- Kategori
- Anılar
Keşkelerin aczi ve kanserle dans

Kanserle Dans
Uzun zamandan sonra “Hukuk” ve “Gündem” dışında bir yazı ile sizlerleyim. Bu yazımda hayatımda ciddi yaralar açan bir hastalığın bana hissettirdikleri ve bu kanser hastalığıyla DANS EDEN insanları anlatacağım. Sitemizde de yazarlık yapan Dr. Deniz Öner ve sonrasında onun vesilesiyle “Dünyanın En Güzel Ailesi” diye tabir ettiğim “Kanserle Dans Derneği”nin kurucuları ile tanışmam bu yazımın esin kaynağı oldu.
Kanserle ilk tanışmam, çok öncelere çocukluk zamanlarına dayanır. (İlk tanışmam diye belirtme sebebimi yazının ilerleyen bölümlerinde daha net anlayacaksınız.) O zamanlarda tıp bu kadar ilerlememiş ve tedaviler bugünkü şartlarda yapılamıyordu. Etrafımda kanser hastalığına yakalanan ve bu hastalık sebebiyle ölen kişileri duyuyordum ama insan kendi ailesinde bu tür bir hastalığı yaşamadan bazı şeyleri yeteri kadar anlayamıyormuş. Hele de küçük yaşlarda bu idrak edebilmek imkânsız gibi… Dedim ya henüz çocukluk zamanlarımdı. Aile içindeki telaştan bana söylenmeyen farklı bir şeylerin olduğunu hissediyordum. Bir yanım sor diyordu, diğer yanım korkuyor beni engelliyordu. Devamlı Ankara’ya gidiş gelişler, sık sık konuşmalarda geçen doktor lafları, evimize gelen endişeli akrabalar, suratlarında korkuyu gördüğüm misafirliğe gelen komşular, devamlı söylenen bu doktor çok iyiymiş gibilerden laflar, bazı konuları konuşmadan önce beni odama göndermeleri aklımı iyice karıştırıyordu. Bir zaman sonra bende bu gerçekle yüz yüze kaldım. Babam kanser hastalığına yakalanmış ve oldukça ileri safhalarında bu hastalık tespit edilebilmişti. Henüz 14 yaşındaydım. O zamanlarda kanser, ölümün diğer adıydı tüm insanlar için. Sadece; ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan, her gün beklenen, o korkulan, o bilinmeyen ölüm demekti. Ve insanın en çok da yakıştıramadığı kişilerden biriydi ölüm gömleğini giyen. Babamdı… Henüz 45 yaşındaydı.
Hastalığı öğrendiğimde ne olacağını tam olarak anlamamış bir şekilde anneme sorular soruyordum. Annem ümidini hiç kaybetmeden ama riskin büyüklüğünü de belirterek hastalığı ve ihtimalleri anlattı doktordan duyduğu kadarıyla. İhtimalleri anlatırken ölüm dedi, yutkundu ağlamamaya çalıştığı çok belliydi. Ölüm… Söylenmesi ve yazılması çok kolaydı oysa. Ölüm… dört harfin sırtına yüklenebilecek en ağır yüktü aslında. Kelime olarak yazılması ne kadar kolay olsa da, insan sevdiklerine ölümü asla yakıştıramıyor.
Hastalığın tüm süreçlerini gizli gizli ansiklopedilerden okuyordum. Nedir? Tedavisi var mıdır? Ne iyi gelir? Bu tür durumlarda ne yapmalıdır? Mütemadiyen bunları okuyup duruyordum. Babamın ameliyat zamanı geldiğinde tüm aile bireyleri Ankara’ya gitmişti. Evde yalnız kalmıştım. Annemin söylemlerinden çıkardığım ise bu yalnızlığımın uzun bir zaman süreceğiydi.
