Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '08

 
Kategori
Geri Dönüşüm
 

kimi bekliyorsun?

kimi bekliyorsun?
 

çernobil


Durmuş saatler bile günde iki defa doğruyu gösterirmiş. Tertemiz bir sayfa gibi açılan ve önümüze saçılan fırsatlar dünyasında durup bazen beklemeyi seçmek de neyin nesi? Hangi gün doğmayı bekler ki. Oysa insan bazen beklemeyi seçmekle kalmıyor, beklemenin felsefesini de bir güzel uyduruveriyor. Buradan bakılınca biraz kötü gibi bahsettim beklemekten. Evet biliyorum beklemenin haklı gerekçeleri olabilir. Bazen bir sevgiliyi, bazen ruhu saran acıların bir kuş gibi birden bire ruhumuzdan uçup gideceği günü, anı bekler insan. Daha naif ve küçük beklemelerde vardır doğal olarak. Trenin kalkmasını, otobüsün gelmesini, fırından çıkacak sıcak ekmeği, umutlu bir haberi, güzel bir yemeği, sıcak bir dokunuşu ve belki unutuşu.

Yani insan, bilerek yada bilmeyerek nisyanın pençelerinde can çekişirken bile beklemek fiiliyle ameli içinde salıncaklı bir halde bulabilir kendisini. Nükleer bombalar ve genetik ayrıştırmalar ve ekonomik parametreleriyle uğraşan yeni dünya, eski dünyanın o kimilerine göre köhnemiş duygularıyla gizliden gizliye uğraşmıyor mu? Aman ne de trajik hallere düşüyor şu insanlık! Yürek acısının sihrini çözemeyen tıp, eski dünyanın eski kafalı insanlarına lokman hekimleriyle saldıra dursun, biz o beklemek dediğimiz sahici duyguyla neden vedalaşamıyoruz ?

Bir gizli bilgi var elbet (evet). Taşınılan can’ı çevreleyen ruh tüm istekleri ve isteksizlikleriyle bazen tehdit bazen de umut taşır. Salgın bir hastalık gibi yayılan ve toplumlara enjekte edilen günü kurtarma terapilerinin sonundaki o korku imparatorluğu, yeni yeni yöntemlerle ve siyasetlerle insanın yalnız başına kalmasını dahi istemiyor. Hadi karış kalabalığa hadi.

Bilgilerimizle, acılarımızı harman edip birazda umut serpiştirerek sınırlarla çevrili olduğumuz o “ada’da” tek çarenin en fazla iyi vakit geçirmek olduğunu düşünerek, saadetin ancak sebatla mümkün olduğu, sevinmenin erdemini sorgulayarak beklediğimiz o adadan bizi kurtaracak vapurun, bir gün geleceğini beklemek; sanki milyonlarca insanın yaşamını özetlemiyor mu?

Elbette isyan diye bir kelimede vardır lügatımızda. Biz habire neyi/neleri düşünüyoruz... İsyanı, devrimi, zengin olmayı, en basitinden adam olmayı bekleyenlerimiz aramızda ne kadar önde duruyorlar! Statik olanla ekolastik olanın varyansı bu pejmürde hayatları ne kadar ilgilendiriyor. Ne yazıkki yine bekleyenler ve beklenilenler var heryerde ve her daim.

Hissettiklerimiz ve düşündüklerimiz arasındaki açı, bir orman esintisinin sessizliğine benziyor. Daha çok konuşalım daha çok yazalım diyedir belki. Boğazımızdaki düğümü gerektiğinde kesip atabilelim diyedir trenin kalkış düdüğünde üstümüze çöken o garabetli tortu.

Beklenilen bir gelecek zaman kipi, nasıl ki kaderin şansa elense çektiği muğlak umutlarla dolu bir lotarya kutusuysa, benim söyleyecek kelimelerim dünya yüzüne çıkmamak için ayak diriyorlar. Büyük bir yanılgı içinde olmak duygusundan da bir miktar katarsak çorbamıza iyiden iyiye kovalarsınız her halde beni.

Huzurunuzu bozmaya kimsenin hakkı yok. Kimse kimsenin beklentileriyle uğraşmamalı öyle değilmi! Siz en iyisi bildiğiniz suyu için, bildiğiniz yoldan gidin. Mola yerlerinde durup bir çayla birlikte düşünmeye fırsatınız olur belkide. İstesekte istemesekte biryerlerde birilerini birşeyleri bekliyor olacağız nasıl olsa.

Neyse boş verelim bunları. Saçma-sapan ve belleksiz bir kahkaha savuruyorum. Savuralım gitsin gülmeye de ihtiyacımız var.

Hakikaten Siz kimi bekliyorsunuz?

 
Toplam blog
: 19
: 1423
Kayıt tarihi
: 18.09.06
 
 

Şu kainat beni içine aldığından beri Rodin'in heykeli gibi olmak yani düşünen adam olarak kalmak ist..