- Kategori
- Kişisel Gelişim
Kolektif Bilinç(altı)

İlk defa Emile Durkheim tarafından kullanılan ve onun sosyolojisinin köşe taşlarından birini oluşturan kolektif bilinç terimi, "insanda, birey olarak ruhi hayata ait olayları aşan ve zümrenin ortak düşünce, istek ve heyecanlarını temsil eden ortak bir bilinci" ifade etmektedir.
Durkheim’e göre temelde bireyin dışında olup, toplumsal bir olaydır. Grup üyelerinin nasıl düşünüp davranacaklarına karar veren ve onları zorlayan bir normatif düzeni ya da toplumsal bir olguyu anlatır.
Kolektif bilinç, her fertte vardır ve iç dünyamızda toplumu kontrol görevini yerine getirir.
İslâm toplumlarında "din kardeşliği” ve "ümmet bilinci" bir tür kolektif bilinç sayılabilir.
Sınıf bilinci, ırk bilinciyle aynı kategoride yer alır.
Spritüel açıdan bakacak olursak:
Kolektif bilinç, terminallerden ana bilgisayara toplanan düşünceler olarak düşünebiliriz. Terminalde her ne üretilip üretilip işleniyorsa ana bilgisayara gidiyor ve oraya kayıt altına alınıyor.
Bu ana bilgisayarda dünya kurulduğundan bu yana yaşanan her şey kayıtlıdır.
Canlılığın başlangıcı, ilkel çağlar, yaşamış tüm uygarlıklar, tüm dinler, tüm peygamberler, her türlü inançlar, her türlü kavrayışlar ve realite, savaşlar, açlık, yoksulluk, acılar, felaketler cinayetler, katliamlar, düşünülen her türlü iyi kötü düşünce, gerçekleşen ve potansiyel her türlü olay en ince ayrıntısına kadar burada mevcuttur.
Kısaca buna dünyanın mikrochipi de diyebiliriz.
Bu bilgiler; iyi – kötü – güzel – çirkin – savaş – barış – negatif - pozitif olmasına bakılmaksızın ana bilgisayar tarafından depolanmıştır.
Daha sonra biz hal ve durumumuza uygun düşünceleri ana bilgisayardan çekerek planımıza uygun deneyimler yaratmak için kullanırız.
Bunu bir telefon hattı olarak da düşünebiliriz. Ana telefondan sadece çevirdiğimiz, aradığımız numaraya ulaşabiliriz, başkasına değil !
O anda hangi duygusal varoluş halindeysek ona uygun düşünceyi çekeriz. Buna çekim yasası dendiğini biliyoruz. Tamamen olumlu yapıda bir insan olsak bile, auramız çok güçlü ve canlı olsa bile, ana bilgisayardan gelen negatif düşüncelere ya da herhangi bir düşünceye gözlemci olmasak bile bizi etkiler ve yıpratabilir.
Yani; evrene gönderdiğimiz her düşünce ve bilinç hem evrene yayılır hem de kaynağına (Tanrı’ya) geri döner. Oradan da tekrar evrene yayılır. İnsanlarda bedenlerini çevreleyen aura veya daha büyük elektromanyetik alanlarla bu bilinci tekrar tekrar geri alırlar.
Düşünce auramıza geldiğinde, aura onu tanımlamaz, yani, o düşünceyi yargılamaz ya da değiştirmez; onu sınırlamadan hemen içeri alır.
Bu durumda ''Bana kolektif bilinci ver'' dediğimizde hangi düşünceyi çağırdığımızı bilmemek ve onunla baş edebilecek tecrübede olmamak işin kötü yanıdır.
Aydınlanma dünyadaki asıl amacımızdır. Ama boş inançlara kapılmadan, ezbere başvurmadan, araştırıp öğrenerek, hangi yol nereye gider kestirmeye çalışıp, hangisini izleyeceğimize karar vererek.
