Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '18

 
Kategori
Öykü
 

Kıyı Kıyı Samanyolu / 1

Kıyı Kıyı Samanyolu / 1
 

Bu öykünün kahramanı için ilham Aldığım Hüseyin Amca, bugün 94 yaşında vefat etti. Hem kendisini rahmetle anmak, hem de güzel olduğuna inandığım bir öykümü paylaşmak istiyorum. Öykü biraz uzun. Birkaç bölüm olacak. Sabırla okunduğu takdirde keyif alacağınızdan eminim.

............................. 

 Mayıs ayı yarılanmış, Haliç’in en güzel günleri yeni başlamıştı. Altınboynuz’un iki yanındaki yeşil bantlar şenlenmiş, mangal dumanlarına karışan çocuk cıvıltıları gece yarılarına kadar sürer olmuştu.

            Balat sahilindeki evinden her gün koyu suların yaladığı Haliç kıyısına giden Sabit Amca, piknikçilerin giderek artışına memnun olur ama bir yandan da kalkıp giderlerken çer çöpleri arkalarında bırakmalarına bir hayli sinirlenirdi. Torunu yaşındaki gençlerle tartışır, diklenenlerle çata çat kavga ederdi.

            Memleketten gelen kötü haberi aldığında da yiyip içip, çöplerini çimenlerin üzerinde bırakan bir aileyle ağız dalaşına girmişti. En çok adamın “Sana ne kardeşim!”  diye efelenmesine bozulmuştu.”Sana ne ha? Sana ne…Ye iç, sonra pislet git. Var mı böyle bir şey?” diye söylenerek kalkıp eve doğru yürümüştü. Acı acı çalan cep telefonuna bu sinirle cevap verdi:

- Ne var ?

Arayan kızıydı. Balat’ın bir köşeciğinde beraber ömür tükettikleri bekâr kızı Remziye…Kız babasının sinirli oluşuna alışmış mıydı ne, hiç şaşırmadan:

-Baba, memleketten aradılar. Lokman Amca felç geçirmiş.

-Ne zaman olmuş?

- Bu sabah..Osman haber verdi.

Bir an “Bana ne bundan?” diyecek oldu ama birden vazgeçti. Lokman’la arası uzun zamandır bozuktu ama ne de olsa kardeşiydi. Hiç olmazsa kızına belli etmemeliydi bunu.

-Anladım. Ben de eve geliyordum, konuşuruz.

            Remziye uzun süre babasının amcası hakkında konuşmasını bekledi ama ihtiyar hiçbir şey demedi. Aralarının açık olduğunu, beş-altı senedir birbirleriyle konuşmadıklarını biliyordu ama bu kadarını da beklemiyordu. Neden sonra memlekete telefon edip son durumu öğrenmeye karar verdiler. O da kızının ikide bir “ Baba, bir arayalım hiç olmazsa “ diye zorlamasıyla. Hastanede yanında kalan yeğeni Osman’la konuşmuşlardı:

-Lokman Amca’nın durumu iyi amca,

demişti yeğeni.

-Bilinci yerinde. Ancak konuşamıyor. Sağ tarafını da hareket ettiremiyor.

Telefonu kapatırken “ Acı patlıcanı kırağı çalmaz. Bak durumu iyiymiş “ dedi kızına. Sonra pencereye oturup, Hasköy’ün ışıklarına karşı çayını yudumlarken uzak geçmişi düşündü. Kendisinden iki yaş küçük kardeşi Lokman’la aynı zamanda iki yakın arkadaş gibiydiler. Gün boyu koşup oynar, geceleri yüksekçe bir yere çıkıp gökyüzüne bakarlardı. Parlak yıldızlarla dolu semayı seyretmeyi ne de çok severlerdi. En büyük zevkleri de Samanyolu’nu bulup çıkarmaktı. Kuzeyden güneye doğru yıldız tozu serpilmiş, belli belirsiz bir halıyı andıran Samanyolu’nu ilk gösteren bir misket kazanırdı.

