Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '12

 
Kategori
Edebiyat
 

Keşanlı Ali Destanı

Keşanlı Ali Destanı
 

Keşanlı Ali Destanı'ndan Harlem'e


 Yazıları yüklemeden önce son kez okurken birden güvenimi yitirdiğim çok oluyor. Kafama bir yığın şüphe üşüşüyor. “Laf salatası!” diyor aklımın bir köşesi. Diğer köşe hemen cevabı yapıştırıyor; “Hepsi öyle zaten. Anca mı anladın?” Onlar aralarında itişirken, – o köşe kış köşesi, bu köşe yaz köşesi olunca bittabi ortada kalan – su şişesi derinlerden gelen hön hön bir sesle lafa karışıyor; “Okuyanlar memnun ki eserinden (!), gelmiyor ses hiç birinden! Madem öyle, sana ne?” Ama doğuştan muhalif kış köşesini susturmak ne mümkün! Mızırdanmaya; önündeki metnin sağına, soluna, ortasına, osuna, busuna, şusuna, boyuna, bosuna, huyuna, (şişeye inat) suyuna kulp takmaya devam ediyor. Ta ki, zihnimin Keşanlısı ‘köşeleri’ dönüp ‘su şişesini’ masada kırarak hepsine meydan okuyan bir nara atana kadar… “İiiieeeeiiiiiiyyyyyt! Daa’lın leyn!” Ama Keşanlıyı bilirsiniz; yufka yüreklinin tekidir. Yüzü çabuk yumuşar.

Haldun Taner dâhiyane bir buluşla çizmiş karakterini o, zoraki kabadayının. Hatta kendi sözleriyle şöyle anlatıyor Keşanlıyı:
“… Altmışlı yıllarda ders vermek için Ankara’ya giderken incelediğim gecekondu mahallesi Altındağ’ın kabadayısı pusuya düşürülüp öldürülmüştü. Kişiliği ilgimi çekti. Beni oyunu yazmaya iten de bu oldu. Ama oyunun kahramanı yazılış sırasında çok değişti. O, başkasına değil, kendine benzemek istiyordu…”
 

Bence biraz yazarına benzemek istemiş. Çünkü araştırdığım ve eserlerini okuduğum kadarıyla tam bir İstanbul Beyefendisi olduğu izlenimi edindiğim Haldun Taner, Keşanlı Ali Destanı’nın yurt içinde ve dışında kazandığı başarılarda ülkesinin ilgili (!) ve yetkililerinin (!) attığı çelmelere mizahi bir yaklaşımla da olsa zehir zemberek cevaplar vermek zorunda kalmış, tıpkı kahramanı gibi. Şöyle bir örnek verelim: Keşanlı Ali Destanı’nın İngiltere’de Corbett Tiyatrosunda sahnelenmesi için çalışmalara başlandığında yönetmen olması öngörülen ve İngiltere’de yaşayan bir sanatçı olan Gündüz Kalıç’tan oyunun yazarıyla görüşmesi istenmiş. Kalıç iletişim kurabilmek için en mantıklı yolu seçerek Londra’daki Türk Kültür Ataşeliği’ne başvurmuş. El cevap: ‘Haldun Taner ismindeki şahsın adresi bilinmemektedir. Bulunması mümkün değildir.’ Bereket başka bağlantılar sayesinde Haldun Dormen’e ulaşılmış da, onu vasıtasıyla adaşı yazarla irtibat kurulabilmiş. İlk temsilden önce Gündüz Kalıç – muhtemelen uzun yıllar ülke dışında yaşamış olmasının unutkanlığıyla :)) – İngiltere’de profesyonel bir tiyatroda ilk kez modern bir Türk Oyunu sahnelenmesinin mutlu bir olay sayılması gerektiğini düşünerek Türk Elçiliği, Kültür Ataşeliğine davetiye yollamış. Bundan haberdar edilen Taner’in cevabı ise gayet veciz: “Gelmezler. Daktilonun şeridine yazık!” Ve haklı çıkmış elbette. Burada kalmamış, sonrası da var. Bu olaydan yıllar sonra Almanya’da sahnelendiğinde oyundan övgüyle söz eden eleştirmenlere cevaben; “Keşanlı, sayın eleştirmenin dediği gibi, iki ulusu kaynaştırabiliyorsa ne mutlu bana. Bir yazar daha ne ister? Elbet sevindim… Atatürk Yılının uğurlu geldiğine inanıyorum. Ben uğura inanırım. Nitekim Keşanlının her ülkedeki (AKA Notu: Keşanlı Ali Destanı yurt dışında en çok sahnelenen Türk Tiyatro Eseri unvanına sahip bu arada…) başarısında naçiz şahsımdan çok oyunun kendi uğurunun payı büyük. Bu oyun nerede oynandıysa her zaman çok iyi rejisörlerin ve oyuncuların eline düştü. Onur daha çok onlarındır.” diyecek kadar alçakgönüllü olan bu insanı dahi çileden çıkaran vefasızlık örnekleri sürüp gitmiş. İngiltere’deki temsilden sonra elçilikteki bir öğrencisine uğrayan, kapılarda karşılanmak yerine, ‘elçiyi görmek istiyorsa beklemesi gerektiği’ söylenen Taner sefire protokol selamlarını iletmelerini rica etmiş ve eklemiş: “Emin olun ben şahsen görmekten çok daha memnun olacaklardır.” Bir taş bu kadar “İstil ilen, nezaketlen!” atılabilir mi?:)))

Oyun İngilizce’ye (Bu dile çeviren de bir Türk. Nüvit Özdoğru. Hem de düz bir tercüme değil bu. Tıpkı Türkçesinde olduğu gibi halk ağzının tadını verebilmek için Cockney argosu ve Milenstreet şivesi kullanılmış.), Almanca’ya, Fransızca’ya, Rusça’ya, Çekçe’ye, Lehçe’ye, Bulgarca’ya çevrilmiş daha ilk on yılın içinde. Haldun Taner’in oyunun onuncu yılını doldurması şerefine yeniden sahnelendiği sırada kaydettiği sözler ise tam çerçevelik…

“Keşanlı Ali Destanı dünyanın her yerinde geçerli olan beşeri bir temayı işliyor. Evrenselliği, eskimezliği bundandır. Oyun yalana dayanan bir efsane. Çevrenin baskısıyla efsaneyi doğrulayan bir yalancı kahraman var.
Aslında ‘mithe’ yaratmak geri kalmış ülkelerde bir ihtiyaçtır. Uygar bir toplum bu ihtiyacı duymaz. Bu oyun ‘mithe’lere daha alaylı, dolayısıyla daha kritik bir gözle bakmamızı öneriyor.”
Ülkemizde yalana dayanan efsaneler ve çevrenin baskısıyla (ve/veya desteğiyle) bu efsaneyi (!) doğrulayan yalancı (ama Keşanlı kadar naif olmayan) kahramanlar hâlâ var olduğuna, hatta bir kısmı devletin çeşitli kademelerini işgal ettiğine göre demek ki henüz uygar bir toplum olamamışız. Yani;
 

Sineklidağ burası
Şehre tepeden bakar
Ama şehir ırakta
Masallardaki kadar

Bir yanımız mezbele
Bir yanımız yokuş, yar
Önümüzden sel gibi
Şır şır akar lağımlar

Of oooof! Sinekli’de durulmuyor yastan
Sağından vuruldun soluna yaslan

Analar doğurmaz böyle bir aslan
Böyle Bir Aslan

Morgol gömlek giyerdi
Gümüş köstek takardı

Of ooooof! Onsuz bizler bilmem şimdi ner’deydik?
Ner’deydik?

Hoppalaaaa! Gene kalemim kaymış gitmiş. Bir Keşanlı de, bin ‘Aaaaah!’ işit! Oysa bambaşka şeylerden bahsedecektim ben. Eh, ne yapalım? Artık önümüzdeki yazılara bakacağız. :)))

 

Yazan : Nilüfer Şenbayrak

 
Toplam blog
: 87
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.08.10
 
 

Gökyüzünüz mavi, aklınız bilimle olsun. ..