Ameliyat günü bir türlü derslere yoğunlaşamıyordum. Önce sebepsiz bir şekilde öğretmenimle tartıştım, sonrasında dersten çıkıp eve geldim. Zaman geçmek bilmiyordu. Ne yapsam, ne ile uğraşsam içimdeki bu garip sıkıntıyı atamıyordum. Nefes almak istiyordum ama gizli bir el bunu engelliyordu. Kalbimin ritmi değişmişti. Kâh hızlı hızlı atıyor yerinden çıkarcasına, kâh duruyordu zamanı durdururcasına. Ameliyat saati geldiğinde bu sıkıntı daha da büyüdü içimde. Saniyeler, günler hatta aylar gibiydi. (Şimdi düşünüyorum da aradan bunca yıl geçmesine rağmen, o günleri dün gibi hatırlarken, babamın ameliyatı sonucundaki haberi beklediğim o gün birkaç asır gibiydi.) Ameliyat bitmiş üzerinden bayağı da bir zaman geçmişti. Ama hala içimde haber alamamanın telaşı vardı. Nihayet uzun zaman sonra beni aramak birinin aklına geldi ve durumdan haberdar oldum. Ameliyatı iyi geçmişti. Zafer kazanmış bir komutan gibi sevinçliydim o anda, sonradan bu tür ameliyatlara alışacağımı hiç bilmeden…
Hastalığın ilerleyen süreçlerinde ameliyatlara ve küçük operasyonlara alıştık. Hastaneler hayatımızın bir parçası, Ankara diğer memleketimiz olmuştu. Sık sık gidip geliyorduk Ankara’ya. Annem ve babam bu hastalık sürecinin uzun bir kısmını hastanelerde geçirdi. Ben ise umutlarım ve yalnızlığımla evimizde geçirdim.
Doktorların başta söylediği, benimse sonradan duyduğum “bir yıl yaşar” diye biçtikleri süre dolmuş ama babam inatla yaşama sarılmıştı. Hastalığının seyrini iyi bir şekilde araştırmış ve hakkını hastalığın son dönemlerine saklamak için kesinlikle ağrı kesici kullanmıyordu. Bu arada da 1 ameliyat daha olmuş ışın ve kemoterapi tedavisi görmüştü babam. Direniyordu yaşamak için, belki de bize öyle yansıtıyordu. Gündelik hayatına devam etmeye çalışıyor, ısrarla ve çevresindeki olumsuz etkenlere aldırmadan bizlere moral vermeye çalışıyordu bizim ona moral vermemiz gerekirken.
O dönemde babamın doktorluğunu yapmış saygıdeğer hocamız Prof. Dr. Hikmet Akgül ile babamı ziyaret ettiğimde tanıştım. İnanılmaz derecede alçak gönüllü ve sıcakkanlıydı birisiydi Hikmet hoca. Hastalar ile birebir ilgileniyor, sorunları dinliyor, not alıyor ve muhakkak bu sorunlara bir çözüm üretmeye çalışıyordu. Hikmet hoca ile annem konuşurken kulak misafiri oldum. Bu hastalıkla savaşmanın en önemli yolunun erken teşhis ve moral olduğunu söylüyordu. Babam için birinci ihtimal artık yoktu. Bu hastalıktan önce hastaneye hiç gitmemiş, uzun yıllar sporla uğraşmış babam için bir umut ışığı olmadığını üzgün bir ifadeyle anlatıyordu. Hastalık neredeyse son aşama da teşhis edilmiş ve kanser vücudun büyük bölümünü kaplamıştı. Rectum olarak raporlarda yazılan kalın bağırsağın anüse açılan kısmındaki kanserin yanında prostat, mide ve karaciğere kadar kanser sıçramıştı. İkinci ameliyatı da bu yüzden yapmak zorunda kalmışlardı. Ve hızlı bir şekilde vücutta yayılmaya da devam ediyordu. Bu şekilde giderse kanserin akciğere de sıçrayacağını ve bu aşamadan sonra tıbbi olarak da yapacak fazla bir şeylerinin olmadığını söyledi. Bunları anlatırken bir baba, bir ağabey edasında konuşuyordu. Annemi, babamın yaşayacaklarına alıştırmaya çalışıyor ve daha fazla acı çekmemesi için neler yapılması gerektiğini anlatıyordu.
Hastalığın son evrelerinde artık babam da ümidini kesmişti iyice. Hastalığın son evrelerine girilirken ağrı kesici kullanmaya başlamıştı. Sinirleri oldukça yıpranmış ve bizlere sebepsiz yere kızmaya başlamıştı. Aslında her şeyin farkındaydı. Çektiği acıyı yüzünden çok net görebiliyorduk.
Babam hastalığın son evresinde olmasına, çevresel kötü etmenlere, cehalete, yanlış yönlendirmeye çalışan birçok insana rağmen bir yıl daha direndi. Bu süreçte iki ameliyat ve onlarca kanama ve operasyon geçirdi. Vücudunda birçok yer kesilmiş, yabancı materyaller takılmış bir halde iki yıl yaşadı. Sonrasında ise ebediyete uğurladık dualarla.
Çok ağır bir yüktü bu olay küçük omuzlarımda. O iki yıl, yüz yıllık tecrübe ve bin yıllık bir acı kattı hayatıma. Babamın ölümünü hiçbir zaman kabullenemedim aslında. Ölüm merasimi için her anında yanında olsam da sanki uyanacak, sanki şaka yaptığını söyleyecek gibiydi.
Kanserle sonrasında sık sık tanışmalar yaşadık. Zamansız ve yersiz de olsa da… Önce yakın bir arkadaşım sonra kuzenim ve sonra diğerleri… Kanser sık sık girdi hayatımıza.
Ben sorumluluk almayı, kendi başıma bir şeyler yapmayı bu yaşlarda öğrenmeye başladım. Bu süreç hayatımdan çok değerli şeyleri götürse de gelişimime ciddi katkı sağlayan bir süreç oldu. Olumsuzlukların içerisinde bile olsak hayata olumlu bakmayı öğretti. Evet, insan üzerinden yıllar geçse de hala ölümü yakıştıramıyor sevdiklerine. Evde ailece otururken kapı çaldığında babam geldi diye aklınızdan geçiriveriyorsunuz bir anda. Ölümü sevdiklerinize asla yakıştıramıyorsunuz ama yaşanan bu süreçler insanı cidden olgunlaştırıyor.
Bu kadar şeyi neden anlattım aslında biliyor musunuz? Ben bu süreçlerin hepsini yaşadım ve bu süreçleri kimse yaşamasın istiyorum. Bu süreç içerisinde çok fazla keşke dediğim konu oldu. Hayattaki tek duam olan “Yarabbim bana keşkelerin aczini yaşatma” isteğim bu süreçten sonra dökülüverdi dudaklarımdan. Aslında her şeyi anlatıyor bu kelime. Başınıza geldiğinde, sevdikleriniz yaşadığında, bir umut, bir manevi yardım, bir dost eline ihtiyaç duyduğunuz da keşke dememek için sizde bugünden elinizi taşın altına koymalısınız. Bu amaçla bir araya gelmiş, yürekleri tertemiz birçok insandan oluşan bir dernek var. Adı Kanserle Dans Derneği… Burada çok faydalı çalışmalar yapılıyor. Bir taraftan Kanserle ilgili eğitimler verilirken, diğer taraftan kanser hastalarına psikolojik destek ve yardım sağlanıyor. Kanser hastaları ve etrafında bu hastalıktan mağdur olan insanlardan oluşan büyük bir topluluk oluşturulmuş. Yapmamız gereken tek şey gerek sosyal medya da gerekse faaliyetlerinde bu derneğe destek vermek. Derneğin birçok alanda gönüllüye ihtiyacı var. Fikirleriniz olsun, projeleriniz olsun her türlü görüşe açık bir dernek. Çeviri, Web Tasarım, Grafik Tasarım, Proje Yönetimi, Organizasyon, Eğitim v.b bir çok konuda yetenekleriniz doğrultusunda destek verebilirsiniz. Gönüllü olmak isteyen arkadaşlar info@kanserledans.org adresinden derneğe mail yoluyla ulaşabilir.
Web Adresi: www.kanserledans.org
Facebook Sayfası: https://www.facebook.com/kanserledansdernegi
Twitter Hesabı: https://twitter.com/kanserledans
“Keşke”lerin aczini yaşamamanız dileğiyle…