Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Küçükken ve köydeyken...

Küçükken ve köydeyken...
 

Küçük olmanın dayanılmaz tadı gelir oturur bazen dilime… Şeker gibi olup eriri anılarım, bazen kekremsi tadını da alırım ya, o zaman uzaklara dalar bir hüzün bulutu içerisinde dağılır giderim.

Küçükken ve köydeyken başlığının altında da hem şeker gibi eriyen, hem de kekremsi tadı ile hüzün bulutuna boğan anılarımı; yaşadıklarımı; nereden ve nasıl geldiğimi yazmaktır niyetim. Öyle, halayıklar, lalalar, dadılar arasında büyümesem de, beni büyüten pamuk gibi elleri, kocaman yürekleri ile babaannelerimiz vardı. Elbette hiçbir yürek ana yüreğinin yerine gelemez. Kardeşlerin seni büyütmesi bile bunu engelleyemez; ama bilirsin işte… Ablanın, abinin sana yaptıklarını, emeklerini; seni nasıl büyüttüklerini…

Çok çocukluğuma dönüpte, süt kuzusu evlat muamelesi de görmek istemem hani… Belleğimde gidebildiğim en küçüklük halim; Eski evimizde, abimlerin kestane toplayıp getirmesi var. Çok ama çok küçüktüm. Her yer kır; kıraç; mısır tarlası… Benim elime verilen birkaç dal kestane… Babaannemlerin- babaannemler çoğulununda gerçek bir sebebi varsa o da, dedemin iki evli olmasıydı- yanında kalır, 4 kardeş bir odada uyurduk. Evimiz eski tip, sundurmasından içeri girilen ahşap, iki odası bir hayatı bir mutfağı olan evdi. Hayat eskiden genişçe salonlara denirmiş. Sedirimiz vardı bir de… O ev hep aklımda…

Küçükken ve köydeyken; Kuzenlerimin refakatinde büyümüşüm. O zamanların Almanya furyasında dayımların teyzemlerin çocuklarını büyütür, bakardı annem. Evimiz o yüzden daha doğrusu çocukluğum olduğu gibi kalabalık geçti…

Küçükken ve köydeyken kahvaltı adeti henüz gelmemişti. Sabahtan bir tava ekmek öğmeci yapılır; çorba ısıtılır ya da süt’e ekmek doğranır bir tasta yenip okula giden, okula, işine giden işine giderdi…

Bakır siniler de ve yine bakır sahanlarda, çentikli taslarda zaman, zaman alüminyum ve plastik tabaklar eşliğinde yenirdi yemekler.

Beyaz buğday ekmeği’ni çok sonraları gördü bu kul. Zamanla şehre gidenler bir iki ekmek alınır o da diğer mısır ekmeğine katık yapılırdı.

Hal böyleyken elektrikte yoktu. Gaz lambaları her sabah yıkanır kurulanır, gazyağı doldurulur; akşama hazır edilirdi. Ve ben; ilk löküslü eve gittiğimde hayranlık içerisinde kalmıştım.

Köydeyken ve küçükken; okulumuz evimizden 1, 5 km uzaktaydı ve o zamanlar henüz taşımalı sistem keşfedilmemişti. Servis çocuğu olamadım ne yazık ki. Kaldı ki ayakkabımız yoktu… Lastik dediğimiz ve halâ da kullandığımız kauçuktan yapma ayakkabılarımızla her gün yürürdük. Arada bi “pilaç” dediğimiz şimdiki bebek ayakkabılarına benzeyen yine lastikten ayakkabı giyerdik. Ve, kara önlüklerimiz vardı o zamanlar elbette elde dikilen bez çantalarımız. Küçüktük ve bitlenirdik. Bir hikayelerimiz artı bit yüzünden kesilen saçlarımız vardı. Harçlığımızda her gün elimize tutuşturulan bir yumurta idi… Onu bakkal amcaya verir çeyrek ekmek içi helva alırdık. Ha, okula odun götürürdük bir de…

Küçükken ve köydeyken bize alınan kıyafetler hep gelecek yıllar hesap edierek alınırdı. Ancak birkaç yıl sonra üzerimize oturacak kıyafetlerin eşofmanların içinde büyüdük.

Küçükken ve köydeyken, çay o kadar revaçta değildi ve 125 gramlık küçük paketlerden alabiliyorduk haliyle de misafirden misafire demlenen çayımız olurdu.

Küçükken ve köydeyken her gün inekleri otlatmak bizim birinci vazifemizdi. Su uzaktaydı ve gidip ibrikler ve güğümlerle su taşırdık, incecik kollarımızla.

Küçükken ve köydeyken; boğazlarımız şişer ateşlenirdik. Çaresi ise taflan yaprağını ısıtıp, ısıtıp boğazlarımıza sararlardı. Sabah uyandığımızda geçmezse boynumuzda çelenkler gibi yapraklarla gezerdik. Şimdi bile o yaprakları boğazımda düşündükçe canım daralıyor; asla sarmam ama küçükken ve köydeyken sağlık sigortan olmayınca doktora gitmek çok, çok zordu.

Küçükken ve köydeyken şehre gelmek için sabahın ilk ışıklarıyla kalkar uyku mahmurluğu ile köyün minübüsüne yetişirdik. Ne sevinçti, ah ne mutluluk; çocukca. Buradan rahmetle anıyorum Celal abi vardı zayıfça. Onun ordu birlik dediğimiz midibüsü vardı… Onunla gitmeye bayılırdık.

Küçükken ve köydeyken acil bir durum için köyün acentesine kadar yürürdük, yol 1, 5 km’ydi. ayrıca arayacağımız numarayı söyler, PTT’nin bağlamasını beklerdik. Acil bir durum olmadıkça, telefona alo demeyi çok sonraları öğrendik.

Küçükken ve köydeyken, hep akrabalarımızın yolladığı elbiseleri giyerdik. Hele Almanya’dan gelenlerin kokusu hala burnumda. Değişik kokardı o çamaşırlar, bizim bilmediğimiz yaşamadığımız şeylerdendi. En çokta sarelleler. Onu öyle uluorta yiyemezdik annemiz kızardı. Ama biz parmaklarımızı daldırır, daldırır yerdik. Ah o güzellik!

Küçükken en sevdiğimiz şeylerden biri de süt tutmuş tencere dibi yemekti. Aynı şeyi pekmez tavalarında pekmezin dibini parmaklarımızla sıyırır yerdik. Bize kalan o muydu, neydi uzak şimdi… Ama ne zaman dut pekmezi kaynatsam, sevinçle çocukluğuma gitmek için sabırsızlanır, bir an önce pekmezin tavadan indirilmesini beklerim.

Küçükken ve köydeyken… Belki, ellerimiz topraktan kirli, saçlarımız bitli, üstümüz başımız eski olsa da...

Çok zengindik, çoookkk...
 
Toplam blog
: 359
: 1593
Kayıt tarihi
: 29.11.06
 
 

Deli-dolu, akıllı,  yalandan yere çamura yatan, normal değerlerde zekalı, esprili, şakacı, kendin..