Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

23 Mayıs '20

 
Kategori
Öykü
 

Küçük Bir Öykü.

Merhaba sevgili okurlar... Sizlere kısa bir öykü ile geldim. Eğer çok okunur ve yorum yapılırsa ikinci kitap'ta da olacak. Keyifli okumalar.

 

      Deniz kenarında tekerlekli sandalyemde oturuyorum. Erken saatlerde geliyorum, kimseler ağladığımı görmesin diye. Canım sıkkın, moralim bozuk. Öyle ki tekerlekli sandalyeye bağlandığımdan beri, hayatla savaşıyorum.

      Sorun engelim değil, aynı havayı soluduğum insanlar. Onlar yüzünden dışarı çıkamıyorum. Dışarıya çıktığım an bakışları, keskin bir bıçak misali üzerime çevriliyor. Sahilde, sabahın bu saatinde kimseler olmuyor. Hüzünlerimi denizin dalgaları arasında kaybetmeye geliyorum.  

 

    Annemin anlattığına göre, engelimin beni buluşu yirmi bir yıl oluyor.  Yine annemin dediği, 1999 depreminde o korkunç sarsıntıda gardırop düşüyor üzerime. Henüz iki yaşındaydım ve anne babamın odasında beşiğimde yatıyorum.  Şimdi ise yirmi üç yaşındayım.

     “vay be!” diyorum kendi kendime. “Yıllar su gibi akıp geçiyor.”  

    “Her yer yerdeydi.” diyor annem. “Biz seni evin içinde arayıp bulana kadar, karanlık dinlenmeye çekilircesine yerini aydınlığa bırakmıştı bile… Aydınlık etrafa çökünce de sarsıntının nelere mal olduğunu ancak görebilmiştik.”

     Sahilde, kumların arasında, tekerlekli sandalyemi hareket ettirip, güneşin ışığını saçarak yansıttığı denize biraz daha yaklaşıyorum.

     Dalgalar, kumlanan sandalyemin tekerlerini tıpkı bir kaya parçasını severek temizlermiş gibi, onları da temizliyor. Annem anlattıkça anlatıyor, ben ise kıyıya yaklaştıkça yaklaşıyorum.    

 

     Gardırop üzerime düşünce omurilik parçalanıyor. Doktorlar bir daha yürüyemeyeceğimi söylüyor. Yıllar geçtikçe bedenimin yorgunluğunu hisseder oluyorum.

    Annemin sesi kulaklarımda ve beynimde yankılandıkça sandalyemin tekerleri biraz daha yaklaşıyor. Dalgalar, ayaklarımı okşuyor. Sık sık geldiğim sahildir burası.

      Ben ona derdimi, hüzünlerimi, yaşayamadıklarımı anlaştıkça; deniz dalgalarını coşturuyor, gökyüzüne doğru yükseltiyor, sanki Allah’a benim için dua ediyor.

     “Allah’ım…” diyor “Sen ona yardım et ve benden uzak tut.”

      Sonra yüreğim bedenime ağır gelmeye başlıyor birden.

     Sandalyemde otururken yere, kumların üzerine düşüveriyorum. Yüreğimin ağırlaştırdığı hantal bedenim kumla buluşuyor. Elimi kum tanelerin içine daldırıyorum.

     Bir mahkûmun parmaklıklar arkasında kalışı gibiydi elim. Başımı çevirip dalgalarla boğuşan denize bakıyorum. Belki deniz de istemiyor dalgaları. Atmak istiyor üzerinden. Ama bir türlü atamıyor. Ben bedenimi bu hastalığın pençesinden nasıl kurtaramıyorsam o da dalgalardan kurtaramıyordur kendini.

       Elimi kumların arasından çıkarıyorum. Kumun taneleri kalıyor avucumda. İstemsizce kolum düşüp kuma gömülüyor. Kaldırmaya çalışıyorum, bir türlü kaldıramıyorum. Kumsalda kıpırtısız, boylu boyunca uzandığımı görenler gözleri önce tekerlekli sandalyeye takılıyor, sonra beni buluyor.

