Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

KERAMETTİN

KERAMETTİN

Bu gün 24 Kasım, Öğretmenler günü. Bir arkadaşım; “Öğretmenler altın kanatlı kelebeklerdir, çiçeklerin arasından hiç yorulmadan uçarlar, çiçeklerine toz kondurmamak için uğraşırlar…” dedi.  Bu söze katılmamak mümkün değil, benim de altın kanatlı kelebek öğretmenlerim aklıma gelmedi değil. Geldi… Kim bilir, belki de çoğu öbür dünyaya kanat çırpmıştır. Yaşıyorlarsa kulakları çınlasın… Ancak şunu itiraf etmeliyim ki; öğretmenlerin kimisi de “eşek arısı”, “akrep”, “çıyan”, daha ne bileyim “sırtlan”, “timsah”, “yılan”… Say sayabildiğin kadar.  

İşte benim okulumda da o kadar güzel kelebeklerin olmasının yanında bir de Keramettin diye bir eşek arısı Fizik hocası vardı ki her kesi tokatlar, cetvelle ellerine vurur. Dayakla bir şeyler öğreteceğini sanırdı... Bizim sınıfta Hacı diye bir arkadaş vardı. Keramettin hoca bir gün ona çok fena dayak attı haksız yere. Hacının abisi Kadıköy Pendik hattında minibüs şoförlüğü yapardı, Lakabı "Arap" dı. Minibüs şoförü arkadaşlarından eli levyeli bir kaçını toplayıp ertesi gün okul çıkışında Keramettin'i beklediler ve bir güzel eşek sudan gelinceye kadar evire çevire ağzını burnunu kırdılar, kan revan içinde kalmıştı Keramettin. Okul çıkışı Keramettin hocayı öyle gören öğrencilerin sevinci yüzlerinden okunuyordu, sanki Hacı' nın abisi, Keramettin' in okula geldiğinden beri dayağını yemiş tüm öğrencilerin hıncını almış gibi sevinmişlerdi.  Hatta bu sevinç bir hafta on gün devam etti.  Keramettin’ in nasıl sopa yediğini görüp tanık olan öğrenciler, görmeyen öğrencilere bire bin katarak yağlandıra ballandıra anlatıyordu.  Bu şekilde okulda duymayan kalmamıştı Fizik hocası Keramettin’ in yediği dayağı…

Keramettin o yediği dayakla sırıl sıklam ıslandıktan sonra,  rapor almış olmalı ki 20-25 gün okula gelemedi. Fizik dersine girdiği sınıflardaki ders saatleri hep boş geçti. Bu zaman zarfında Fizik dersi olan sınıflarda bir öğrenci elinde cetvel Keramettin’in yerini alır ve aynen onun yaptığı gibi ama şakacıktan diğer öğrencilere yüzünü ekşiterek aşağılar, dayak atmak için bahaneler bulur, kulaklarını çeker, başlarını yazı tahtasına vurur, ellerine, kafalarına, sırtlarına, bacaklarına cetvelle vurur ve sonrada katıla katıla gülerlerdi. Keramettin’in okula gelemediği günlerde öğrenciler “İnşallah kemikleri kırılmıştır da uzun zaman okula gelemez.” Diye beddua ediyorlardı.

Diğer öğretmenler beklide arkadaşları olduğu için,  “iyi olmuş”, ya da “kötü olmuş” diye hiçbir şekilde yorum yapmıyorlardı. Girdikleri derslerde bahsini dahi etmiyor, etmek isteyen öğrencileri ise konuşturmuyorlardı. Kendi aralarında öğretmenler odasında mutlaka konuşuyorlardır ama bu dayak meselesini, kim bilir beklide kimi hocalar; “Çok dövüyordu öğrencileri, bir gün sert bir kayaya çarpacağı belliydi.”, kimileri ; “Öğrencilere sevgiyle, bilgiyle değil de dayakla kendini saydırmaya kalktı, sonu da böyle oldu”, kimileri de; “Öğrencilere dayakla söz geçirmeye kalktı, hiç iyi yapmadı.” Ya da bazı hocaların;”Öğrencilere çok dayak atması, çocukluğunda, gençliğinde çok dayak yemesinin sonucu olabilir mi acaba.”  Gibi yorumları mutlaka yapmışlardır ama öğretmenler odasının kapısına merak ve heyecanla kulak dayayıp dinleyen hiçbir öğrenci ne kadar nefesini tutup zorlasa da kulaklarını, duyamamıştı öğretmenlerin bu tarz yorumlarını.     

