Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '17

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Kıdem Tazminatı Caiz midir?

Kıdem Tazminatı Caiz midir?
 

Kıdem Tazminatı


Bilindiği üzere; kıdem tazminatı, işçinin çeşitli nedenlerden dolayı işinden ayrılırken işveren tarafından 4857 sayılı İş Kanunu gereğince işçiye ödemek zorunda olduğu toplu paradır.

Kıdem tazminatı alma koşulları ise; İşçinin kendi isteği ile işten ayrılmamış olması veya vefat etmiş olması, işveren tarafından ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışları nedeniyle işten çıkarılmamış olması, işçi kendi isteği ile ayrılıyorsa ayrılma nedeni İş yasasının 24, maddesinde belirtilen işçinin haklı bir nedene dayanarak derhal işi bırakması şartına bağlı olması, İşçi kendi isteği ile ayrılıyorsa ve erkek ise muvazzaf askerliği nedeniyle işten ayrılmak zorunda kalmış olması, İşçi kadın ise ve çalışırken evlenmiş ise evlendikten sonraki bir yıl içinde işten ayrılmak istemesi, İşçinin emeklilik şartlarını yerine getirmiş olup emeklilik için ilgili kuruma toptan ödeme ya da maaş bağlanması için müracaat etmiş olması, İşçinin aynı iş yerinde veya aynı işverene bağlı değişik iş yerlerinde en az bir yıllık çalışma süresi olmalıdır.

“Kıdem tazminatı sayesinde işçilerin gelir ve iş güvenlikleri sağlanmış, gereksiz işten çıkarmaların ve olumsuz etkileyici durumların ortaya çıkmasının önüne geçilmiştir. Ayrıca işçiler onca zaman çalıştıkları, hizmet ettikleri kurum ve kuruluşlardan ayrılırlarken yıpranmasının karşılığı, yıpranma payına benzer olarak aldıkları bir ödül gibi düşünülebilir.”

Kamuoyunda, kıdem tazminatının kaldırılması, fona devredilmesinin tartışılmalarının yaşandığı bugünlerde, işten çıkarılınca kıdem tazminatı caiz midir? Sorusuna, Cübbeli Ahmet hoca diye bilinen Ahmet Mehmet Ünlü Beyaz TV’de katıldığı programda, “caiz değil, çünkü kıdem tazminatı hakkı değil, maaşını almış. Kendi çıksa alamıyor, adam çıkarırsa alıyor. Hakkı olsa kendi çıksa da alması lazım. Demek ki hakkı değil” diye yanıt vermiş.

Düşününce bazı sorular aklıma takıldı; İnsanlık tarihi boyunca; dinler, her zaman mülk sahibinin sermaye sınıflarının, devletlerin yani egemen güçlerin hizmetlerinde mi olmuştur? Dinler, tarih sahnesine çıktığından beri sömürüyü, yağma ve talanı, savaşları, toplumsal eşitsizliği meşrulaştırıp, hoş görü ile kabullenme fonksiyonu mu taşıyor?, Dinler, Egemenlik sisteminin meşrulaştırma aracı mıdır?

İnsanlık tarihine bir göz atarsak, besin üretimi yanında ilk yerleşik toplumların kurulması ile başlayan Neolitik dönem öncesinde insanlar komün şeklinde yaşarken, din, devlet, para, politika vb. şeyler yoktu. Komünal yaşam tarzı aşınıp, toplum sınıflara bölününce, devlet, politika, ticaret ve parayla birlikte din de ortaya çıktı. Toplumda başlıca üç sınıf söz konusu idi; Üretici sınıf, savaşçı sınıf, rahipler (din) sınıfı… Kapitalizm ve modernite devriminden sonra insanın doğa olaylarından ve yarın aç kalmaktan doğan korkuları azaldı, güven duyacağı kurum ve organizasyonlar oluştu. Ancak sosyolojik değişim her toplumda aynı tezahürü göstermedi.

Modernite devriminin ve aydınlanmanın, rasyonel aklın, bilimin egemen olmadığı Müslüman dünyasında ise din önemini korudu ve önemli olmaya devam etti. Ancak, para gücünün temsilcisi kapitalizm her şeyin üzerinden buldozer gibi geçtiği gibi, dini de hizaya getirdi.

Batıda laiklik, eski rejimlere ve onların geleneksel ideolojilerine karşı yürütülen radikal bir mücadelenin ürünüydü. Bizde bu süreç yaşanmadı, din devletin göbeğinde yer almaya devam etti. Cumhuriyet döneminin Diyanet İşleri Başkanlığı, İmparatorluk dönemindeki şeyh-ül İslamlık makamının devamı niteliği taşıdı. Geleneksel ideoloji, devleti yönetirken dini de yanına aldı, Ülkede Ulusalcı, solcu, sosyalist, komünist gibi dalgalar dinle kırılmak isteniyordu, kırıldı.

Türkiye Cumhuriyeti, devlet işlerinin din adamlarının söylemlerine ve dini esaslara dayandırıldığı “Teokratik bir devlet” değildir. Sınırları içerisinde kamu erkinin değişmezlik ve süreklilik temeline dayalı olarak değer ve hukuk düzenine bağlı olduğu bir hukuk devletidir.

Tıpkı bu açıklaması gibi Cübbeli Ahmet’in yanmaz kefen satması bir dönem sosyal medyada çokça konuşulmuş ve tepki çekmişti. Cübbeli’nin geçmişte emekçilerin en doğal hakkı olan  İş Hukukumuza 1936 yılında 3008 sayılı İş Kanunu ile giren kıdem tazminatına karşı “Caiz değil” demesi nasıl yorumlanmalıdır?

Son tahlilde Jean Paul Sartre’nin; “Ezilenler arasında din adamı yoktur. Din adamları, ezen sınıf ya da ırkların asalağıdır.” sözüne hak mı verilmelidir?

Nizamettin Biber

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..