- Kategori
- Eğitim
Köy Enstitüsü Olgusu...
KÖY ENSTİTÜLERİ OLGUSU VE DEMOKRATİK KÜLTÜR
Sabri Çakır*
Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun bugün 81. yıl dönümü. Dünyayı çepeçevre kuşatan ve binlerce insanın haksız ve zamansız yere ölümüne neden olan koronavirüsün (Covid-19) korku, endişe, kaygı, stres, acı ve üzüntüleri içinde Enstitülerin doğum gününü, coşkulu tören ve toplantılarla kutlamak pek olası değil! Zaten kısmen de olsa sokağa çıkma yasağının uygulandığı, günde yaşlı genç demeden 60-70 bin kişinin koronavirüsüne yakalandığı, günde 300’ü aşkın yurttaşımızın bu melun hastalıktan can verdiği, içinden çıkılmaz bir dönemi yaşıyoruz. Bu çaresiz ve güvensiz ortamda, belki gazetelerde, sosyal medyada ve birkaç TV’de, Cumhuriyetin unutulmaz devrimi, yok edilen eğitim-öğretim projesi Köy Enstitüleri olgusu ve demokrasi üzerine birkaç söz söyleyerek, onu anmaya ve anımsatmaya çalışacağım.
Bir kez daha yinelemek gerekirse, Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta, devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve onun İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un gayret ve çabalarıyla kuruldu. Kuruluşundan günümüze 81 yıl gibi uzun bir zaman geçmiş olmasına karşın bugün hala onu özlüyor, ilkelerinden, başarılarından, Türk eğitim tarihi ve yazınına kazandırdıklarından söz edebiliyoruz. Bunun nedeni ise sistemin temelini oluşturan felsefenin, düşüncelerin, ideallerin çok güçlü ve yıkılmaz oluşudur. Ne var ki bu yıkılmazlık, Türk siyasetinin tek partili iktidar yapısından çok partili demokratik yönetim sistemine geçinceye dek sürmüş ve çok partili dönemde-ki bu dönem 1946’dan sonra başlamıştır- Köy Enstitüleri’nin eğitim-öğretim programları, uygulamaları “komünistlikle” suçlanıp eleştirilmeye ve tartışılmaya başlanılmıştır.
Buna karşın, tartışmalı da olsa bu devrimci eğitim-öğretim kurumu 10 yıl gibi kısa sürede köy eğitmen ve öğretmeni yetiştirmede çok büyük mesafe almış ve çok önemli başarılar sağlamıştır. Burada nicel sayıları yineleyerek zaman kaybetmek niyetinde değilim. 1950 seçimlerinde çoğunluğu elde edip iktidar olana DP ( Demokrat Parti), Enstitülerde yetişen eğitmen ve öğretmenler aracılığı ile bilgilenip aydınlanacak olan köy çocukları ve köy insanının siyasal düzeni, feodal yapıyı, yani ağalık sistemi ve toprak düzeninin bozulup yıkılacağından korkarak Köy Enstitülerini, bir kez daha açılmamak üzere Ocak 1954’te tümüyle kapatmıştır. Böylece, Türkiye’nin geleceğini düşünmeyen, ağaların, şeyhlerin, din bezirgânlarının kışkırtmalarına boyun eğen DP iktidarı, Cumhuriyetin en önemli eğitim-öğretim modelini katletmiştir.
Türk Eğitim Tarihi ve eğitim sisteminde unutulmaması gereken kurumların başında gelmekteydi Köy Enstitüleri olgusu! Ne var ki o da Cumhuriyetin öteki kurumları, anma günleri ve bayramları gibi unutturuldu; halkın bilincinden silinmeye çalışıldı. Çok kısa sürede kurucuları, yetiştirdiği eğitmenleri, öğretmenleri, yazarları çizerleriyle Türk toplumunu, Türk köylüsünü karanlıktan aydınlığa çıkartmaya çalışan; halk katmanlarını cehaletten kurtarmayı; köyünü, köylüsünü sevdirmeyi ve üretken insan yetiştirmeyi amaçlayan Köy Enstitüleri yarım kalmış, tamamlanmamış bir proje, bir model olarak zihinlerde/belleklerde yer etti. İşte biz bugün, doğumunun 81’inci yılında, eğitim-öğretim yoluyla Türk toplumunun sosyo-kültürel yapısını, çağdaş ölçütler bağlamında değiştirecek olan böyle bir eğitim kurumunu anıyor ve neler kaybettiğimizi düşünüp duruyoruz.
Bu proje, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti halkının tümüyle çağdaş ve tüm anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirme projesi idi. Yine genç ve dinamik cumhuriyet kadrosu, halkın henüz anlamadığı demokrasi ve demokratik kültür kavramlarının içinin doldurulması ve halk katmanlarına, köylü toplumuna yaygınlaştırılması gerektiğinin farkındaydı. Halkın, kendi çıkarı için kendi kendini yönetme iradesi olarak sunulan demokrasinin ya da halk yönetiminin gerçekleşmesi için de çok yönlü yetişmiş, öz güveni gelişmiş, karşılaştığı sorunu çözebilen yetenekli ve zeki köy çocuklarına gereksinim vardı. İşte Köy Enstitüsü efsanesinin gizemi bu noktada, yani demokrasinin yaygınlaştırılıp halk katmanlarına, köylü sınıfına indirgenmesinde düğümlenmekteydi! Ayrıca bu proje, sosyolojik anlamıyla bir “sosyalleşme”, daha geniş antropolojik anlamıyla bir “kültürleme” süreci idi. Bu sürece ya da bu kavramlara en uygun model köylü ve köy kültürüne uyum sağlayabilecek eğitmen/öğretmen yetiştiren Köy Enstitüleri olmuştur. Bu kurumun eğitim antropolojisi açısından anlam, önem ve toplumsal işlevi çok büyüktür. Ne yazık ki bugün dahi bu bilimsel gerçek anlaşılamamış; “yaparak, yaşayarak öğrenme” kuramını ilke edinen Köy Enstitüleri modeli, kök salıp tutunamamış, aşılaması tutmamıştır.
