Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '07

 
Kategori
Anılar
 

Kişisel duruş kavramı için iki kişilik bir diyalog, Teşvikiye Taksim arası.

Kişisel duruş kavramı için iki kişilik bir diyalog, Teşvikiye Taksim arası.
 

Kapıdan çıktığında, Serap soğuk havaya karşı kabanının yakalarını kaldırmış, uzun siyah saçlarının çevrelediği yüzünde beliren gülümseme ile ona doğru bakıyordu. Bu akşam Serap günlerdir süren, bir punduna getirip Erkan'la yalnız kalma isteğinde bir adım daha ileri gitmiş ve Erkan’ı çıkışına kadar kapıda beklemişti. Cesur, kararlı ama bir o kadar da gururluydu Serap. Hiçbir erkek ona karşı kayıtsız kalamazdı. En azından, Serap bundan emindi. Gerçi bu kez çabayı gösteren daha çok kendisiydi, bu onu biraz kızdırsa da oyunun devamını merakla bekleyen çocukların meraklı bakışına benzeyen gözlerle bakıyordu ona.

Normal koşullarda hiç ama, hiç hayır denilemeyecek, deyim yerindeyse “dört dörtlük bir parçaydı” Serap Erkan'a göre. Kendince birikmiş birçok nedenle Erkan, Serap’ın gözlerinin ona değdiği ilk günden beri tehlikenin farkına varmış, bir anlamda her karşılaşmada deyim yerindeyse kaçamaklarla durumu idare etmişti. Bu akşam bu idare en zaaflı noktadan yakalanmış ve deyim yerindeyse sıkı bir baskın yemişti.

“Ne yöne gidiyorsunuz?” Erkan “ben mi?” dedi başka biri varmış gibi sanki.

“Şey, eve gideceğim”

“Ben de Taksim’e kadar yürüyeceğim,”

“Bu soğukta mı?”

“Soğuk ama ayaz değil, ben bu havalarda yürümeyi çok severim”

Oğlum, kendine dikkat etmeye söz veriyorsan yürü Taksim’e kadar diye geçirdi içinden Erkan.

“Eee, karar verin ama, geliyor musunuz?”

“Peki, neden olmasın. Soğuktan korktu mu dedirteceğim kendime”

Dediğinde Serap derin bir iç geçirdi, bunun karanlıkta belli olmadığını umarak. Bu arada zaten Abdi İpekçi caddesinin sonu gelmiş, Valikonağı caddesine çıkmışlardı. Serap eğlenceli, esprili bir kızdı. Topluluklarda cesareti yüksek, iletişimin içinde olan ve bunun getireceği yeni ilişkiler ve arkadaşlıkları da yönetebilecek becerisi vardı.

Grupta bulunan Sinan’ın dikkati neredeyse tam zamanlı mesaide oluyordu onun için. Esprileri, yardımları ve bazen aşırıya kaça özeni ile Sinan, Serap üzerinden kadınlarla olan iletişiminin acemi yanlarını sergiliyordu. Bu salvoları geçiştirmek Serap için hiç te zor olmuyordu. Gurupta bulunan herkesin farkında olduğu bu gerçek her kadında olduğu gibi Serap’ta da yaprak bile kımıldatacak bir heyecana yol açmıyordu.

Onun büyük avı Erkan olacaktı, ilk günkü yerleşim düzeninde, masaların seçiminde Serap’ın akşam telefonda en yakın arkadaşına anlatacağı bazı küçük oyunlar oynamıştı.

“Sinan seninle çok ilgili farkında mısın?” dedi Erkan, hafif tebessümle.

“Bırakın ya, ben çok gördüm o tip ilgileri”

“Hoş çocuk ama, yakışıklı da yani. Kendinden emin, zarif üstelik te iyi bir eğitim almış, Mühendis miydi? Sinan”

“Bana bakın, derdiniz ne sizin? Satışa mı geldim yoksa?” dedikten sonra gülümsedi Serap.

“Yok canım, öylesine günlük küçük eğlenceler işte, hani herkes onun sana nasıl yaklaştığının farkında da”

“Olabilir, aklı sıra iz bırakıyor üzerimde ama havasını alır, ben hoşlanmam o tiplerden”

“Orası bana düşmez, kimbilir?”

“Akşam akşam, delirtmeyin beni ya, yok mu başka ayaküstü konuşulacak konu?”

Konuşmadaki gösterdiği otorite, yeterince açık ve belirgindi. Erkan, konunun üzerine daha fazla gitmedi, hassasiyetlerin ne olduğu gayet açıktı zaten.