Olan her şeyi nasıl bilebileceğinizi anlamak için, önce şunu anlamalıyız ki her şey Tanrı zihni olan düşünceden kaynaklanarak var olmakla kalmaz, ama her şey kendi varlığının düşüncesini tekrar Tanrı zihnine gönderir.
Her şeyin çevresinde bir ışık alanı vardır. Bir ışık hâlesiyle çevrelenmemiş hiçbir şey mevcut değildir, çünkü o düşüncenin imgesini tutar ve düşünülen ideali madde formunda yaratır. Bu ışık alanı vasıtasıyla her şey varlığının düşüncesini Tanrı zihni olan bilinç akımına, ya da düşünce ırmağına geri gönderir.
Masaya, halıya, kaleme, ışığa, ayakkabınızın derisine bakın. Ellerinize ya da bir başka varlığa bakın. Bunların ortak noktası nedir? Hepsi var olmaktadır. Ve varoluşlarından dolayı, her biri varlığından sadece kendi varlığının düşüncesini değil, ayrıca çevresindeki her şeyle ilgili farkındalığını da yayar.
Buna toplu algılama denir. Halı, içindeki renklerin ya da üzerinde kimin oturduğunun farkındadır, bitki içinde bulunduğu odanın farkındadır ve bu farkındalık, onu kuşatan ışık vasıtasıyla bilinç akımına gönderilir ve her an bu farkındalık değişecektir, çünkü her şeyin onun içinde var olduğu düşünce ırmağı, yani Tanrı daima genişler ve daima devinim halindedir.
Bu ve tüm diğer evrenlerdeki her yıldız sistemi, her toz zerreciği, görünen görünmeyen her varlık, varlığının düşüncesini Tanrı zihnine -yani, çıktığı yere- geri gönderir. Her şey düşünceye geri yayılır. İşte her şey böyle bilinir.
Bilinç bir ırmak gibidir, ve - bedeninizin hücreleri de dahil - bütün benliğiniz sürekli olarak bu ırmaktan beslenir, çünkü düşünce yaşamınızı destekler ve ona inanılırlık verir. Biz bilinç akımından gelen düşünceyle yaşar ve var oluruz. Tıpkı bedenimizin besinlerin özünü her hücreye taşıyan kan dolaşımıyla canlı kalması gibi, tüm varlığımız da bilinç akımından yayılan düşünce cevheriyle varlığını sürdürür.
Varoluşumuzun her anını bilinç akımından gelen düşünceyle yaratırız. Sürekli olarak düşünceyi düşünce ırmağından alır, ruhumuzda hisseder, tüm varlığımızı bu duyguyla besler, genişletir ve genişlemiş benliğimizin düşüncesini yeniden ırmağa göndeririz ki bu da tüm hayatın bilincini genişletelim.
Toplumsal bilinç -havadan daha hafif olan- bir elektriksel düşünce frekansları yoğunluğudur.
Toplumsal bilincin yoğunluğu, ifade edilmiş düşüncelerden, her varlık tarafından duyguyla ifade edilmiş düşüncelerden oluşur, yani, o idrak edilmiş düşünceden, her varlığın kabul edip ruhunda hissettiği ve -aura alanı vasıtasıyla- herkesin beslendiği düşünce ırmağına geri gönderdiği düşüncelerden oluşur.
Maalesef dünyamız, toplumsal bilincin sınırlı, düşük frekanslı düşünceleriyle beslenmekte.
Bu düşünceler çok kısıtlayıcı, çok yargılayıcı, çok sert; çünkü yaşamımız hayatta kalma mücadelesi ya da ölüm korkusuyla -bedenin ya da ego'nun ölümüyle- ilişkili tutumlar tarafından yönetiliyor. Bu yüzden bilincimiz beslenme, barınma, iş, para düşünceleri; uygun ve uygunsuz, iyi ve kötü yargıları; moda, güzellik, kabullenilme, kıyaslama, yaşlılık, hastalık ve ölüm beklentileri tarafından işgal edilmiş durumda.
