Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kültür mirasımıza sahip çıkalım!...

Kültür mirasımıza sahip çıkalım!...
 

Tarihi mezarın önünde sıra sıra çöp konteynerleri ve arabası...


Yurdumuzun dört bir yanı tarihi eserlerle dolu olduğu için yerli ve yabancı turistlerin her daim ilgi odağı olmaktadır. Denize yakın ya da denizle iç içe olan tatil beldeleri bu anlamda daha şanslılar. Çünkü insanlar hem denizden faydalanmakta hem de tarihi eser ve yöreleri ziyaret ederek bir taşla iki kuş vurmuş olmaktalar. Geçtiğimiz günlerde Kekova’da iki blog dostumla (Neşe Evrim ve Cansın Erol) geçirdiğim tatilimde ne kadar isabetli bir karar verdiğimizi anladım. Hem Kekova bölgesinin eşsiz güzellikteki denizinden faydalandık hem de tarihi yerleri görerek bu anlamda doyumsuz anlar yaşadık.

Bölgeye adını veren Kekova, bölge içinde yer alan en büyük ada. Kekova adası, Anadolu yakasına yapışık bir boğaz oluşturarak uzanıyor. Kekova adasında insan yaşamıyormuş. Anadolu yakasında ise girintiler, çıkıntılar, koylar denize gömülmüş eski kent surları, kale kalıntıları bulunuyor. Diğer önemli adalar ise Iç Ada, Toprak Adası, Aşırlı Ada ve Kişnali Ada’sı. . Kıyıya paralel uzanan Sıcak Yarımadası ve Kekova Adası bir iç deniz niteliği taşıyan Ölüdeniz’i oluşturuyor.

Doğal güzelliklerin yanı sıra antik ve tarihi eserlerin zenginliği de bölgeyi arkeoloji turizmi yönünden çekici kılmakta. Uzun yıllar Likya Uygarlığı'nın daha sonra da Roma İmparatorluğu'nun etkisinde kalan yörede günümüzde de küçük yerleşmeler var. Üçağız <ı>(Teiminssa) ve Kale <ı>(Simena) köyleri günümüzdeki yerleşimler. Kale köyüne karadan ulaşım olmadığı için sadece kıyıdan motorlarla, teknelerle ulaşım yapılmakta. Burada konuştuğum köylüler okul olmadığı için çocuklarını Demre’ye okula gönderdiklerini, özellikle kışın zorluk çektiklerini söylediler.

Bölgede Likya yazısı ile yazılmış kitabeli mezarlar, kıyıda su içinde Likya tipi lahitler, mendirek ve yapı kalıntıları mevcut. Ortaçağ kalesinin içinde kayaya oyulmuş tiyatro, kaya mezarları, su sarnıçları, kuzeyde lahitlerden ve az sayıda kaya mezarlarından oluşan nekrapol sahası var. Üçağız köyü antik mezarlar ile su içinde kalmış rıhtımdan oluşan zengin bir tarihi mirasa sahip. Ayrıca bölgede çok sayıda batık kent var. Tekne ile yaptığımız turda bu batık kentleri zümrüt yeşili denizin berrak sularında hayranlıkla izledik. Kıyılar girintili çıkıntılı kayalıklarla kaplı eşsiz güzellikteki koylardan oluşuyor. Kekova Adası'nın iç yakasındaki Tersane denilen koyun çok eski bir tekne yapım yeri olduğu tahmin edilmekte imiş.

Biz başlı başına bir antik köy görünümünde olan Üçağız köyünde kaldık. Konakladığımız Marina Pansiyon da bu antik yapıya uygun inşa edilmiş. Odamız biz altın kızlara (pansiyon sahibi sevgili Meryem bize bu adı takmıştı) yakışır saltanattaydı. Çünkü odamız denizin içindeydi, yani deniz suyu odamızın duvarına vuruyordu. Sabah kıyıya vuran denizin hafiften gelen hışırtılarıyla uyanıp, yatar vaziyette iken dahi yatların denizin altındaki görüntülerinin aksettiği berrak, kıpırtısız bir manzarayı görmemiz saltanat değil de neydi? Uyandığımızı gördükleri anda kızarmış ekmekli, hakiki ballı, tereyağlı, yine tereyağında kırılmış yumurtalı, hormonsuz domatesli kahvaltımızı denizin dibinde, çakıl taşlarının içine kurulmuş masamızda yaptırmaları, gündüzleri emrimize amade tekneyle dilediğimiz koya götürmeleri, akşamları ışıl ışıl yanan denize karşı olan masamızı çeşit çeşit deniz ürünleriyle donatmaları saltanattı gerçekten… Sevgili Meryem’e, eşi Yusuf’a ve kardeşi Osman’a yürekten teşekkürler…

