Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '09

 
Kategori
Mizah
 

Kültür Yuvası Kuaförler ve Alışverişin Hayati Önemi

Kültür Yuvası Kuaförler ve Alışverişin Hayati Önemi
 

Hayati Önemde Bir Uğraş


Ne yaparsınız kuaförde?

Saç kestirir, boyatır veya onlara şekil verdirirsiniz tamam, ama soru bu değil. (Sadece bunlar değil, başka işlemler de yapılır diyen itirazları duyar gibiyim ama soru bu da değil.)

Yani koltukta otururken, saçlarınız üzerinde yapılan yıkama yağlama cilalama ütüleme vesaire gibi işlemler bitinceye kadar, siz neyle meşgul olursunuz?

Ya o anda, bir yandan, saç telleri çeşitli boyalar ve gereçler içinde, uzaydan gelmiş bir yaratığa benzeyen aynadaki hayalinizi- mecburen- seyrederken, diğer yandan başınızı ellerine, kulaklarınızı da diline teslim ettiğiniz berberinizin sohbetlerini dinler; ya da orada elinize geçirdiğiniz tüm gazete ve dergileri hatmedersiniz.

Ben ikincisini tercih ederim.

Hem de böylece, bakışlarım elimdeki degilerin sayfaları içindeyken, aynadan bana bakan korkunç şeyi izlemek zorunda kalmam.

Bu yüzden de kuaförlerin mükemmel bir genel kültür edinme merkezleri olduğunu savunurum.

Hoş, berberinizin anlattıklarını dinlerken de bu amaç gerçekleşebilir tabii, ama aslında anlatmak istediğimiz bu değil.

Sadede gelelim:

Kuaförde elinize geçen ve normalde para ödeyip de almayacağınız o gazete ve dergilerden neler öğrenirsiniz neler.

Sezonun modasından, “in” olan tatil yerlerine; karakter tahlillerinden, sevgilinizi nasıl elde tutabileceğinizin incelikli sırlarına; güzel ve cazip olmanın çok kolay olan şartlarından, hangi özel günde hangi yemekleri yapmanız gerektiğine; binbir çeşit zayıflama metodlarından, hangi bölgeniz için hangi markanın hangi kremini veya losyonunu kullanmanız icabettiğine kadar, burada saymakla bitirilemiyecek kadar değerli bilgiye, kuaförde geçirdiğiniz birkaç saat içinde bedavadan sahip olursunuz.

Bazen kuaförlerin bu ek hizmetleri için de ücret talep etmeleri gerektiğini bile düşünürüm.

Anladınız, dün yine kuafördeydim ve bir sürü şey daha öğrendim.

Ama öğrendiklerim içerisinde bir konu var ki, beni bayağı rahatlattı ve herşeyi başka bir açıdan görmeye başlamamı sağladı.

Efendim, karıştırdığım moda dergilerinin birinde- adını reklam olmaması için yazmıyorum- ki dünyanın başta gelen moda dergilerinden biri, hatta en başta gelenidir ve yakın zamanda, yöneticisi olan hanım üzerine yapılan bir film büyük gürültü koparmıştır- okuduğum bir makale, kendimin ve birçok hemcinsimin hakkında olan üzüntü ve kaygılarımın dağılmasına, suçluluk duygularımın yokolmasına ve dünyaya başka türlü bakmaya başlamama neden oldu.

Uzatmayalım, mesele şu:

Bu makaleyi okuyuncaya kadar, ben kendimi ve birçok hanım arkadaşımı ve de- bütün hanımları demek doğru olamayacağından- hanımların çoğunu alışveriş bağımlısı bilirdim. Bu yüzden de, alışverişe çıktığımda, hep kendimi dizginlemeye, ille de gerekli olmayan şeyleri, her ne kadar aklım onlarda kalsa da satın almamaya çalışır, bunu becerebilirsem kendimi tebrik eder, beceremezsem suçluluk duygusunun ağırlığı altında ezilerek- ki bu belki de taşıdığım paketlerin ağırlığı olabilir- yavaşlamış adımlarla eve dönerdim.

Amaa, okuduğum bu makale herşeyi değiştirdi.

Neden mi?

Efendim, bu makalede anlatıldığına göre, bizlerin alış-veriş merakı, “yeni” ye karşı duyduğumuz doğal ilgiden gelmekteymiş. Yani “yeni bir şey satın alma” arzumuz, doğamızda mevcutmuş. Bundan başkaca, bizlerin her yeni bir şey edindiğimizde, beynimiz bedenimize mutluluk hormonları salarak bizi mükafatlandırmaktaymış. Bu davranışıyla beynimiz, bizleri “yeni şeyler” edinmeye de sürekli teşvik etmekte olup, böylece o da kendi doğasına uymaktan başka birşey yapmıyormuş.

Yani her yeni bir şey satın aldıktan sonra, içimizde duyduğumuz “sevinç” aslında yapımızın doğal gereğiymiş. Tabii durmadan yeni bir şey edinmeye karşı duyduğumuz heves de böylece, ayni doğal zincirin bir halkası olmaktaymış.

Daha bitmedi.

Asıl bomba şimdi patlıyor:

Yeniye karşı doğal olarak duyulan merak ve ilgi de, türümüzün yaşamı idame ettirme yarışında hep daha techizatlı olabilmesini sağlayan doğal bir mekanizma olup, hayatta kalabilme ve ömrümüzü başarılı bir biçimde sürdürebilme yolunda hayati önem taşımaktaymış.

Bunu söyleyen de, dergiye göre, ünlü davranış pikolojisi bilgini Avusturyalı Konrad Lorenz’ den başkası değilmiş.

Yani yukarıdan beri dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştığımız tezin Türkçesi kısaca, “Yeniye koş. satın al, sevin, daha çok sevinmek için daha fazla yeni şey satın al ve hayatta kal!” demeye gelmektedir.

Bilim karşısında boynumuz kıldan ince!

Dergide bu tezi savunan daha başka psikologların isimleri de geçiyor ama bana bu kadarı yetti.

İşte bu yüzden anladım ki, ne alışveriş esnasında kendimi frenlemeye çalışmama, ne de her gereksiz şeyi satın aldıktan sonra suçluluk duygusu hissetmeme hiç de gerek yokmuş!

Kimse tutmasın artık beni, alışverişe gidiyorum.

Bu işin şakaya gelir yanı yok, hayatta kalmam gerek!

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..