Bu düşük frekanslı düşünceler aura alanımıza kolayca geliyorlar, çünkü çevremizdekilerin düşüncelerinde ağır basarlar.
Böylece, sürekli olarak çok kısıtlayıcı, durgunlaşmış bir bilincin sınırlı düşünceleriyle besleniyoruz ve bu düşüncelerin bizi beslemesine izin verdikçe, onların hislerini geri göndererek insanın sınırlı düşünüşünü körükler ve sürdürürüz.
Büyük kentlerdeki bilinç özellikle sınırlıdır, çünkü kentlerde yaşayanların çoğu rekabetçi, zamanın ve modanın esiri olmuş, korku dolu ve birbirlerine karşı hoşgörüsüzdür. Bu yüzden tüm büyük kentleriniz kalın bir bilinç yoğunluğuyla sarılıdır.
Süper bilincin yüksek frekanslı düşünceleri, ilahi koşulsuz sevgiye, oluşa, olmaya, yaşama, uyuma, birliğe, sürekliliğe ait düşüncelerdir. Onlar salt sevgi düşünceleridir. Onlar mutluluk düşünceleridir. Onlar deha düşünceleridir.
Onlar, aslında, bu sözcüklerle bile ifade edilemeyecek derecede sınırsız düşüncelerdir, çünkü sınırsız düşüncelerden kaynaklanan hisler her türlü sözlü tarifi aşarlar.
Yüksek frekanslı düşünceler, insanın durgunlaşmış düşünüşünden uzakta, doğanın bilincinde daha kolayca deneyimlenebilir, çünkü orada yaşam sade, zamansız, sürekli ve kendisiyle tam bir uyum içindedir. Orada, insanın yargılarından uzakta, kendi bilişinizin kalp atışını işitebilirsiniz.
Bilinç akımından düşünceyi nasıl alırsınız?
Aura'mızın elektromanyetik bölümü bize düşünce süreçlerimize ve duygusal varoluş halimize uygun olan düşünceleri çeker. Düşüncenin bizi beslemesi için -hissedilmesi ve varlığımızca idrak edilmesi için- önce frekansının düşüp ışık formuna dönüşmesi gerekir. Düşünce, varlığımızın Özü'yle, yani bedenimizi kuşatan ışıkla karşılaştığı anda patlayarak ışık kıvılcımlarına dönüşür; yani, düşünce bizim ışığımızla (aura'mızla) karşılaşınca kendisini tutuşturur.
Işık düşüncenin frekansını düşürür; böylece ışık kendine kendi benzerini çeker. Görünmeyen düşünce bir ışık patlamasıyla görünür hale gelir. Düşünce, ışık formunda beynimize girer ve alınan düşüncenin değerine göre, belli bir frekanstaki elektriksel ışığa dönüşür.
Bir şeyin farkına vardığımız anda, onun düşüncesini alırız. Düşünceyi aldığımız anda, o düşüncenin ışığı beynimiz tarafından alınmıştır. Bazı varlıklar arada bir, genelde göz uçlarıyla ışık kıvılcımları görürler. Çoğunlukla gördükleri, kendi özleri'nin düşünceyi kabul edişidir.
Işığı böyle parlak bir gösteri halinde gördükleri o an, düşüncenin aura alanlarına girdiği ve kendini beyinde sergilediği andır. Eğer gözlerinizi kapadığınızda renk devinimleri ya da genişleyen desenler, şekiller görüyorsanız, düşüncenin beyninize girerken neye benzediğini algılıyorsunuz demektir.
Beynimiz elektriksel düşünce frekanslarının alıcısıdır; farklı düşünce frekanslarını almak, barındırmak ve güçlendirmek üzere tasarlanmış farklı bölümlere sahiptir. Farklı bölümler, düşünceyi barındırma ve elektriğe dönüştürme konusunda, hücre duvarlarındaki suyun yoğunluğuna göre, farklı potansiyellere sahiptir. Bazı bölümler yalnızca yüksek düşünce frekanslarını barındırıp güçlendirebilir; bazı bölümler ise yalnızca düşük düşünce frekanslarını barındırıp güçlendirebilirler.