“Bu saatte eve gidip te ne yapacaksınız ki? Gelin size bir kahve ısmarlayayım” dedi Serap, duru, açık ve boşluk bırakmayan bir sesle.

“Zaten, yolunuzu da yeterince değiştirdiniz. Yoksa sizin Akaretler'den Beşiktaş’a indiğinizi biliyorum”

Az önce Sinan konusunda yediği golün karşılığını hemen vermişti, maç bir bire gelmişti.

Erkan'ın “Senin bilmediğin, benim bazı akşamlar yürüyüş yaparak bu yönden giderim” demesine her ikisi de sadece gülmüştü.

Taksim'e geldiklerinde Serap, meydandaki cafeler’den birini önerdi, Erkan bu konudaki seçimlere müdahil olmayan tavrıyla ona uydu. Topluluk dışında Serap’ı bir kez daha uzun uzadıya izledi Erkan. Gerçekten çok güzel kadındı, her iki yana dökülen ara ara elleriyle kulaklarının arkasına attığı koyu siyah saçları, koyu siyah gözlerini çevreleyen kaşları ve yüzü özel bir bakım gerektirmeden çok duru ve güzeldi. Her erkeğin içini hoplatacak güzellikte vücudu belki biraz boy eksiği olmasa onu manken, fotomodel sanabilirdiniz.

Özellikle Türk kadınlarında az görünen diri göğüsleri, giydiği cesur ama ayarında dekolte ile her erkeğin başını döndürecek güzellikteydi. Bu göğüsler Erkan’da, küçüklüğünden beri siyah beyaz filmlerden hatırladığı bir Sophia Loren göğüsleri saplantısına denk düşüyordu. Onun en ağır zaafı Serap’ta göğüs olarak karşısına çıkmıştı. Serap yirmi beşli yaşların verdiği olgun, yaşamış güzelliğine sıkı takip ve avcılığını eklemişti. O, sıkıldığı coğrafyalardan uzaklara düşmüş dişi panterlere benzer sıkı bir beden taşıyordu.

Burada olmaktan şikayetçi olmadığını düşündüğü anlarda Serap, orada olmanın yeni oluş aşamaları konusunda çok şeytani fikirleri olduğu hissini veriyordu. Erkan bu duyguyu çok iyi tanıyordu. Devamına izin verirse çok tutkulu ama bir o kadar da tehlikeli bir dönemin başlangıcı olma ihtimali çok yüksekti.

Her ikisi de kahvelerini yudumlarken, saldırı direk ve cepheden geldi.

“Sen, neden bu kadar kendinden eminsin?” Diye bunu başlatan Serap’tı.

“Ben mi? Öyle mi görünüyorum. Aslında çok ta utangaç yaratılışlıyımdır, bak yüzüm kızardı gene”

“Öyle mi?” Hınzırca gülümsedi Serap.

“Öylesine bodosloma sordun ki, ne diyeceğimi şaşırdım.”

Şimdi daha zor bir aşamaya geçileceği belliydi. Her ikisi de aslında yıllardır birbirlerinin tanıyormuşçasına aynı alanın, tecrübenin ve atmosferin duygularını taşıyorlardı.

“Düşündüğün şeyleri yapmam, seninle bir şeyler yaşamam imkansız”

Saldırı Erkan’dan acımasızca gelmiş ve Serap’ın bütün savunma hatlarını dağıtmıştı, bu durum genelde düşmanla uzun sürecek bir savaş ihtimali olan eşit güçlerin olduğu anlarda moral bozucu ağır bir baskın gibiydi. İlk vuran kazanır derler ya, bu yumruk balyozdan bile ağırdı ve Erkan ondan çok ama çok korktuğunu göstermişti.

“Git işine ya, bir kahve içelim dedik, konuyu getirdiğin yere bak” Serap zaman kazanmak için iyi bir manevra yapmıştı, bu aldığı darbenin onda yarattığı hasarı kapatmazdı ama moralini de bozmamalıydı.

“Konu oradan hiç gitmedi ki tekrar getireyim geldiğin ilk gün bir bugün iki sanki”

“Ya, hasta ettin beni şimdi. Belden aşağı vurmak denir senin yaptığına”

“Sen ne anlarsan anla, burada seninle olmak güzel, ama bana göre değil, baksana bir etrafa, bütün erkekler piyangodan büyük ikramiye çıkmış biriymişim gibi bakıyorlar bana, maazallah elimden bir kaza da çıkabilir yani”

“Bırak isteyen, istediği gibi baksın, onca yıldır yanımda mıydın? Sokaklara benimle mi çıktın? Bir gün Teşvikiye Taksim arası yürüdük diye çözdün mü benim dünyamı sanırsın?”