            Çocukluğu geride bırakıp delikanlı olduklarında çoğu Rizeli gibi yolları gurbete düştü. Kendisi İstanbul’a gelip devlet kapısında çalışırken, Lokman Zonguldak’a gidip madenci olmayı tercih etmişti. Birkaç yıl çalıştığı Gölcük’ü saymazsak İstanbul’a iyice kök salıp yerleşirken, Lokman memlekete dönmüş, çay ziraatıyla uğraşmaya başlamıştı. Altı yıl kadar önce arazi paylaşımı yüzünden kavga etmiş, birbirinin üzerine yürümüşlerdi. Araya girenler iki kardeşin sille tokat dövüşmesini önlemişti ama birbirlerine fena küsmüşlerdi. İşte böyle altı yıldır birbirleriyle  konuşmuyorlardı.

            Mayıs ayı bitip de ilk yaz sıcakları belirmeye başlayınca Sabit Amca Haliç kıyısı gezintilerini iyice boşlamıştı. Şimdilerde gün boyu evin arkasındaki arsada duran külüstür kamyonetiyle meşgul oluyordu. Anladığı kadar arabayı tamir etmeye uğraşıyor, sağını solunu yenilemeye çalışıyordu. Ancak bütün bu çabalarına rağmen külüstürü çalıştırmayı başaramayınca tanıdık bir tamirhaneye götürmeye karar verdi.

            Tamirci çekilerek dükkanına getirilen arabayı bir iyice inceledikten sonra:

            - Sabit Amca, bunu yaptırmaya kararlı mısın?

            diye sordu. Cevap ise hiç duraksamadan geldi:

            -Tabii kararlıyım. Öyle olmazsa getirir miydim sana?

            Tamirci başını iki yana  salladı:

            - Ben senin için dedim Sabit Amca. Çok iş var bunda. Tabii bir sürü de masraf..

            Sabit Amca kaportaya bir yumruk indirerek:

            - Böyle hurda göründüğüne bakma. Taş gibidir evvelallah..

            dedi gülerek,

            - Elinden geleni yap sen. Memlekete getirip götürsün beni yeter.  

            Tamirci eski bir baba dostunu kırmak niyetinde değildi. Diğer bütün işlerini erteleyip kamyonetle uğraşmaya başladı. Bir hafta sonra evinin önüne sandalye atmış güneşlenen Sabit Amca tanıdık bir araba sesi duydu. Başını kaldırıp sokağa baktığında külüstürün uzaktan tıkır tıkır geldiğini gördü. En sevdiği oyuncağına kavuşan bir çocuk gibi sevinerek, uzun bir zamandır oturmadığı direksiyona kuruldu.

            - Şöyle Alibeyköy’e kadar gidip gelelim, diye keyiflendi.

            - Elimin ayağımın pası silinsin.

            Tamircinin arkadan sallanan eli giderek uzaklaşırken Eyüp yönünde gazlayan Sabit Amca sevincinden uçacak gibiydi. Bir yandan da artık çalışmasından ümit kestiği külüstürünü adam eden tamirciyi takdir edip duruyordu:

-Helal olsun çocuğa..Gerçekten ustaymış..

            Remziye ne zamandır her şeyi bırakıp, yıllardır arka bahçede yatan kamyonetle meşgul olan babasını merakla izliyordu. Önceleri zaman zaman depreşen geçici bir heves sanmıştı ama ihtiyarın bir türlü pes etmeyip, sonunda arabayı yürütmesine hiçbir anlam verememişti. Bu arada Lokman amca da epeydir yattığı hastaneden taburcu olmuştu. Çok şükür sakat kalmamıştı ama walker denilen yürüme demiri yardımıyla yürüyebiliyor ve ancak yarım yarım konuşabiliyordu. İstanbul’da ne kadar akraba varsa ziyaretine gitmişti ama bir tek ağabeyi Sabit hariç..Tabii bu duruma da en çok Remziye üzülüyordu. Babası arabayı güle oynaya park edip, neşe içinde eve çıktığında:

- Hayırlı olsun baba, dedi.

