına bakarsın
belin bükük, ağrın sonsuz,
bir süre öyle kalırsın;
pamuk tarlasındaki ırgatların arasında.
Çalışıp çabalarsın
günler, haftalar, aylar, yıllarca...
Kimini seversin taparcasına,
kimini umursamadan kırarsın.
Bir bakarsın göç başlamış.
Bakılınca gözlere ölüm korkusu farkedilir fotoğraflarında.
Tohumlar toprağı yarıp
boylara ermişken,
göç ne zamandır bilinmez;
kimi geç, kimi erken...
Ten kaybolup gidecek; ağlıyordu gerçekten gülenler.
İşte sıralanmış ard arda gerçek evler ufak.
Uçuverdi bütün sevenler, sevilmeyenler.
Bir - iki metre derinlikte ama yıllar kadar uzak...”
Geriye adım adım döndüm. Altı yaşımdayken kırdığım pesüs, yaşamıma yön vermişti. Karşılaşmak istemediğim insanları, uzakta gördüğüm anda yolumu değiştirme, aynı yerdeysem her ne pahasına olursa olsun bulunduğum yeri terketme duygusunu yaşamış uygulamıştım.
Duygu seline kapılmış, büyük bir gönül borcunun ezikliği altına girmiştim. Lise yıllarında pamuk toplarken attığım adım vicdanımı biraz olsun rahatlatmıştı.
Eskizler, eboşlar Rehni...