Beynimiz farklı düşünce frekanslarını alabilme yeteneği, hipofîz bezi denen, sağ ve sol beyin yarı küresinin arasında yer alan güçlü bir ölçüm aleti tarafından yönetilir. Yedinci mühür de denilen hipofîz beynimizi yönetir.
O, farklı düşünce frekanslarını alıp tutabilmesi için beyninizin farklı bölümlerini aktive etmekten sorumludur. O bizim düşünme ve muhakeme etme kapasitemizi açan, düşünceyi idrak edilmesi için bedenimize yayan ve daha büyük bir anlayış için onu bir deneyim olarak tezahür ettiren kapıdır.
Bilinç akımından gelen düşünce, varlığımızda nasıl idrak edilir?
Düşünce aura'mıza geldiğinde, aura onu tanımlamaz, yani, o düşünceyi yargılamaz ya da değiştirmez; onu sınırlamadan içeri alır. Düşünce beyne ulaştığında, önce akıl ya da muhakeme işlevlerinin yer aldığı ve değişmiş-ego'nun ifade edildiği, beynin sol üst yarıküresine gelir.
Değişmiş - ego nedir?
O, insan deneyiminden kazanılan ve ruhta depolanan ve beynin muhakeme bölümleriyle ifade edilen anlayıştır. Yalnızca hayatta kalma mücadelesi veren bir yaratık olarak yaşayan, toplumsal bilincin gölgesinde yaşayan Tanrı / insanın tutumunun bütünüdür.
Bu toplu bakış, güvenliğine uymayan, varlığın hayatta kalma mücadelesini garanti etmeyen her düşünce frekansını kabullenmeyi reddedecektir. Değişmiş-ego, bedende daha büyük bir idraki oluşturacak düşüncelerin alınıp barındırılmasına izin vermeyi reddeder.
Değişmiş-ego'nun beyne girmesine izin verdiği her düşünce frekansı elektrik akımına çevrilir ve beynin hipofiz tarafından o frekansı barındırmak üzere aktive edilmiş bölümüne gönderilir. Beynin o bölümü, akımı güçlendirerek onu epifiz sistemine gönderir.
Epifiz sistemi, merkezî sinir sistemimizi yönetir. Kendisine ulaşan her düşünce frekansını alıp daha da güçlendirir ve merkezî sinir sistemi vasıtasıyla hücrelere gönderir; belkemiğinden geçen merkezî sinir sistemi, elektriksel düşüncenin anayolu gibidir.
Epifiz sisteminden gelen elektrik akımı, merkezî sinir sisteminin -su olan- sıvısı içinde akarak belkemiği boyunca her sinir vasıtasıyla bedenimizin her hücresine dağılır.
Bedenimizin her hücresi kan dolaşımıyla beslenir; kan, besinler yoluyla aldığımız enzimlerin faaliyeti sonucunda çıkan gazı hücrelere taşır. Düşüncenin elektriksel akımı hücresel yapılara bir ışık kıvılcımı olarak girer. Bu kıvılcım hücreyi tutuşturur, gazın genişlemesine neden olur, bu da hücrenin -klonlama işlemiyle- kendisini kopyalamasını, bir başka hücre yaratıp kendini yenilemesini sağlar. Böylece, bedenin bütünü o tek düşünceyle beslenir. İşte, bedenin moleküler yapısında yaşam böyle -varoluşumuzun her anında almamıza izin verdiğiniz tüm düşüncelerimizin etkileriyle- gerçekleşir.
Düşünce sürekli olarak bedenimizin her hücresini besledikçe, tüm bedenimiz onun elektriksel uyarımına karşılık verir -tüm bedenimiz!
Böylece, her hücrede deneyimlenen düşüncenin etkisi, bedende bir his, bir duyum, bir duygu yaratır. Bu his sonra kaydedilmek üzere ruhumuza gönderilir.
