Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Nisan '20

 
Kategori
İstanbul
 

Koşuyolu- 2001

BAHARIN İLK SOLUK ALDIĞI YER

Erdi yine ürdi behişt, oldu hava amber sirişt,

Alem behişt, ender behişt, her güşe bir Bağı İrem

Birkaç kelimesi hariç, hemen hepsi Farsça olmasına rağmen edebiyatımızda bahar mevsimini bundan güzel terennüm eden pek az şiir vardır. Özellikle yalnız İstanbul’a özgü bir gül mevsimini tasvir eden bu mısralarda, yüzyıllar öncesinin o muhteşem şehirler padişahı bütün haşmetiyle arzı endam eder gibidir. Ancak ne yazık ki günümüzde beton ve asfalta boğulan İstanbul’unda baharın geldiğini görebilmek için parklara veya en iyisi koruluklara gitmek icap eder. Doğal gaz sayesinde bırakın amber kokulu havayı, bozuk kömür dumanından kurtulduğuna bayram eden ve mevsimlerin gelip geçmesini ancak takvim yapraklarından takip edebilen o kadar çok semt vardır ki, ne siz sorun ne ben cevap vereyim. Daha 30 yıl öncesine kadar  her mahallede, bahçesinde su kuyusu ve meyve ağaçları olan birçok ahşap ev mutlaka bulunurdu. Apartman hayatına geçenler baharın gelişini ilk buralarda görürler, sonbaharla birlikte yaprakların sararıp dökülüşüne buralarda şahit olurlardı. Gerçi Yahya Kemal’in “Erenköyü’nde Bahar” şiirinde olduğu gibi o eski baharlar pek kalmamıştı ama insanlar yine de baharın bahar olduğunu hissedebiliyorlardı:

İstanbul’un öyledir baharı;

Bir aşk oluverdi aşınalık…

Aylarca hayal içinde kaldık;

Zannımca Erenköyü’nde artık,

Görmez felek öyle bir baharı.

Gerçekten de günümüzde onar katlı apartmanlarla lebalep dolu Erenköy’de öyle baharlar görmek pek mümkün değil ama bu şehirde hâlâ yeşil kalmış, baharı gerçekten yaşayabilen semtler de yok değildir. İşte Üsküdar’la Acıbadem arasında sıkışmış gibi duran Koşuyolu bu tür semtlerden biridir.

Görüntünün olası içeriği: bitki, ağaç, açık hava ve doğa

( Kaynak: Mustafa Semih Arıcı Objektifinden: Koşuyolu'nda Bahar)

Gerçi son yıllarda Emlâk Bankası’nın başını çektiği betonlaşma ve bloklaşmadan nasibini almaya başlayan ve güzelim yeşil örtüsü git gide azalan Koşuyolu, yine de İstanbul’un maziyi çağrıştıran ender köşelerinden biridir. Koşuyolu’nda bahar şubat sonlarında başlar.  Hava ne kadar soğuk olursa olsun mimozalar adetlerini bozmazlar. Mart gelmeden sarı sarı çiçekleriyle ilk müjdeci olurlar. Daha sonra cemrelerin düşmesi ve havaların giderek ısınmaya başlamasıyla birazcık acelesi olan erik ağaçları hemencecik çiçek açıverirler. Bir anda bembeyaz cennet ağaçlarına dönen erikler, aniden soğuyan havanın azizliğine uğrayıp çiçeklerini bile döktüğü görülür ama bütün ağaçlar bu kötü sürprizleri atlatıp, güneşli günlere ulaşmayı başarırlar. Bu arada bahçelerdeki çiçeklerin, akasyaların, leylakların da açmasıyla her taraf baygın kokulara gömülmeye başlamıştır.

            Derken göğe açılmış kocaman supürgeleri andıran ağaçlar da yavaş yavaş tomurcuklanıp yeşermeye başlarlar. Hemen her zaman yeşil duran çimlerin arasından fırlayan rengârenk çiçekler boy gösterir ve buraları paha biçilmez birer Isfahan Halısı’nı andırır.

            Günler ilerleyip nisan ortalarına gelindiğinde bütün Koşuyolu çiçek kokmaya başlar. Hele o hanımeliler yok mu? Umulmadık yerlerde karşınıza çıkıp, o çarpıcı baygın kokusuyla sizi şaşkına çevirirler. Özellikle sabahın erken saatlerinde ve geceleri bu baygın kokulu havaya karışarak dört bir yana dağılır ve hayranlarını adeta mest ederler. Bu güzel asmalı bitkiyi bu kadar sevmeme rağmen bir türlü yetiştirmeye muaffak olamadım. Çünkü balkon saksısındaki bir avuç toprakla yetinmiyor, bol bahçe toprağı istiyordu. Mahallede bahçesi olup da hanımeli yetiştirmeye hâlâ şaşarım. Şöyle bol çiçek açmış bir hanımeli asmasının dibinde oturup da onu doyasıya içine çekme lüksünü bile bile kaçırıyorlar…

 

 

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara