Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Fransa'da ilk durak Strasbourg

Fransa'da ilk durak Strasbourg
 

Orangeria Park'ta güneşleneller


Gezi rotamızı arkadaşım Reyhan’la birlikte çizdik. Fransa’nın kuzeydoğusundan başlayıp güneye inmeyi düşünüyoruz. İstanbul’dan Strasbourg’a, oradan da (Provence ve Côte d’Azur) Avignon, Arles, Marsilya ve son durak Nice.

Strasbourg’a gitmek için bir de bahanemiz var. Orada yaşayan arkadaşımı görmek. Yıllardır Türkiye’ye geldiğinde bende kalır. Ve yaşadığı şehrin güzelliklerini anlatır durur: “Kanallar, şatolar ve şarap yolları… Hem sonra buradan çok ucuz turlar var, güneye inebiliriz, şunu yapabiliriz!..” falan. Gitmeden önce yaptığımız telefon trafiğini anlatamam. “Neler getirelim? Dijon’a Lyon’a uğrayalım mı, yoksa doğruca güneye mi inelim? Avignon Festivali’ni de görelim; öyle mi olsun böyle mi?” derken, Reyhan’la birlikte 27 Temmuz öğleden sonra Strasbourg’tayız. THY’nin İstanbul’dan Strasburg’a aktarmasız uçuşu ile.

Yanımıza fazla eşya almadık. Sadece kabin içine sığan valizlerimiz var elimizde. Bu minik valizin içine doldurduklarımız inanılır gibi değil. Birkaç parça kıyafetle birlikte ünlü Bebek badem ezmesi, Hacıbekir’in lezzetli lokumları, Mehmet Efendi’nin mis kokulu Türk kahvesi, Ezine peyniri, sele zeytini ve çerezler. En komiği ise peynirleriyle ünlü Fransa’ya peynir götürmek oldu. Kendi için değil, orada kahvaltı edebilmemiz için bizden beyaz peynir ve zeytin getirmemizi istedi. Onun kahvaltı alışkanlığı yok. Sadece kahve ve greyfurt suyu içiyor.

Heyecanlı bir buluşmanın ardında, şehir merkezindeki küçük ama sevimli evine gittik. Stüdyo tipi bir ev. Kendisi şu sıralar resim yapıyor. Balkonunun manzarası heybetli; Notre Dame Katedrali’nin gökyüzüne yükselen kulesini görüyor. Bu onu çok heyecanlandırıyor. Aynı heyecanı duymadığımız için bize kızıyor. Balkon aynı zamanda atölyesi.

Hava oldukça sıcak. Balkonda hoş geldin ikramı soğuk, naneli meyve suyu içiyoruz. Ardından boş sokaklarda üç kadın sohbet ede ede yürüyoruz. Şehrin her yeri park bahçe. Robertsav bölgesinde Château de Pourtales’ye götürüyor bizi. Birçok yazar, çizer, kral ve prense, her dönemin ünlü kişilerine ev sahipliği yapmış. Daha sonra Orangerie Park’taki çiçeklerin ve yıllanmış ağaçların arasında dolaşıyoruz. Yemyeşil çimlerin üzerinde güneşlenenler ve tek ayakları üzerine tünemiş leyleklerin yanında şezlonglara yayılmış kitap okuyanlar arasında. Şehrin sıcağından kaçıp köpekleri ve bebekleriyle birlikte herkes göletin çevresindeki parkta pazar keyfi yapıyor. Huzur ve sessizlik hâkim. Biz de bir kafede mola verip, “rhubarbe” (bir tür dağ bitkisi) ve frambuazlı sorbe yiyoruz. Oradan doğru Botanik Bahçesi’ne.

Strasbourg 1988’de UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmış. Ortaçağ ve Rönesans mimarisiyle 500 yıllık Alsace evleriyle görülmeye değer bir şehir.

