- Kategori
- Edebiyat
Kısa bir yaşam ve büyük şiirler
Bir sanatseverin bir sanatçının eserlerini beğenip okumasında sanatçıların popülerliğinin, tabir doğruysa moda olmuşluğunun önemli etkisi vardır diye düşünüyorum. Kişisel olarak okurken burun büktüğünüz bir eseri popülerliğinin hatırına sonuna kadar okumak gibi sıkıcı bir görevi de vardır okurun. Orhan Veli, sanırım bu konuda hepimizin yürekten okuduğu, şiirlerini ezberlemeye çalıştığı, popülerliğini hak etmiş sanaçlılardan biridir. O sanki istanbul'dur, Galata köprüsünde bir balıkçıdır , tren seslerine ağlayan bir yolcu uğurlayandır garlarda, güzel havalarda her şeyi unutan, kalabalıklarda yalnız biridir çoğunluğumuz gibi. Hepimizin çok iyi bildiği İstanbul sevdasının yanında, toplumsal yaşam ile ilgili saptamalarını da yazmıştır. Türkiye'nin Dünya savaşları ve sonrasında ki toplumsal yaşamını ;
"Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön
Dudaklarında deniz kokusu
Kirpiklerinde tuz
Harbe giden sarı saçlı çocuk! "
gibi bir şiiri ile kısa fakat öz bir şekilde anlatırken, uğurladığı askeri yine bir kıyı kentinden büyük bir olasılıkla İstanbul'un bir rıhtımından uğuluyordur. Bazı şiirlerinde bu gün bu kadar popüler olan, kitapları hepimizin kütüphanelerinde yer almış bir yazarın çok da rahat olmadığı bir yaşantının işaretleri görülür;
"Şiir yazdım bunca senedir
Ne buldum?
Eşkıyalık edeceğim bundan sonra
Haberi olsun yol kesenlerin
İş yok artık kendilerine
Dağ başlarında
Mademki ekmeklerini alıyorum
Ellerinden
Buyursunlar onlar da benim yerime
Münhal var edebiyat aleminde"
Ve aşık olmuştur, çoğu zaman her şaire şiirler yazdırmış duygularla belki uykusuz kalmış akşamlarının birinde yazılmış şiirinde, etkisinin hissedildiği bir kadına;
"Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım? "
İçkiyi sevmiştir genellikle, bu kadehlerle geçirdiği bazı zamanlarında kendisine ayna tutmuştur hep, dönüp bakmıştır kendine, geçmişine;
"Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine;
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim! "
Bütün şiirlerini incelediğiniz zaman İstanbul'un kalabalıklarında ızdıraplı bir yalnızlık yaşadığını anlarsınız. Bazı şiirlerinde bunu yüksek sesle bağırır;
"Bilmezler yalnız yasamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler. "
Şiirlerinin genelinde yaşamı sevdiği, fakat ölüm gerçeğinin hep bazı mısralara sıkıştırdığı görülür. Yaşamın zorluklarına rağmen güzel olduğuyla ilgili önemli sonuçlara ulaşmıştır;
"Biliyorum, kolay değil yasamak;
Ama işte
Bir ölünün hala yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yasamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de değil;
Kolay değil bu dünyadan ayrılmak. "
Fakat kendisi maalesef bu Dünya'dan çok kolay ayrılmıştır. 1914 yılında çok sevdiği İstanbul'da başlayan yaşamı Ankara'da belediyenin açtığı çukura düşmesiyle inanılmaz bir sürece girmiş, beyin kanaması geçirmesine rağmen sanki son nefesini vermek için geldiği İstanbul'da 1950 sonbaharın da, Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Yaş otuzbeş! Yolun yarısı eder" deyişine inat, yolun yarısından bir yıl fazla yaşayarak en verimli olabileceği dönemde aramızdan ayrılmıştır. Saygıyla anıyorum...