Bir de değinmeden geçemeyeceğim Neşe ve beni hayretler içinde bırakan bir olay yaşadık. Meryem’in kardeşi Osman ilk günden beri size bir sürprizim var, sizi yakamoza götüreceğim deyip duruyordu. Sondan ikinci gecede kısmet oldu ve onun isteğiyle gece on ikiye doğru gittik. “Karanlıkta daha belirgin oluyor, hem de mehtabın olmaması lazım” deyip durduğu şey neydi? Denizin tam ortalarına geldiğimizde, iyice karanlık bir bölgede “Elinizi denize daldırıp dalga yapın” dedi. Ve bizleri hayretler içinde bırakan, inanılmaz etkilendiğimiz o olayı gördük. Elimizle denizde dalgalar yaptığımızda minicik ateş parçaları mı desem, minicik yıldızcıklar mı desem bir güruh halinde ışıl ışıl yanıyordu. Küçük teknenin motorunun yaptığı dalgalar ise daha büyük ışıklı bir su kitlesi görünümündeydi. Deniz suyunun içinde bulunan fosfor yapıyormuş bu görünümü… Hayret nidaları içinde çığlıklar atarak izlediğimiz bu manzara bizi inanılmaz mutlu etmişti.

Üçağız köyünde adımınızı attığınız her yerde bir tarihi kalıntı görmeniz mümkün. Köye denizden üç ayrı giriş olduğundan Üçağız adı verilmiş. Köy’den ayrıldığımız gün tepeden baktığımızda bu üç ağızı yani üç girişi gördük. Buraya kadar hem yaşadıklarımızı anlatıp hem de bölgeyi tanıtarak ne kadar kıymetli tarihi bir miras olduğunu anlatmak istedim.

Esas değinmek istediğim konu bu tarihi eserlerimize yeteri kadar önem veriyor, koruyor muyuz? Duyduğuma göre bölgede dalmak yasak, jet ski kullanmak da yasak. Ama bu kadar yasak yeterli mi? Gördüğümüz manzaralar karşısında hayretler içinde kaldık ve bu kültür mirasımıza gereken özeni göstermediğimizi anladık. Yazıma koyduğum fotoğrafı incelerseniz ne demek istediğimi siz de anlarsınız. Bu kadar kıymetli bir tarihi mezarın hemen dibindeki çöp kutularını ve bu çöp kutularının yanında da Üçağız Köy Muhtarlığı yazan park etmiş vaziyetteki çöp kamyonunu görüyorsunuz.

Üstelik gördüklerimiz bunlarla sınırlı değildi. Yine birinci derece tarihi eser olan bir yapının duvarlarında dört adet kocaman tabela çakılmıştı. Bu duvarlara küçücük bir çivinin dahi çakılması ihanet sayılmaz mı? Yine tarihi kalıntıların üzerine dikilmiş çanak antenler, önlerine koyularak park edilmiş arabalar gözlerimizi fazlasıyla rahatsız etti. Demre Belediyesi bu duruma nasıl göz yumuyor? Buna benzer durumları (kalıntılar gelişigüzel yerlerde kırılmış dökülmüş vaziyetteydi) köyü dolaşırken sıkça görerek üzüldük. Kültür ve Turizm Bakanlığı böylesi önemli bir turizm beldesine hiç müfettiş göndermiyor mu? Arkadaşlarımla bu manzaraları gördüğümüzde “Bu miras yabancı ülkelerin elinde olsaydı kim bilir nasıl korurlardı?” diye düşünmeden edemedik.

Bakanlar Kurulu kararıyla Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilen bu bölgelerimizin daha özenle korunması gerekir diye düşünüyorum.

Sevgilerimle…

 
Toplam blog
: 203
: 2037
Kayıt tarihi
: 23.10.06
 
 

İnsanların yapmaktan mutlu oldukları hobileri vardır. Benim de en severek yaptığım, hayatımda yen..