Ruhumuz bedenimizde hissedilen her duyguyu çok bilimsel bir biçimde kaydeden büyük bir teyptir, tarafsız bir bilgisayardır.
Kendimizi duygusal hissettiğimizde, varlığımızın ışık yapısını bombardıman etmiş, beynimiz tarafından kabul edilmiş ve merkezî sinir sistemi tarafından dağıtılarak bedenin her hücresinde bir duyum yaratan bir düşünceyi hissediyoruz demektir.
Ruh sonra bu duyumu yeniden başvurabilmek amacıyla bir duygu olarak kayda geçirir ki buna bellek denir.
Bellek bir hacime sahip değildir; o bir özdür. Bellek görsel değil, duygusal bir birikimdir. Görsel imgeyi yaratan duygudur. Ruh, belleğe görüntüleri ve sözleri kaydetmez; o görüntülerin ve sözlerin duygularını kaydeder.
Ruh, tüm bedende hissedilen düşüncenin yarattığı duyguyu alır ve bellek kaydında benzer bir duygu arar ve beynimizin "akıl" dediğimiz muhakeme bölümü bu hissi tanımlayan sözcüğü seçer.
Tanımlayabildiğimiz her şey, onunla ilişkili ve deneyime dayanan belli hislere sahiptir. Çiçekleri, onlarla yaşadığımız duygusal deneyimleriniz sayesinde çiçek olarak tanırız. Çiçek denilen şeyleri gördük, onlara dokunduk, onları kokladık ve saçlarımıza taktık. Böylece çiçek bize belli bir his veriyor.
Ruh tüm bu bilgiyi duygusal deneyimleriniz sonucunda kaydetmiştir. Böylece, düşüncenin hissi hissedildiğinde, ruh bu hissi kaydeder ve bellek bankasında -daha önce deneyimlenmiş düşüncelerden edinilmiş- benzer hisleri arar.
Sonra bu bilgiyi, düşüncenin tüm bedende idrak edildiğini ve anlaşıldığını göstermek üzere beynimize gönderir. Düşünce sadece beynimiz tarafından değil, tüm bedenimiz tarafından idrak edilir. Sonra beynimizin muhakeme bölümü o hissi tanımlayacak bir sözcük bulmamızı sağlar.
Düşünce nasıl idrak edilir ve bilinir? Duygu yoluyla. Biliş bütünüyle bir histir. Hiçbir şeyin düşüncesi hissedilene dek bilinemez; o ancak hissedildiğinde bir kimlik kazanır. Bir düşünceyi bilmek, onu beyninize kabul etmek ve sonra onu hissetmenize izin vermek, onu tüm bedenimizde deneyimlemektir.
Bilgi herhangi bir şeyin kanıtlanması değil, duygusal olarak soruşturulup anlaşılmasıdır. Bir şeyi ancak içimizde hissettiğimizde, "Biliyorum: Hissediyorum. Biliyorum," diyebilirsiniz.
Tüm bilgiye açılan kapı içimizdedir.
İçimizde yanan ateş, her atom zerreciğinde, her yıldızda, her hücrede, var olan her şeyde yanan aynı ateştir. Bu aynı ateştir.
Tüm yaşamla birliğimiz ışık prensibiyle sağlanmıştır, çünkü ruhumuzda duyguya inanılırlık veren ışık, tomurcuklara, yıldızlara, var olan her şeye yaşam veren aynı ışıktır.
Böylece, her şeyi bilme yeteneği içimizde yatar. Bir şeyi bilmek, o şeyi, hiçbir anlamı olmayan süslü sözcüklerle ifade edilen akli düzeyde anlamak değildir.
Çiçeğin varlığına, iç varlığımızla, hislerimizle erişebilirsiniz. Bir şeyin nasıl düşündüğünü, daima, onun yaydığı ve duygu denen frekanstan anlayabiliriz. Eğer bir şeyi bilmek istiyorsanız, yapmanız gereken tek şey onu hissetmektir. Hissettikleriniz daima, kesinlikle doğru olacaktır.