- Kategori
- Gezi - Tatil
Krallıktaydım

Hertfordshire'da bir köy
Kartpostallardan fırlamış gibi, tertemiz sokaklarıyla, kralllığa özgü evleriyle, kibar insanlarıyla ve günlük hayattaki düzeniyle bir kez daha beni kendine hayran bırakan ülke. Ah birde ezan sesi duyabilseydim daha da güzel olacaktın benim gözümde...
Bu seferki ziyaretimde Türkiye ile İngiltere'nin neden birbirinden kopamayan iki farklı ülke olduğunu düşündüm. Öyle ya biri okyanusta bir ada, öbürü ise iki kıta arasında sandöviç görevi gören imparatorluk mirası. İlk bakışta hiçbir ortak yönü yokmuş gibi görülen bu iki ülkenin düşündükçe birçok ortak özelliği paylaştıkları kanısına vardım. Görünmeyen bu benzerlikler iki ülkeyi ne birbirine tam olarak bağlıyor ne de koparıyor. Birbiriyle her dans edişlerinde bir sonrakini iple çeken iki çift gibi hareket ediyorlar. Farklılıklar ve benzerlikler ne tam kesin, ne de belirsiz, ortada birşey. Özel bir bağ gibi, başka bir ülke tarafından bozulmasına izin verilmemiş, bilinmeyen veya farkında olunulmayan bir yada birkaç sebep…Bize kendi dilini kabul ettiren bu ülke acaba yarın bir gün gündelik yaşamındaki düzenini de verebilecek miydi ya da siyasetindeki istikrarlılığı, insanlarının kibarlılığını, eğitim alanlarındaki yüksek seviyelerini?
Tam bir İngiliz yaşamına şahitlik etmek istiyorsanız eğer Londra dışına ve diğer büyük şehirlerden biri olmayan bir bölgesine gitmenizi tavsiye ederim, bu ufak bir köy olabilir. Ben bu sefer öyle yaptım. Hertfordshire bölgesinde, fazla turistin olmadığı, her farklı yaşantıdan insan görebileceğiniz ufak bir İngiliz köyü. Bu köyde ne yaptın diyeceksiniz, fazla değil, bol bol yürüdüm ve insanlarla muhabbet ettim. Bu bildiğim bir köydü, ama ben yeniden keşfediyor gibiydim. İngiltere'nin köylerinin ve kasabalarının etrafında 'Green Belt' dedikleri ‘Yeşil Kuşak' bölgesi var. Buralar yürüyüş patikalarıyla korunmuş. Bu patikalar, ağaçların arasından süzülen, toprak, dar ve uzun bir yolla kaplı. Bilinmedik bir yere doğru yol açan gemi misali saatlerce yürüyebileceğiniz, sincapların ve kuşların hakim olduğu bir yol. Sonu muhtemelen diğer köye bağlanır yada başladığınız noktaya sizi tekrar ulaştırır. İçim huzur dola dola her zamanki yürüyüşlerimden birini yaptım. Klasik müzik dinler gibi, kuşların sesi aklımı bir diyardan alıp ötekine götürmüştü. Yolunuz düşerse bu krallık ülkesine mutlaka denemelisiniz sizde.
