Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Mart '07

 
Kategori
İnsan Kaynakları
 

Kendinize bir iyilik yapın, riske girin

Kendinize bir iyilik yapın, riske girin
 

Küçükken bir arkadaşım vardı. Daha doğrusu arkadaş‘mış’ gibi yapmak zorunda olduğum bir kız. Anneannemin bizimle aynı apartmanda oturan bir komşu-arkadaşının ‘akran’ım olan, adıyla müsemma şirin torunu.

Aynı apartmanda oturduğumuz, daha da önemlisi bu kızcağızla ben akran olduğumuz için anneannelerimiz pek bir sık görüşürdü. Okul öncesi dönemimde her günün sabahı, kahvaltımı ettikten sonra, o meşum cümlenin anneannemin dudaklarından dökülmesini ve sevgili arkadaşım ile anneannesinin bize geleceklerini müjdelemesini! korkuyla beklerdim.

Zaten yalnızlığı pek seven bendeniz, kendi başıma olma özgürlüğümün bozulmasından öte, adıyla müsemma o arkadaşım tarafından katledilecek olmasından korkardım. Zira kendisi bir çocuğun olamayacağı kadar uslu ve aklı başındaydı. Hiçbir çılgınlık emaresi göstermezdi. Anneannelerimizi ikna edip arka bahçeye çıkma fikri (üzerindeki fistolu beyaz elbisesi kirlenecek diye) ona, köpekbalıklarıyla dolu bir havuza atlamak kadar korkunç gelirdi. Anneannem belki onun yanındayken o büyülü mekana, her türlü tehlikenin (gül dikenleri, gizlice sızan sokak kedileri ve üzerinden atlanabilecek türlü yükselti) var olduğu harikalar diyarına gitmeme izin verirdi. Ama sevgili arkadaşım o muhteşem diyarı keşfetmek yerine “Hadi bebek oynayalım” diyerek beni çileden çıkartırdı. Ama ona kızamazdım. Aksine acırdım. Hayatta çok “normal” biri olacaktı çünkü. Hiç risk almayacak, hiç çılgınca bir şeyler yapmayacaktı. Kendisi için biçilmiş ve tam üzerine göre dikilmiş beyaz fistolu hayatı yaşacaktı.

Benim idolüm kapıcımızın muhteşem torunu Başak’tı. Ele avuca sığmayan, bahçede sürekli oradan oraya zıplayıp koşan, iki kolunu da birkaç kez kırarak gözümdeki yerini pekiştiren ve ona karşı duyduğum saygıyı kat be kat artıran Başak, hayatta her şeyi yapabileceğine inandığım bir kızdı. Başak’la arkadaş olmayı çok istiyordum ama anneannem onunla bahçede oynamama izin vermiyordu. Ancak bazen yalvarmalarıma dayanamayarak Başak’ı bizim eve davet ediyordu. Tabii, anneannemin evinde yaramazlık yapmak Dolmabahçe Sarayı’nda çift kale maç yapmak kadar tehlikeliydi. Ve kesinlikle yasaktı. Bu nedenle Başak bizim evde yarım saat kadar oturduktan sonra yine harikalar diyarına ve yaramazlıklarına dönüyordu. Bulduğu her ağaca tırmanıyor, güllerin arasında kollarının çizilmesine aldırmadan koşturuyor, sokak kedilerini özgürce seviyordu. Bir gün odamın penceresinden onu izlerken karar vermiştim, büyüyünce anneannemin sözünden çıkmayı başaracak ve çılgınca şeyler yapacaktım.

Hayatta asla “sağlamcı” biri olmayacağıma kendi kendime söz vermiştim o gün. Kesinlikle “risk sever” olacaktım. O gün bugündür de fikrimi değiştirmedim. Bazen kazandım, bazen kaybettim ama denemekten hiç vazgeçmedim. Hiçbir yeri ve hiçkimseyi bırakıp gitmekten korkmadım. “Ya daha iyisini bulamazsam” diye elimdekiyle yetinmedim.

Geçtiğimiz hafta İnsankaynaklari.com üzerinden, Bilgi Üniversitesi işbirliğiyle yaptığımız ankete katılanların yüzde 33’ü yeni bir iş bulmanın çok zor olduğuna inanıyor. Daha önce bu konuya yönelik başka anketlerimiz ise Türkiye’de yüzde 45’lik bir kitlenin işinden memnun olmadığını, yüzde 86’lık bir kitlenin ise işini değiştirmek istediğini göstermişti. Yeni anketimizin verileriyle önceki anketlerimizi karşılaştırdığımızda, katılımcıların büyük bir çoğunluğunun “denemekten korktuğunu” rahatlıkla söyleyebiliriz. “Nasıl olsa iş bulmak zor” ya da “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmayalım” diye insanlar kendilerini mutsuz eden, geliştirmeyen, bıktıran, performans gösteremedikleri işlerde çalışmaya devam ediyor.

Hayatta kendisini mutlu edemeyen ve kendisine bir faydası olmayan insanın, hiçkimse için yarar sağlayabileceğini ya da fark yaratabileceğini düşünmüyorum. Halbuki “elbisem kirlenecek” diye çocukluğunu yaşamamak ne kadar korkunçsa, insanın sevmediği bir işte mesai ve ömür tüketmesi de o kadar ürkütücü.

Not: Pencereden Başak’ı izlediğim o sıkıntılı günde kendime verdiğim sözü gerçekten tuttum ve ilkokula başladığım günden itibaren her türlü yaramazlığı yapıp öğretmenime çok sıkıntılı anlar yaşattım. Daha da önemlisi, anneannemin insanların oturmaya bile korktuğu salonuna, züccaciye dükkanındaki fil gibi girip, zarar ziyan verdiğim de çok oldu. Ama sonunda aldığım risklere ve işittiğim azarlara değdi; çocukluğumun bir kısmını da olsa kurtarabildim. Eğer siz de işinizden, mesleğinizden, hayatınızdan memnun değilseniz kendinize bir söz verin ve o sözü tutmak için riske girin.

Resim: Frida Kahlo - Henry Ford Hospital, 1932. Frida Kahlo bu resmi, doktorların "Doğurma" demesine rağmen doğurmak için ısrar ettiği bebeğini kaybettikten sonra, hastanede yapmıştır.

 
Toplam blog
: 18
: 958
Kayıt tarihi
: 02.03.07
 
 

Hayatta herkesin güçlü bir duyguyla doğduğuna inanırım. Benimki merak. Küçüklüğümden bu yana dünyada..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara