- Kategori
- Öykü
Kırmızı Yumurta
Kurumuş bir ağaçtım en nihayetinde. Ne gelenim vardı ne gidenim. Nicedir kuşlar uğramaz, yuva kurmaz olmuştu dallarıma. Ne gölgemde soluklanan insanlar, ne gövdemi kazıyan aşıklar, ne de dallarıma tırmanan yumurcaklar… Bu bahar da cemreler önce havaya, sonra suya ve toprağa düşecek ve su yine beni es geçerek diğerlerine yürüyecekti. Mevsimler durmaksızın değişirken ben hep böyle, aynı koca yontu olarak mı kalacaktım?
Etraf yeşillenirken çiçeğe duranları uzaktan izlemekle yetiniyordum ki köklerimden gövdeme doğru yayılan titreşimi hissederek aniden uyandım. Sanki su, bedenimi dirilterek köklerimden yukarıya doğru yürüyordu. Bu dirimle uzun zamandan bu yana ilk kez umut düştü yüreğime.
Gövdemi esneterek “Belki biraz da düş gücü gerek,” diye düşündüm. “Söz gelimi,” dedim. “Baharmış. Kuş sesleri, arı vızıltıları, karıncaların ayak sesleri…” İçim coştukça coştu. En son küçük bir çocuğun imgesi de düşünce usuma “Hıdırellezmiş ertesi gün,” deyiverdim.
Çocuğun evinde olağandışı bir telaş varmış. Koyun yünü, kumaş artığı, rengarenk kilimlerini katlayıp pazar çantasına koymuşlar kardeşiyle. Babası radyonun pillerini değiştirmiş akşamüstü. Annesi sabah kalkar kalkmaz bir tepsi lorlu börek açıp çarşıdaki fırına yollamış. Yengesi bir tencere sarma sarmış. Zeytinyağlı mı diye sormamış hiçbiri. Dedesi akşamdan yağa yatırmış kelle peynirini. Babaannesi kırmızı boyayı suya karıştırırken sanki bilmiyormuş gibi “Kaç kişiyiz say bakalım,” diyerek görevlendirmiş çocuğu.
“Sekiz,” demiş çocuk.
“Tamam,” demiş babaannesi. “Bak bakalım dolapta kaç tane?”
“On.
“Getir hepsini,” demiş.”Elbet bir kısmetlisi vardır.”
Şerbet boyalı suyun içerisinde kaynamaya bırakmışlar yumurtaları.
Kırmızı yumurtalar sepete girerken “Kümese koysam Çilli bile tanıyamaz artık,” demiş çocuk neşeyle. Gülüşmüşler hep beraber.
Bakır cezveyi unutmayıp, bir pişirim kahveyi de ekleyince “Hazırlıklar tamam,” demiş babaannesi.
Çocuğun içi içine sığmıyormuş. Bir an önce sabah olsun istiyormuş. Çünkü beni çok özlemiş. Hiç unutmamış. İnsan hiç sevdiğini unutur mu? Unutmaz. Peki nasıl tanışmışız çocukla? Kilimlerini altıma serdikleri, sofralarını gölgeme kurdukları, cümbür cemaat bir güzel eğlendikleri, kırmızı yumurtalarını tokuşturup yanımdaki gül fidanına dilek bağladıkları hıdırellezlerden biriymiş. İşte o vakit dost olmuşuz onunla.
Düşüm, annesiyle birlikte bana doğru yürüyen küçük kızı fark etmemle yarıda kesilirken “Acaba,” diye sordum kendime. “Yok daha neler, parkta çeşit çeşit, rengarenk yüzlerce ağaç dururken, bula bula senin yamru yumru gövdene mi yaslanacaklar? Olacak şey değil. Düş görüyorsun yine. Bunlar hep ihtiyarlık alametleri.”
Küçük kız şaşkınlıkla annesine beni göstererek. “Bu mu;” diye sordu.
“Evet,” dedi annesi sert kabuğumu okşayarak.
İyice meraklanmıştım. Bisikletlerini gövdeme yasladılar. Kilimlerini ayağıma serdiler. Pabuçlarını çıkarıp toprağıma yalınayak bastılar. Küçük kız bir yandan hoplayıp zıplıyor bir yandan da neşeyle konuşuyordu annesiyle.
Annesi çantasından bir fotoğraf çıkarıp kızına uzatınca iyice meraklandım. Sararmış bir fotoğraf, ağaçlık bir yerde piknik yapan insanları hapsetmişti çerçevesine. Kız da benim gibi dikkatlice baktığı fotoğrafı birden gövdeme yasladı. Bir fotoğrafa, bir bana baktı. “İnanmıyorum!” Diye bağırdı. Fotoğrafı hayretle uzattı annesine. “Gerçekten bu o!”
Benden söz ediyorlardı galiba. Heyecanlandım. Sahiden, ben kimdim?
Annesi kafasıyla onayladı onu. Sonra objektifini bize doğru yöneltti. “Biraz daha yanaş, fotoğrafı da biraz yukarı, hah işte böyle,” diyerek fotoğrafımızı çekti.
Küçük kız sevinçle dönüp duruyordu etrafımda. Onun her bir turunda ben de yeniden can buluyordum. Bir süre sonra yorulmuş olmalı. Annesinin yanına otururken bir an gözü sepete ilişti.
“Kırmızı yumurta!” diye bağırarak el çırptı.
Annesi “Unutur muyum hiç akıllım,” dedi muzipçe. “Bugün hıdırellez!”
Tir tir titriyordum. “Ölüyor muyum yoksa?” Diye düşünürken küçücük, cılız bir sürgünün yaşlı bedenimden göğe doğru yükseldiğini fark ettim.
ESRA KARA 6.05.2020