     Gözlerimi kapatıyorum, yanımdan geçenlerin ayak seslerini duyuyorum. Kumlardan intikam alırcasına ayaklarının altında eziyorlar.

    Ezilen kumların sesi beynimin duvarlarına vurup yankılanıyor.

    Gözlerimi açtığımda etrafın karanlığa boğulduğunu görüyorum. Karanlığı elektrik direklerinden yayılan ışıklar aydınlatıyor. Doğrulmaya çalışıyorum. Elimi sandalyeme uzatıp kendime çekiyorum ve ansızın yine yere düşüyorum. Toprak beni kendine çekiyor. Kalkma çabalarım olumsuzluğa yuvarlanıyor ve yine düşüyorum. Gözlerimdeki yağmur tanecikleriyle bakıyorum denize doğru. Hala atamamış dalgaları üzerinden. Sanki dalgalarla cebelleşiyor görüyorum onu.

     Aniden etraf kararıyor ve nefes alamamaya başlıyorum. Denizin dalgasıyla boğuştuğu gibi, kendimi karanlıkla boğuşurken buluyorum. O an bir dalganın beni alıp gittiğini fark ediyorum.

Bilincim kapalı, kımıldayamıyorum. Hatırladığım tek şey, altımda beni nereye götürdüğünü bilmediğim bir deniz, üzerimdeyse yorgan misali sarmalamış dalgalar.

 

     Dalgalar arasında annemin sesini duyar gibi oluyorum.

     Sesi derinden geliyor, bense anneme cevap vermek istiyorum ama sesim çıkmıyor.

     Dalgalar öyle üzerimi örtüyor ki ne yapsam kurtulamıyorum kollarından.

     Annemin sesi tekrar yankılanıyor kulaklarımda. “Öykü!”

     Sesi yükselmeye başlıyor.

     Birinin eli üzerimdeki dalgaları almaya çalışıyor, ama başarılı olamıyor.

     Annemin sesi yükseldikçe yükseliyor. “Öykü!”

     Nefes nefese doğruluyorum.

     Üstüm başım ıslak, denizin azgın dalgalarından annem çekip çıkarıyor.

     Bilinçsizce ayağa kalkıyorum. Hıçkırarak ağlayışlarım bedenimi sarsıyor.

     Annem endişelenerek,

     “Öykü’m iyi misin?” diye soruyor.

      Bense hıçkırıklar arasından sıyrılmaya çalışarak açıklama yapmak istiyorum. Ama başarılı olamıyorum.

     Annem, ne zaman yanımdan ayrıldığını anlayamadığım bir anda elinde su dolu bardakla geri geliyor. Göz bebekleri bana bakarken titriyor.

     Su içince az da olsa kendime geliyorum. Nihayet sesimi karanlık kuytulardan tutup çıkarıyorum ve anneme her şeyi anlatıyorum. Annem, tüm şefkatiyle sarıyor titreyen bedenimi.

    Hala ayakta dikildiğimi fark ediyor ve şükür etmenin ne demek olduğunu, ne kadar değerli olduğunu anlıyorum. Etrafıma göz gezdiriyorum. Her yer tanıdık geliyor gözlerime.

     Aklımı yitirecek gibi oluyorum bir an. Annem titrek bedenimi tutuyor, bir yandan da beni, “Korkma güzelim bak evdesin.” diyerek teselli ediyor.  Annemin sesiyle ve uyku mahmurluğuyla afallıyorum. Sonra anlıyorum rüya gördüğümü.

      Böylelikle “engelli bireyleri daha çok önemsemelisin.” Öğüdünü veriyorum kendime.

 

                                                                                                 Rukiye Türeyen 

 

 
Toplam blog
: 55
: 263
Kayıt tarihi
: 31.05.17
 
 

Rukiye TÜREYEN kimdir.     1980 yılında Sakarya'da doğmuştur. Üç aylıkken geçirdiği menenjit hast..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara