- Kategori
- Sosyoloji
Kriz çağında İslamcılığa ve çokkültürlülüğe kritik bir bakış
İslamcılık, batı karşısında ekonomik ve teknik açıdan geri kaldığını düşünen bazı Müslümanların İslam’ı yeni gelişmeler ışığında yeniden yorumlamak istemesiyle tepkisel olarak açığa çıkmış bir akımdır. Bir ideolojidir. Çokkültürlülük ise, genelde hak talep eden etno-kültürel grupların farklılıkları koruyarak bir arada yaşayabileceğini ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Gerek İslamcılık gerekse çokkültürlülük, gerçekte siyasî kavramlardır. Zira her ikisi de küreselleşmeye, daha doğru bir ifadeyle küreselleştirmeye felsefî dayanaklar oluşturan girişimlerdir. Burada göz ardı edilmemesi gereken husus, İslam’ın ideolojiye dönüştürülmesi ne kadar sıkıntılı ise, küreselleştirmenin bir aracı olan çokkültürlülüğün de hak ve hürriyet kavramları üzerinden masumlaştırılması aynı derecede sorunlu olduğudur.
Çokkültürlülüğün İslamî irfanın zirvesi olan “yaratılanın Yaradan’dan ötürü hoş görmek” anlayışıyla uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Öyle ki, çokkültürlülük, Tanrı’ya dayalı yaratımlardan daha çok insanî bozmalarla ortaya çıkan farklılıkları öne çıkarır. Mesela Batıda (ABD, Kanada, AB ve Avustralya) çokkültürlülükle Kızılderililer, Quebeciler veya Aborjinler gibi etnisiteye değil, göçmen grupların ve eşcinsellerin uyumluluğuna gönderme yapılır. Özellikle ABD’nin ve AB’nin çokkültürlülük siyaseti, tekelci siyasetleriyle barışık görünen etno-kültürel kimlik politikalarının bütünüyle cemaatleri, eşcinselleri, lezbiyenleri vs. kapsar. Tekelci siyasetle uyumlu olmayan gruplar ve kültürler ise, çokkültürlülük veya daha özel anlamda azınlık hakları içinde yer almaz, alamaz. Böylesi bir kültürel çoğulculuğun klasik geleneksel İslam’la da Türklükle de Müslümanlıkla da uyuşmadığı açıktır.
Cevabı aranması gereken temel soru şudur: Osmanlı’nın son dönemlerinde devleti kurtarmak için harekete geçirildiği düşünülen bir ideoloji olarak İslamcılık, acaba çağdaş çokkültürlülükle nasıl bir ilişki kurardı? Yönelttiğimiz sual, tarihsel bir olguyu temel alarak bugün çokkültürlülük olarak karşımıza çıkan soruna çözüm sunmayı hedefler. Bu yaklaşımda İslamcılık olmuş bitmiş bir olgu olarak kabul edilmiştir. Ancak İslamcılığın tarihsel bir olgu olarak görülmesi eksik bir bakış olur. Zira İslamcılık, devam eden bir süreçtir. Dolayısıyla sualin bir diğer ayağı da bugünün Türkiye’sinin İslamcısıyla çokkültürlülük arasında nasıl bir bağ olduğu ve olacağıdır?
Türkiye’de sadece İslamcılar değil, Müslümanların hatta vatandaşların ekserisi küreselleştirilen dünyada çokkültürlülük taleplerinden doğan pek çok açmaz ve sıkıntıyla karşı karşıyadır. Lakin bunların farkında değil gibiler. Tarihsel süreçte sürekli baskı altında olan İslamcıların ve Müslümanların çokkültürlülük anlayışıyla göreli bir rahatlama yaşadıklarını söylemek mümkündür. Ama bu rahatlamanın uzun sürmeyeceği açıktır. Çünkü çokkültürlülük bütün farklı renklerle bir arada yaşamayı önerirken bunun nasıl olacağı noktasında suskun kalmaktadır. Vurgu birleştirici ve bütünleştirici değildir. Ayırıcıdır.
Tartışmanın İslam, İslamcılık, birlik, çokluk ve çokkültürlülük kavramları üzerinden yapılması, oldukça geniş ve keyfiyetli olan İslamcılık ve çokkültürlülük sorununa bir çerçeve çizecektir. Tevhidle bayraklaşan ve çokluktaki birliği hedefleyen evrensel bir dinin tepkisel bir atraksiyon olarak İslamcılıkla daraltılması indirgemecilik, ayrışmayı ve farklılaşmayı öne çıkaran çokkültürlülüğe dayanak yapılması ise, saptırmadır.
S.D.