- Kategori
- Öykü
KIŞ İKİNDİLERİ
“Aşkın gözü kör olduğu gibi yüreği de sağır olmalı. Karşımızdakini bu kadar içselleştirdiğimizde onu kendimiz gibi görmemiz kaçınılmaz oluyor. Ancak o, kendi gibi davranmaya başladığında anlıyoruz yanıldığımızı.”
(…)
Telefon tekrar çalmaya başladığında heyecanla açtı.
“Bana kızdın mı?” diyordu telin ucundaki ses.
Özür diler gibi bir tonlama vardı sanki konuşmasında.
“Hayır, önemli değil,” dedi. “Ben iyiyim merak etme.”
Konuşurken sesinin titrememesi için çaba gösteriyordu. Üzgün olduğunu hissettirmemeliydi ona. Ailesiyle kendi arasında kalmanın stresini yaşatmamalıydı.
“Seni sevdiğimi sakın aklından çıkarma, olur mu?”
Sesi yumuşacık, sıcacıktı sevdiği adamın.
“Sen de hep seni beklediğimi aklından çıkarma!”
Beklemek... Hep beklemek...
Daima sıranın en sonunda olduğunu bilerek beklemek...
Güneşli kış ikindileri gibi olacak mutlulukları daima.
Kısa ve güzel.
Çabuk yaşanıp tüketiliveren.
Yaşanılan güzelliklerin, hayatımızda hep kısacık anlar içinde geçiştirildiğinin, tadına varamadan tükenip bitiverdiğinin kaç kişi farkında oluyor ki? Böylesi yanlış aşklar yaşayanların dışında!
“Kapatıyorum, film başlamak üzere, seni yarın ararım, öpüyorum.”
Yanıtını beklemeden kapatmıştı telefonu.
Sinemadan edilen kaçamak bir “alo” onu mutlu etmeye yetmişti. Bu, “Her yerde seni düşünüyorum!” anlamına geliyordu. Gülümsedi, böyle bir ilişkide küçük şeylerle mutlu olmasını öğrenmişti. Tarık’ın kendisiyle beraber olması yerine, çocuklarıyla patlamış mısır yiyerek film seyretmesi üzmüyordu artık onu. Önemli olan, o an da bile onu düşünüyor olması değil miydi?
Değildi aslında!
İçinde onu görmek arzusu büyüdükçe büyüyordu… Şimdi kalkıp sinemanın önüne gitse, onu uzaktan görse, çocuklarını tanısa. Bunca zamandır hiç aklına getirmemişti çocuklarını görmeyi. Hiç üşenmedi, üzerini değiştirip dışarı çıktı.
Yazdan arta kalan bir gece yaşanıyordu dışarıda. Yıldızlı ılık bir sonbahar gecesinin tadını çıkaran genç bir grup geçti yanından. Bol argolu, küfürlü konuşmalar canını sıktı. Epeydir geceleri çıkmıyordu. Arkadaşlarıyla sinemaya, bara ya da herhangi bir yere gitmeyeli ne kadar olmuştu, onu bile anımsamıyordu. Tarık’ı tanıdığından beri tek kişilik bir gezegende yaşamaya başlamıştı.
Bir taksi durdu yanında. Binmek için adım attığında şoföre takıldı gözü. Bakışları hoşuna gitmedi. Onu, müşteri için çıkan kadınlara benzetmişti galiba. Sarışın olmanın, dekolte giyinmenin, gecenin bir vakti sokaklarda olmanın bedeli de bu oluyordu.
Otobüse binmeye karar verip durağa doğru yürümeye başladığında gelip geçen otobüslerin kalabalıklığı şaşırttı. Mecburen taksiye binecekti. Durdurduğu taksinin şoförüne hiç bakmadan arka kapıyı açıp oturdu. Canı fena halde sigara çekmişti. Torpidonun üzerideki pakete gözü takıldı.
Bir tane istese?
Olmaz, yanlış anlaşılabilir! Hem zaten yasak da.
Kırmızı ışıkta şoförün dikiz aynasından göz ucuyla baktığını fark etti. Usulca biraz daha yana kaydı. Dışarı çıktığına çoktan pişman olmuştu. Bazen böyle gereksiz duygusallıklara kapılıyor nedense...
Sana ne adamın çocuklarından!
Belli ki çok seviyor, kırılmalarını göze alamayacak kadar. Hatta ondan bile çok seviyor…
Hayır, kıskançlık krizine tutulmanın sırası mıydı sanki?
Sevdiği adamın çocuklarına olan sevgisini kıskanacak kadar asla çirkinleşmemeli!
Taksim’e geldiklerinde, taksimetredeki ücreti uzattı.
“Müsait bir yerde inebilir miyim?”
Şoför, Feraye’yi yüzünde anlamlı bir gülümsemeyle yanıtladı.
“Nerde istersen inebilirsin de, hani diyorum, bu gece işin yoksa biraz eğlenelim.”
“Pardon?!”
Bir anda ne demek istediğini anladı, duran trafikte kapıyı açarak dışarı attı kendini. Sinirleri bozulmuştu iyice.
“Manyak, serseri...” diye bağırdı arabanın arkasından.
Az ötede duran iki adamdan birinin ötekine,
Pazarlıkta anlaşamadılar galiba,” deyişini duyar gibi oldu.
Hızlı adımlarla İstiklal Caddesi’ne doğru yürürken bu yaşadıklarını hak etmediğini düşünüyordu. Bu kadar aksiliğin üst üste gelişi anlaşılır gibi değildi. Ne olmuştu insanlara böyle? Sinema çıkışının olduğu yere geldiğinde bir kapı aralığına sığınarak beklemeye başladı. Burada ne işi olduğunu, neden geldiğini sorgulayıp durdu kendi kendine. Birdenbire aklına onu görmek düştüyse vardı bir hikmeti!
Az sonra açılan kapıdan kalabalık dağılmaya başlamıştı. Hem görmek, hem de kendini göstermemek için uğraş verirken gördü onları.
Sarsıldı, dağıldı, paramparça oldu…
Sonra vazgeçti saklanmaktan.
Tarık’ın bir şey görecek hali olduğunu zannetmiyordu.
Omuzlarına sımsıkı sarıldığı genç kızın gözlerinden başka...
Melek Koç // Mutsuz Kadınlar Kulübü/ Edebiyatist Yay. Mayıs 2021