Muhteşem gotik mimarisiyle göz kamaştıran Notre Dame Katedrali, 1015 yılında bir bazilika üzerine inşa edilmeye başlanmış, ama savaşlar yüzünden bir türlü bitmemiş. Bu yüzden bir kulesi bulunuyor. Katedral 142 metre yüksekliğinde. Şehrin en eski evi Kammerzell Evi’ni (şu sıralar restoran olarak hizmet veriyor), daha sonra da kanalların üzerindeki minik köprülerden geçerek şehri dolaşıyoruz: Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, İnsan Hakları Mahkemesi, Gutenberg ve Cumhuriyet Meydanı, La Petite France’ı. Ill Nehri’ndeki (Ren Nehri’nin batı kolu) kanal gezimizi ve şarap yolunu yarına bırakıyoruz.

Akşam yemeğini L’ancienne Douan’da yiyoruz. Kanalın üstüne doğru çıkan teras tıklım tıklım. Bizim lahmacunun çok çok incesi, geleneksel atıştırmalık yiyeceklerinden biri olan Tarte Flambee ve yanında buz gibi Kronenbourg birası.

Geç vakit eve döndüğümüzde hava birden değişiyor. Tam zamanında gelmişiz. Korkunç bir yağmur ve gök gürültüsünden camlar sarsılıyor. Peş peşe çakan şimşekler ve sağanak yağmur bütün gece sürüyor. Reyhan da, ben de sigara kullanmıyoruz. Evinde misafir olduğumuz arkadaşımız ise tam bir tiryaki. Gece geç saatte kahve de içmeyiz. Yanımızda rahat rahat sigara içemeyince, “Ne kahve, ne sigara, nedir bu?” diye söyleniyor.

Sabah ilk işimiz hızlı tren biletimizi almak oluyor. Salı sabahı 7.30’da Strasbourg’tan Avignon’a hareket etmiş olacağız. Daha fazla kalmadığımız için arkadaşım yine söyleniyor, “Nedir bu koşuşturma, şöyle kafelerde oturup kahvelerimizi yudumlasaydık!” diye. Oysa önümüzde koca bir gün var.

Hava çok çok sıcak. Klasik kanal turu için üstü açık “batorama”ya binip turumuzu tamamlayınca kıyıda bizi bekleyen arkadaşımla buluşuyoruz.

La Petite France, Strasbourg’un en güzel yeri. Bir mıknatıs gibi bizi de kendine çekiyor. Şarap yolu gezisini iptal edip, “Fransızlar gibi biz de biraz ağır hareket edelim!” diyoruz. Küçük meydandaki kafelerden La Corde a Linge’de oturuyoruz. Çamaşır ipi anlamına gelen kafede Alsace bölgesinin güzel kırmızı şarabı ve peynirleri eşliğinde memleket meselelerini konuşup biraz daha ağırlaşıyoruz. Etrafımızı saran sigara ve puro dumanları arasında açık havada nefes almakta zorluk çeksek bile biraz oturmak iyi geliyor.

Ertesi sabah erkenden Avignon’a gitmek üzere TGV hızlı tren ile sekiz saatlik bir yolculuğa elimizde bir elma ve bir şise su ile çıkıyoruz. Aman dikkat! Trene binmeden önce biletinizi gardaki küçük makinelere onaylatmanız gerekiyor. Yoksa cezası çok büyük. Tren oldukça konforlu, ama ne yiyecek var, ne içecek. Ne yazık ki, arkadaşım, “Kahvaltınızı ve yemeğinizi trende yaparsınız, ” dediği için yanımıza bir şey almamışız. Doğrusu öğlene doğru diğer yolcular teker teker yanlarında getirdikleri sandviçleri çıkartıp yedikçe yutkunup, “Bari suyumuzu idareli içelim, ” diyoruz.

Allah’tan yanımızda organik kuru erik ve çikolata var. Biraz erik, biraz çikolata ve bir yudum su…

Son derece hafif bir yolculuk…Araştırmalarımızın sonucu bir yiyecek arabası olduğunu öğreniyoruz, ama biz ona trenden inmeye bir saat kala rastlıyoruz. Yine de sevinçliyiz oradan ayrıldığımız için…

Avignon, Arles, Marsilya ve Nice ikinci yazıda…

 
Toplam blog
: 18
: 3826
Kayıt tarihi
: 07.11.06
 
 

İstanbul doğumluyum. Güzel Sanatlar'ın Grafik bölümünden mezunum. Sanatın bütün alanlarını seviyorum..