Erkan bir an bozuldu. Şık olmayan bir sahiplenme yapmış cevabını almıştı, bu mesajı alan Serap’ta golünü atmakta gecikmemişti. Doğru söylüyordu bismillah daha neydi bu sahiplenme? Erkan yanında güzel kadınlar varken bu huzursuzluğu hep yaşardı. Rahatsızlığının nedenini kıskançlıkla tam açıklayamıyordu. Elindeki değerli şeyleri değersiz poşetlere saklayarak taşıyan bir adam olduğu için bu durumlara alışamıyordu bir türlü.

Tekerrürler biraz kaprislerle birleşince güvensizlik ve ilişkinin sonunu getirmişti çoğu zaman. Erkan bu durumdan sıkılır ve değiştirmek isterdi ama her seferinde aynı duygular ona aynı biçimlerde gelirdi.

“Seni kırdım sanırım”

“Hayır neden kırılayım ki?”

“Dediğim şey şu, daha açık olmak gerekirse” kahvesinden bir yudum daha aldı ve bir kez daha süzdü Serap’ın güzelliğini ve devam etti.

“Ben konunun akışının beni götüreceği yeri görüyorum ve gitmek istemiyorum. Bunun seninle bir ilgisi yok. Seni görmek, tanımak aynı ortamları paylaşmak çok güzel, bundan çok iyi tanıdığım bir keyif alıyorum.”

“Eee, ne demek şimdi bu?” Dedi Serap biraz bozulmuş bir halde.

“Bu şu demek, benden uzak dur. Sana hayır demek benim için çok zor. Gerçekten çok zor, bunu yapabileceğimi biliyorum ama bu süreç seni gerer bir arada bulunmamızı zorlaştırır, ne demek istediğimi anlıyorsun umarım.”

“Senden dünyayı istemiş gibi konuşma benimle” Serap yine zaman kazanmak ister gibi konuyu yaymaya çalıştı.

“Ben evliyim bunu biliyorsun, karımı da seviyorum, hani dersen ki madem öyle niye buradasın, çünkü burada bulunmaktan hoşlanıyorum da buradayım, ama bu kadar.”

“Zorla bir yere mi götüreceğimi mi sandın seni? İstediğin an dön karına ne derim ki?”

Serap, o zamana kadar gördüğü bütün filmlere geri döndüğünü hissetti bir an. Birçok erkek ilişkilerinin başında değil sonunda söylerlerdi karılarını sevdiğini bu salaksa daha bismillah ilk kahve içiminde. Bu şans mı şanssızlık mı? Bilemedi gülümsedi.


“Gençliğimde çok gözlemci olduğumu bugün daha iyi anlıyorum. Güzel olanı ve benim için güzel şeyler hisseden kızları, ben de hep hissettim, onlara yakın oldum, karşılık buldum. Tanrıya bu konuda duacıyım, bu güzel yeteneği bana verdiği için. Bu nedenle de senin ilk günden bu güne kadar bana akan duygularını da olduğu gibi gördüm. En yakın kız arkadaşına benimle işi ne zaman bitireceğin konusunda şakalaştığına bile inanıyorum, hayaller kurduğunu gözlerinin önünden geçen bulutlarda görüyorum. Ben bu güzelliklere ihanet edememeyi öğreneli çok oldu be güzelim. Seni kandıramam, karımı sevmiyorum, hatta ayrılmak üzereyim diyemem. Bunları söylemeyip sonuçta ne yapacağımı da bilmiyorum. Birçok erkek bu konuşmayı duysa bana deli, salak muamelesi yapar bunu da biliyorum.”

Erkan o anda Serap’ın bütün savunma duvarlarının yıkılmış halini gördü, o denli yalnız, o denli güzel ve o denli şaşkındı ki, elini uzattı Serap’ın yanağına doğru yuvarlanan yaşı sol başparmağının ucuyla sildi. O an zaman durdu.

İki güzel insan o anda bir ve bütün oldu, bütün geçmişleri silindi, gelecek ise hiç olmadı.

 
Toplam blog
: 202
: 994
Kayıt tarihi
: 29.06.07
 
 

Sosyal medya danışmanı, grafik tasarımcı.  ..