Sihirli kelime bu olmalıydı ' Krallık’ ! Türkiye' de bir nevi krallıktan gelmemiş miydi zaten? Bizimkisi Mutlak Monarşi idi onlarınki hala Monarşi. Bizim saltanatlığımızın yıkılmasının üstünden yıllar geçsede, nasıl ki İngilizleri İngiliz yapan bir soyluluk varsa bizleride biz yapan bir soyluluk vardı geçmişten gelen. Bu iki deniz aşırı ülkenin birbirine ayak uydurabilmesinin bir nedeni bu olsa gerek, tarihi benzerlik. Alışveriş yapmak için eski dükkanları tercih ettim, sade ve görkemsiz. 70 yaşlarında halen bakımlı olan bir bayan tarafından durduruldum, bu sevimli bayan bana aldığı loto biletlerini gösterirken farkında olmadan bir yarım saat ayak üstü muhabbet ettik. Bu süre içinde hayatının büyük bir kısmını özetlemişti bana. 20 yıl önce Kuzey İngiltere’den göçüp bu köye geldiklerini, loto bileti aldığı dükkanda bir zamanlar eleman olarak çalıştığını, öncelerinde büyük bir evi olduğunu, sonradan onu satarak küçük bir daireye çıktığını, çocuklarının bir çoğunun etrafında olup, kiminin tesisatçı, kiminin depo elemanı olarak çalıştıklarını anlattı bana. Hatta bir sonraki görüşmemize de kendisinden 4 çayı daveti aldım. Numarası 78’miş, unutmamalıyım…Bildiğimiz İngilizler kalıbını bozarcasına , gayet konuşkan ve misafirperverdi bu sevimli bayan. Belki de öylelerdi, kaç tane halktan İngilizle tanışma fırsatımız olmuştuki? Bizim üzerimizde izlenim bırakanlar, ya siyasetçiler, ya ünlüler ya da tatil için ülkemizi seçenler olmamış mıydı? İşte size hakiki, halktan, köyden, parasının hesabını yapan, ama bir o kadarda verici olan bir İngiliz vatandaşı. Atatürk’ün bir sözünü hatırlattı bana ‘ Köylü milletin efendisidir’ !
‘Çay’ olmalı diğer bir ortak özellikte… Amerikalı yazar Katherine Branning’inde dediği gibi çay yaşam biçimidir Türkiye’de. Demlenirken insanın içinden geçen özenti, içilirken alınan tat, hele bu içişe birde dost eşlik etmişse… İngilizler'de böyleydi, çaya verdikleri önem; 4-5 arasına çay saati denmesi, misafirliğe gittiğinizde ilk çay içermisin diye sorulması, birini görmek istediğinizde sana çaya geliyorum denmesi gibi…onlarında günlük yaşantılarının önemli bir parçasıydı çay. Tek farklılık; İngilizler çaya süt katarak içiyor, eh o kadarda farklılık olsun artık.
Günlerden Cumartesi idi, kasabaya indim, etraf alışveriş merkezleriyle, bildiğimiz kapital dünyanın temsilcisi kafeteryalar ve dükkanlarla dolu derken, birde ne gördüm dersiniz? Bir pazar;semt pazarı, o bildiğimiz tezgahlar, satıcılar… Küçük bir pazardı bu, fakat birçok kişi alışveriş ediyordu, özelliklede meyve sebze tezgahlarından. Bizim pazarlarımıza nazaran pek çeşit yoktu bu pazarda ama uzaklarda bir yerlerde, bir İngiliz köyünde semt pazarı kültürünün devam ettiğini görmek hoşuma gitmişti. Söylemeden geçemicem, küçük bir farklılık daha; öyle bağıra çağıra dikkat çekmeye ve satış yapmaya çalışan pazarcılar yoktu etrafta, dolayısıyla bana çok sessiz geldi bu pazar, alıştıklarımıza nazaran biraz durgun, solgun… Ama işte, günün sonunda toparlanan tezgahlar, ucuzlatılan meyve ve sebzeler evden bir parça gibiydi.
Kaldığım yere otobüsle dönmek istedim, komşu köyleri göre göre, parkları, evleri, insanları izleye izleye…Otobüs şoförünün, yolcuların oturduğuna emin olmadan kalkış yapmamasını ve onlar tam olarak inmeden yola devam etmemesini hayranlıkla izledim. Malesef bu bizden tanıdık bir manzara değildi, özellikle büyük şehir İstanbul’dan. Aklımdan bu manzarayı kameraya çekip, bizim belediyelere göndermek geçti. Böyle bir yaşam seviyesine ulaşmak için daha kaç fırın ekmek yemeliydik acaba. Öyle yada böyle, bu iki soylu ülkenin dostluğu devam ettikçe bizim onlardan, onlarında bizden halâ öğreneceği şeyler var. Sınırların kaldırılmaya çalışıldığı günümüz dünyasında bu çokta uzak gözükmüyor. Şimdiden hayâl edebiliyorum; bir yandan İngiliz pazarcının iç çamaşırı satışında ‘hats for the twins’ (ikizlere takke) diye bağırırken, diğer yandan otobüslerimizde, iniş ve binişlerinde düşme tehlikesiyle karşılaşan insanlar görmeden eve varmak gibi, çokta uzak gözükmüyor hani.
Hertfordshire