-Arabana kavuştun gene.

-Sağol kızım. Şöyle okkalı bir kahve yap da karşılıklı içelim. Sana bir diyeceğim var.

Remziye merak içinde kahveleri pişirip, baba kız karşı karşıya içmeye başladıklarında;

-Evet baba, dedi, Ne diyecektin bana?

Sabit Amca bir yandan kahvesini höpürdetirken bir yandan da dikkatle kızına bakıyordu.

-Pazartesi sabah erkenden Rize’ye gidiyorum ben.

Biçare Remziye..Sonunda babasından duymak istediği şeyi duymuştu ama sevindiğini belli etmedi:

-Beraber gidelim. Ben de amcamı görmek istiyorum.

-İsterdim ama yolda çok zahmet  çekersin sen.

Remziye “ Bu ihtiyar haliyle beni düşünüyor” diye geçirdi içinden.

-İstersen uçakla gidelim. Herkes böyle yapıyor şimdi.

Sabit Amca sonunda ağzındaki baklayı çıkarmaya karar verdi:

-Ne uçağı kızım? Benim arabayla gideceğim memlekete..

-Ne, o külüstürle mi?

Remziye bir hayli şaşırmıştı. Babasının neden o kamyonetle bu kadar uğraştığı şimdi belli olmuştu.

-Daha İzmit’e varmadan yolda kalırsın baba. Hem de bu yaşında..

-Ne varmış yaşımda?

Dedi Sabit Amca gülerek.

-Ben daha ölmedim Remziye..Bunu yapacak gücüm var.

Sonra uzaklara dalmış gibi konuştu:

-Biliyor musun? Yıllar önce Lokman Amcana söz vermiştim. Hopa’ya kadar gidip gelecektik. Nerden bilebilirdim ertesi gün mal yüzünden karakolluk olacağımızı. Şimdi bu sözümü yerine getirmenin tam zamanı. Daha fazla geciktiremem artık.

Remziye bir an “Aman baba..Yeğenlerinin hepsinde araba var. Alırsın birini, gene götürürsün “ diyecekti ama birden vazgeçti. İnatçılığıyla meşhur babasının “Benim arabayla kızım, benim arabayla” diye ayak direyeceğini iyi biliyordu.

Her şeye rağmen belki bu zorlu yolculuktan vazgeçer diye aylardır ertelediği sağlık kontrolüne getirmeyi denedi. İnatçı ihtiyar binbir dereden su götürerek kaytarmaya çalıştıysa da sonunda razı oldu. Sabit Amca’yı tepeden tırnağa muayene eden doktor sağlık durumunu çok iyi bulmamıştı. Hele hele bin yüz kilometre yolu göze alıp memlekete gitmek istediğini duyunca gözleri faltaşı gibi açılmıştı:

-Aman amca..Ne yapıyorsun sen? Şekerin var, tansiyonun var. Kendini delikanlı mı sandın?

Sabit Amca kayıtsızca elini salladı:

-Acı patlıcanı kırağı çalmaz doktor bey. Hem nice delikanlıyı cebimden çıkarırım ben.

Böylece Sabit Amca’nın Karadeniz yolculuğu kesinleşmiş, sıra yol hazırlıklarına gelmişti. Aslında o aküye bağlayacağı küçük bir oto buzdolabı, mangal ve bir bavuldan başka bir şey almak istemiyordu. Ancak kızı buna razı olmamış, hazırladığı bir sürü yiyecekten başka “Amcama gönderiyorum” diye, ardiyeye attıkları sallanan koltuğu bile kamyonetin arkasına yerleştirmişti. Yolda lazım olur diye bir sürü ilaç koymuş, tansiyon aletini bile unutmamıştı.  

Devamı var..

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..