Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '10

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Kızılderili şeften mektup var

Kızılderili şeften mektup var
 

alıntı


“Yeryüzü bize atalarımızdan miras kalmadı; çocuklarımızdan ödünç aldık.” Çevreci yaşam felsefesine anayasa yapılacak güçte bir Kızılderili özdeyişi… “Toprak insana değil, insan toprağa aittir” diyor Şef Seattle. Yeryüzü kimsenin mülkî hakkı değildir; sadece insanî kullanıma izinli bir emanettir; bu yüzden, yeryüzü mülkiyet hakkıyla kimseye miras bırakılamaz. Ancak, emaneti bozmadan sadece insanî kullanma hakkını çocuklarımıza miras bırakabiliriz. Küçüklüğümüzde okuduğumuz Teksas, Tommiks çizgi romanlarından tutun da, seyrettiğimiz kovboy filmlerine kadar her şey bize Kızılderilileri vahşi ve ilkel insanlar, Beyaz Avrupalı’yı uygar insan olarak tanıttı. Tarih kitapları bile, Beyaz adamın yeni kıtaya medeniyet taşıdığından dem vururdu.

Her nasıl olduysa sonradan daha başka şeyler öğrendik. Uygar ve kahraman bildiklerimiz; aslında acımasız sömürgeciler, açgözlü işgalcilermiş. Vahşi ve canavar bildiklerimiz de aslında doğal yaşam ortamlarını bu haydutlara karşı kanları pahasına savunan ilk doğa savaşçılarından bile sayılabilirler.

Aşağıda okuyacağınız mektup, tüm "Duwarmish" Kızılderililerini temsilen Şef SEATTLE tarafından "Washington'daki Büyük Başkan"a, yani 1853-1857 yılları arasındaki Amerikan Cumhurbaşkanı Franklin Pierce'ye hitap eden ünlü mektuptur.

Adının aslı Seatlh'dır. İngilizce telaffuza uygun hale getirmek için Seattle yapılmıştır.

ABD'liler tarafından hâlâ sevilen ve anılan bir şeftir. Onlara göre şef Seattle çok insancıl, ileri görüşlü, başarılı ve zeki bir liderdir. Bütün Kızılderililerin örnek alması gereken bir kişidir. Tabi bunda şef Sattle'ın topraklarını almaya gelen beyaz adamla savaşmak yerine onlara topraklarını satması, kabilesinin insanlarını toplama kamplarında yaşamaya ikna etmesi ve Şamanizm’i terk edip Hıristiyan olmasının etkisi inkâr edilemez. Kaynağı tartışmalı olmakla birlikte bir konuşmasında "Kızılderili’nin vakti geçmiştir, artık bu topraklarda beyaz adamın vaktidir" dediği söylenir. Bu işbirlikçi tutumuna karşılık küçük bir kasabaya onun adı verilerek Beyaz Hakimiyet tarafından onurlandırılmıştır. O küçük kasaba bugün ABD'nin kuzeybatısında büyük ve modern bir şehir olmuştur.
Bilgi kaynağı: (http://www.itusozluk.com/goster.php/%FEef+seattle)

Suquamish Kabilesinin lideri olan Şef Seattle 1786'da doğmuş, 7 Haziran 1866'da ölmüştür. Şef Seattle'nin ünlü mektubu 1854 yılında anlaşma müzakereleri sırasında ezbere söylenmiş bir söylevdir aslında. Yazıya geçirilmiş olan bu söylev, insan ve dünya doğası arasındaki var-oluş ilişkisine değinerek en güçlü çevre bilinci vurgusunu yapabilmiş söz sanatı örneği sayılmaktadır.

Dr. Maynard, bir Kızılderili araştırmacısıdır; Şef Seattle ile uzun yıllar çok iyi arkadaş olur ve bu arkadaşlığa bir minnet borcu olarak yeni kurulan bir kasabaya onun adının verilmesini önerir; ve önerisi kabul edilir. Ancak, hafif gırtlaktan söylenmesi gereken Şef Seatlh'ın adı İngilizce ses uyumuna uygun biçime getirilerek kasabaya "Seattle" adı verilmiştir. Bu aynı zamanda ünlü şefin tarihi adı olmuş, o günden beri Şef Seattle olarak bilinmektedir.


Bilgi kaynağı: (http://sanatgalerisi.com/TURKCE/DERGI/seattle.htm)

İşte, size, "kafa derisi avcıları" olarak tanıdığımız ve "hugh! voah!" gibi ünlemli bir kaç kelimeden başka bir şey bilmezlermiş gibi konuşturulan Kızılderililerin şefinden duman postasıyla gelen mektup...

Şef Seattle'ın Mektup yapılan sözlerinin Türkçesi:

Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Ama sözlerim, gündüz güneş, gece yıldız kadar şaşmaz akıl yollarıdır. Şef Seattle her ne söylerse, Washington'daki büyük Şef ona, güneşin doğuşuna ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.

Washington'daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Merak ediyoruz ki gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Dağların karnından doğan güneşi görünce kaçışan sabah sislerini toplayıp nasıl satabiliriz?

Havanın taze kokusuna, suyun pırıltısına sahip olmayan biri onu nasıl satabilir?

Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgârda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının yağmur sonrası parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, serin kuytulu ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın yaşam sevincinin ve yüzlerce yıllık anılarının bir parçasıdır. Ormandaki ağaçlara can veren özsuyu atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar âlemine göç ettiğinde, yaşadığı toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır. Geyik, at ve büyük kartal kardeşlerimizdir. Kayalıklar, çayırlar, taylar ve insanların ılık sıcaklığı aynı ailedendir.

Washington'daki büyük başkan bizden topraklarımızı istediği zaman bütün bunları istemektedir. Bu bizim için büyük bir fedakârlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu, göllerin ışıltılı sularında ulusumun ruhunun ışıdığını çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek.

Büyük ruh ulusumuzu sever; fakat nedendir bilinmez Kızılderili çocuklarını terk etti. Şimdi size makineler yolluyor ve çok yakında beklenmedik yağmurlar sonrası yataklarımıza taşan ırmaklar örneği beyaz adam bu toprakların her karışını dolduracak. Bizler yetim kaldık. Çünkü başka ırklardanız; çünkü ihtiyarlarımız farklı öyküler anlatırlar.

Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?

Biliyorum beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, kölesidir. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır. Babalarının mezarını geride bırakıp, doğmamış çocukların toprağını çalmaya gider. Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.

Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamıyoruz biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve sükûnet yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.

Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum, ama benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur? Bir Kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir gölün yüzünü yalayarak gelen rüzgârın sesini ve öğlen yağmuruyla yıkanan taze çam ve ot kokularını severiz.

Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Hava hayatta tuttuğu her şeyle (Tanrının) ruhunu paylaşır. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir.

Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de (şu) koşulumuz olacak: “Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin”. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokuşan binlerce bizon gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları; sırf eğlence olsun diye. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık bizonları. Demir atınız öldürüp çürümeye bıraktığınız binlerce bizondan nasıl kıymetli olabilir ki? Nasıl? Anlayamıyorum! Hayvanlar, insanları bıraksa, İnsanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler mi?

Hayvanların başına gelen, insanın da başına gelecek. Toprağın başına gelen, oğullarının da başına gelecek. Çünkü bütün hepsinin arasında yaşamsal bir bağ vardır. Toprak bizim anamızdır. Ve toprağa tükürülmez. Çocuklarınıza bunu nasıl izah edeceksiniz?

Şu gerçeği iyi biliyoruz:

Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzü ve toprakların sıcaklığını mı? Koşan antilopların çabukluğunu mu? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Ve siz nasıl satın alabileceğinizi düşünürsünüz? Bir insan anasını satın alabilir mi? (Bir insan anasını satabilir mi?)

Bildiğimiz bir gerçek daha var:

Sizin tanrınız bizimkinden farklı bir tanrı değil. Aynı tanrının yaratıklarıyız aslında. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için Kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Belki biz hepimiz kardeşiz, bunu zaman gösterecek.

Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve Kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrı'nın adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı bizonların zevk için öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi.

Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu yaşamın son durağına gelmiş olacak. Kendi varlığını sürdürebilme umudunun son başlangıç fırsatı olacak. O gün geldiğinde son bizonu yaşatmak için yarışacaksınız.

Sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra, bir bakacaksınız ki, gökteki kartallar yok olmuş; hızlı koşan taylara elveda demişsiniz.

Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Eğer biz teklifinizi kabul edersek, bu sadece yeni toprakları güvence altına almak için olacaktır; orada son günlerimizi rahat ve huzurlu geçirebiliriz belki. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef'in söz verdiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız.

Böylece ay birkaç kez daha doğacak, birkaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Birkaç kış ömrümüzün kaldığı bu topraklarda yakında matemimizi tutacak bir tek kişi bile kalmayacak. Ama niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Beyaz adam geçici bir iktidardadır ve o kendini her şey zannetmektedir.

Biz gidiyoruz ama beyaz adamın da bir gün keşfedeceği felaketini bugünden biliyoruz. Yataklarınızı zehirlemeye devam edin. Ve bir gece kendi çöplerinizin altında kalıp boğulacaksınız. Günlerimizin kalan kısımlarını nerede geçireceğimiz önemli değil. Çocuklarımız babalarını gururları kırılmış gördüler. Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiler sonrası kendilerini içkiye ve yemeye verdiler. Bu yolla vücutlarını uyuşturuyorlar.

Yok oluşumuz çok uzak olabilir, ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek. Son Kızılderili de bu topraklardan göçtüğü gün ve onun hatırası yalnız bir bulutun sonsuz çayırlar üzerindeki gölgesi gibi gezindiği zaman, atalarımızın ruhlarıyla bu kıyılarda ve ormanlarda yaşamaya devam edeceğiz. Bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak.

Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkânda, bir yolda, boş bir yerde yalnız sandığında aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarımın ruhlarına saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü ölüler güçsüz değillerdir. Her canlı ölülerin elleriyle doğar ve onların ellerinden beslenerek büyür. Ölülerimizi temiz toprak, temiz hava, temiz suda tutalım ki, soyumuz leş koklayıp, gübre yemesin…

Şef Seatle, 1854

******

Ne yazık ki beyaz adam, güneş tenli adamı dinlemedi; kendini her şey zannetmeye devam etti. Yeri, göğü suyu kirletti. Ateş çubuklarıyla bizonları yok eden beyaz adam, nihayet atom bombalarıyla yüz binlerce insanı, çoluk çocuk demeden katletti. Hayvanların başına gelen insanların başına da geldi.

Beyaz adam, kızıl adamın söylediği gibi toprağa düşman oldu. Aç gözlülüğü dünyayı sardı. Ahtapot kollarını Afrika, Asya, Antarktika'ya uzattı. Beyaz adam her şeyin sahibi olmak istedi. Nitekim zencileri alıp sattı; doymadı, beyaz kadınları alıp sattı; yine doymadı, kendini bile sattı, gene doymadı. Şimdi beyaz adam kendi çöplüğünde boğuluyor. Evet, beyaz adam, geçici bir iktidardadır. Tüm bunları önceden bilen Kızılderili reis, bir kâhin değildi. Sadece, ülkesini işgal eden beyaz adamı gayet iyi tanımıştı!
 

Ah beyaz adam, sen beyinleri bile kirlettin. Hani bilgi kirliliği diyorlar ya, işte o da senin marifetin…
Ah beyaz adam, meğer sen ne kadar da karanlıkmışsın!
Ah beyaz adam, sen ne kara vicdanlıymışsın sen!
 
Duygusal sitem çığlığı sandırmasın ki ‘beyaz adamlar’ hepten de gözü dönmüş, yeryüzünü kendi malı sanan bencil ruhlardır. Bence, kardeşi Kızılderilinin ruhuna saygıyla yeryüzünü sömürgeci insan uygarlığından kurtarmak üzere kendini bilmiş her renkten insan çoğalacaktır…
 
Muharrem Soyek

 

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..