Günler birbiri kovalayıp çok çabuk geçmiş, Keramettin’ in rapor aldığı günler tükenmiş, kısacık da olsa ara verdiği öğretmenlik hayatına geri dönmüştü.  Sol kaşının üst tarafında ve burnunun üzerinde dayaktan dolayı açılmış olan yaralar kabuk bağlamıştı. Çok hızlı yürüyemiyordu, halsiz ve yorgun görünüyordu, omuzları çökmüştü, Kısa kısa öksürdüğü zaman sol yanında bir acıma, yanma hissediyor yüzünü ekşiterek, sağ elini kaburgalarına bastırıyordu.

Öğrenciler eskiye nazaran çok daha tedirgindiler. Keramettin hocanın, öğrencileri dövmeye, bu sıralar pek mecali yoktu ama ya iyileşince ne olacaktı? Keramettin bu, yediği dayağın hıncını kimden ve kim bilir nasıl alacaktı? Keramettin hoca’nın iyileşip iyice kendini toparlamasından, eski güç ve kuvvetine kavuşmasından sonra nasıl bir pandomima kopacağı öğrenciler arasında tedirginlikle karışık bir merak konusuydu.

Okulda korkunun, aşağılanmanın, itilip kakılmanın diğer adı “Keramettin” di. Keramettin acı demekti, hüzün,  gözyaşı, mutsuzluk demekti. Oysa yokluğunda bunların hiç biri yanına bile uğramadı öğrencilerin, kısa süre de olsa bitmiş olan korkulu rüyalar, tekrar geri gelmişti. Keramettin kâbus görmekti, hatta bazı alt sınıf öğrenciler için, altına kaçırmak bile demekti fizik hocası Keramettin’in adı.

İşte o günlerden bir gün sanırım tarih dersiydi, teneffüse çıkma zili çalar çalmaz ben de diğer arkadaşlarım gibi hızla sınıfın kapısından çıkıp, okulun bahçesine gitmek için merdivenleri üçer beşer, paldır küldür inerken, nerden bilebilirdim Keramettin hocanın öğretmenler odasının merdivenlere açılan koridorunun başında öylece durup bahçeye inen öğrencileri gözlediğini… Birden Keramettin hocayla karşı karşıya geldik.  Timsah bakışlı, donuk bir yüz ifadesiyle, sağ elinin işaret ve orta parmağını birlikte ileri geri oynatarak;

 “Buraya gel!” diye bağırdı.

Daha önce bir kez Keramettin hocanın dayağını yemiştim; Deste sorduğu soruyu bilemediğim için cevap verememiştim. Dayak atmak için bu yeterli bir sebepti O’nun için… Ellerime tahta cetvel ile beşer altışar kez vurduktan sonra hırsını alamamış, bacaklarıma ve sırtıma da vurmuştu.

Hocanın yanına gittiğimde suratıma birkaç tokat vuracağından emindim. Sağ elini ense köküme koyup, beni koridorda daha sakin olan öğretmenler odasına yakın bir yere götürdüğünde,  Buraya daha rahat dövebilsin diye getirdiğini düşündüm. Kulak mememden tuttu, herhalde kulağımı kopartacakmış gibi çeker sanıyordum ama düşündüklerimin hiç biri olmadı. Kopartacak gibi çekmekten ziyade kulak mememi çok yumuşakça, acıtmadan tutu Keramettin hoca;

“Evladım, o merdivenlerden neden adam gibi sakin sakin inmiyorsun, ya düşüp bir yerlerini kırsan ne olacak, neden düşünmüyorsun ?” Sesi öyle yumuşak, öyle sevecendi ki Keramettin hocanın Korku ve sevinci art arda yaşamıştım. Başımı eğip ayaklarımın ucuna bakarak, ürkekçe;

“Haklısınız hocam, özür dilerim.” Diyebildim.  

Yanağımı babacan bir tavırla okşayarak;

“Bir daha yapma emi evladım, hadi bakalım şimdi yavaşça in merdivenlerden.” Dedi.

Merdivenlerden sakin sakin inerken, teneffüsten sonra atasözleri konusunu işleyeceğimiz Türkçe dersinde, şayet öğretmen tahtaya kaldırırsa, hangi atasözünün anlamını açıklayacağıma çoktan karar vermiştim;

 

“Dinsizin hakkından imansız gelir.”

 

Adnan Şişman

24 Kasım 2012, Cumarrtesi, 19.20, İzmir

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..