Ne var ki Cumhuriyet Devriminin en önemli yeniliği, en önemli başarısı olan bu kurum toprak ağalarının, şeyhlerin, aşiret reislerinin, din bezirganlarının istem ve iktidara baskıları sonucu amaçlarını, işlevlerini gerçekleştirmeden kökünden sökülüp atıldı!
Aradan 81 yıl geçmiş, 17 Nisan 1940’ta kurulmuş olan ve uzatmalarıyla 12-13 yıl Türk Eğitim tarihine altın harflerle yazılarak binlerce üretken eğitmen/öğretmen yetiştirmiş Köy Enstitüleri bugün artık anılmaz olmuş! Kuruluş tarihi, kuruluş nedenleri, amaçları ve yapıp ettikleri öğretmenlerin, öğrencilerin bilincinden silinmek istenmiş ve ne yazık ki bu da başarılmıştır.
M. Kemal Atatürk’ün “ Köylü milletin efendisidir” söylemini yaşama geçirecek bir toplumsal kalkınma, ilerleme ve modernleşme atılımı olan Köy Enstitüleri, demokratik kültürün, insan hak ve özgürlüklerinin, laikliğin, kadın-erkek eşitliğinin de yaygınlaşıp kökleşmesini sağlayacak bir eğitim modeli idi. Ne yazık ki değerini bilip bundan yararlanamadık!
Cumhuriyetimizin, Köy Enstitüleri gibi birçok kazanımını, bayramlarını, anma etkinliklerini, “90 yıllık enkazı kaldırdık…” diye övünenlerin, her konuda, her alanda yaptıkları, Türkiyeyi, Türk demokrasisini, Türk toplumunu bugün ne hale getirdikleri apaçık ortadadır. Her yurttaşımız her gün bu olayları görüyor, yaşıyor; sıkıntılarını acılarını çekiyor!
Köy Enstitüleri olgusu ya da gerçeği, eğitim ve öğretimde çıkmaza girdiğimiz ve bu çıkmazdan nasıl kurtulacağımızı bilemediğimiz şu günlerde üzerinde yeniden düşünülmesi, sosyo-psikolojik, pedagojik, antropolojik yönlerinin iyiden iyiye araştırılıp bilimsel temellerinin ortaya çıkarılması gerekir.
Bu bağlamda yazımı Eğitimci Enver Yücel’in[1] “Dünya Köy Enstitüsüne geçti” başlığı altındaki sözleriyle sonlandırmak istiyorum: “ Dünyada, 15 yıldır bilim, teknoloji, mühendislik, matematik ve sanatı birleştiren STEM[2] diye bir eğitim trendi var. Amerika, Avrupa derken dünyaya yayıldı. Fen teknolojiyle, sosyal bilimler inter disipliner olarak birleşiyor. Öğrenci, bütünden gidiyor. Dünya, bizden 80 yıl sonra keşfetti. STEM dedikleri aslında Köy Enstitüleri’nden başka bir şey değil. STEM eğitimi bizde zaten vardı. Kaldırılmasaydı ne olurdu? Ben doğduğumda Güney Kore bizden fakirmiş. Şimdi 2-3 kat zengin, bunu iyi eğitimle başardı.”[3]Bu iş “ öğretmensiz başarılamaz. “ Öğretmen yetiştirme politikası hatalı.90 Eğitim Fakültesi var ama tek tip öğretmen yetiştiriliyor. Oysa öğretmen sadece müfredat ezberleten kişi olamaz. Bu terk edilmeli. Öğretmene, bilim insanına inanmayan, güvenmeyen toplum başarılı olamaz. Güven ki; o öğretmen öğrenciye mentorluk yapabilsin. Fabrikasyon eğitim acil terk edilmelidir.” [4]
Bu amaçlar ve istemler doğrultusunda, kuruluşunun 81’inci yılında, tüm halkımızla birlikte öğretmen ve öğrencilerimizin 17 Nisan Köy Enstitüleri açılış günü kutlu olsun!
* SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden emekli öğretim üyesi
[1] BM Eğitim Araştırma Enstitüsü Uluslararası Eğitim Merkezi Türkiye Başkanı ve Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları Başkanı.
[2] STEM: Bilim/fen , teknoloji , mühendislik ve matematiğin bir araya getirilmesiyle okul öncesinden yükseköğrenime kadar disiplinlerarası yaklaşımla bireylerin problemleri tespit etmesini, bu problemlere pratik ve isabetli çözümler üretmesini hedefleyen bir eğitim yaklaşımıdır.
[3] Sultan Uçar, Sözcü/Eğitim, 24 Ocak 2020
[4] a.g. r.