Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

14 Nisan '07

 
Kategori
Güncel
 

Kundaktan kefene susturulduk

Kundaktan kefene susturulduk
 

“Hoş geldiniz halkım! Hoş geldiniz şükürler olsun sesinizi çıkarttınız, uzun yıllardır bekler dururdum sizi” Sanırım Anıtkabir’deki taş sütunlarda bu ses dalgalandı bugün hiçbirimiz işitmemiş olsak da.

Bize ne oldu böyle? Ne oldu da sustuk? Ne oldu da kendi onurumuzdan dahi vazgeçirildik? Önce kendimizden, sonra vatanımızdan kimler kopardı bizi? En azından yürüdük, en azından yollara düşebildik bugün. Tek bir yürek olup bağırabildik. Milyonlara ulaşamadık ama bir şeyler yapabildik. Evinde oturup sınavından, parasızlığından, ümitsizliğinden, … sorunlarından dolayı gelemeyenler de yüreklerini kattılar bugün bu yürüyüşe. Bu vatanı böyle görmek istemeyenlerdiler onlar. Peki ya nasıl düzelir bu esaret? Yürümek yeter mi? Atatürk’ün ruhuna seslenmek onu diriltmez ki! Bir Atatürk daha doğurmaz ki.

Her şeyi değiştirmeliyiz. Bu ülke için binlerce kez yürümeli, her saniye savaşmalıyız. Susmamakla başlayabiliriz ne dersiniz? Sokakta, iş yerinde, okulda, markette… susmayarak başlamalıyız. Unuttuğumuz “hakkını savunmak” terimine yeniden sarılmalıyız. Uyutulduk ey halkım! Göz göre göre uyutulduk! Üstelik bizim gibi gençlerin bunu ruhları bile duymadı. Bizler gözlerimizi uyutulmuş bir ülkeye açtık…

Senelerce öğrencilerin “hocadır dayak atar” dedikleri okullar da okudum. Daha ilkokulda göğsümüzü gere gere dayak yedik halkım. Önce öğretmenler ezdi bizi. 5 sene ilkokul, 3 sene ortaokul, 3- 4 sene lise bize bizden ne bıraktı? Yazı yazdık anarşist olduk, vazgeçtik her şeyden güldük sadece şımarık olduk, âşık olduk hovarda yada melankolik olduk, birisine “hayır ben haklıyım sen değil” dedik. O öğretmendi ya dersten bırakıldık. Bir öğrenci nasıl haklı olabilir ki? Sonra bu 9 seneden sonra kimimiz işe başladı, kimimiz 4 senelik yada daha uzun bir eğitim sürecine devam etti. Eğitim ya adı üstünde hayatta ve okulda devam etti ama biz hiç eğitilmedik sadece susturulduk. Sonra birileri geldi; “ülkeniz bizimdir. Biz Müslüman bir ülkeyiz dinimizin gereğidir kapanırız” dediler. Yasaklar koymaya başladılar, daha bir kapanmaya, kapatmaya başladılar. Biz geleneklerine göreneklerine bağlı bir ülkeyiz ya hemen tamam dedik; büyük olan ne derse o doğrudur. Susturulduk… Okulda, işte, sokaklarda, … Adım attığımız her yerde her saniye susturulduk. Bugün bir hoca derste soru soran bir öğrenciye “ sen anlamazsın boş ver” diyebiliyor. Kadınlara yapılan taciz edileni yere batırırken edeni erkek yapabiliyor. Üreticinin tüketiciye saygısı yok ama tüketici tüketmesi gerektiğine inanıyor. Fikirler söylenmiyor artık, fikirsizlik prim yapıyor. En güzel cevap “yorum yok”. Günde şu kadar nefes dışında alamazsınız deseler almayacağız sanki. Kundaktan kefene susturulduk. Hem de göre göre bile bile susturulduk. Bugün değil bundan yıllar önce başladı bu boyun eğiş. Bugün olsaydı çocukluklarımızdan hatırlamazdık. Bugün başlamış olsa anılarımızda olmazdı sessiz kalmak zorundalıkları.

İlkokul öncesinde asker olmak isteyen bir prensestim ben. Kendisine prenses diyenlere kızan bir taş bebek. Evde çok mutlu olan bir tek çocuk… İlkokul da sorunlu dediler bana. Oysa sorunun anlamını bile bilmezdim. Tek hatırladığım anı; önümdeki öğrencinin saçında ki fazlalığı beğenmediği için onu dövmekle kalmayıp saçını kökten koparan müdürün kafasına bando sopalarını fırlattığımdı. Sorunluydum; saçımı koparttırmayacağım için sorunlu. Ortaokul da çok kez babamın sinirle okula gelmek zorunda kaldığını hatırlarım. O zamanlar da “kural tanımazdı” sanırım lakabım. “dayağa hayır” demekten oluyordu ne oluyorsa. Liseye geldim; solcu hocalar için güzel kompozisyon yazan biri, sağcılar içinse bir anarşist oldum. Oysaki siyaset nedir bilmezdim ben, bir çift yeşil gözden başka derdim yoktu. Şimdi üniversitedeyim. Benzemiyor hiçbirine belki çok daha iyi ama bazen öyle şeyler görüyorum ki yalvarıyorum bütün sınıfa imza toplayalım, susmayalım diye… Cevap hep aynı; “ya bizi bırakırsa, bizim babamızın parası yok ya mezun olamazsak ama haklısın.” Bazen “elimiz mahkûm” sözünü duyuyorum bu ülkenin geleceği olan sınıf arkadaşlarımdan. Ellerinin mahkûm olduğu yer bir fotokopici dükkânı olabiliyor. Hizmeti bile sorgulayamaz olmuşuz. Hayatımızın bu şekilde doğru gittiğini ve gideceğini sanıyoruz. Ama yayılan halkadan hiç haberimiz yok. Yarın kendi çekirdek ailelerimizde susacağız susmamak gerektiği halde. İş yerlerinde söylememiz gerekeni söylemediğimiz için mutsuz olacağız. Sevdiğimiz işleri yapamamaya, istediğimiz paraları kazanamamaya, sürünün peşinden gitmeye devam edeceğiz hep.

Belki de sustuk. Bir dönemin acısını aldık yüreğimize koyduk ve topluca sustuk. Ama susanlar bile pişman oldu arkalarından gelenleri görünce. Yeter artık konuşma zamanı. Eğitimde, kültürde, cesarette yenilenme zamanı. Daha çok yürüyelim, daha çok konuşalım, en küçük yerlerden başlayalım hakkımızı aramaya. Atatürk’ü düşünmek, ruhunu diriltmek bizi canlandırabilir bugün yaptığı gibi ama O hiçbir zaman dirilmeyecek. Bize bıraktığı emanete onun ruhuyla sahip çıkmanın zamanı gelmedi mi artık?

Atatürk’üm ben seni göremedim. Ama kalbimde, ruhumda hep taşıdım, taşımaya çalıştım. Bugün gördün seneler sonra ilk defa geldik yanına. Hep seninle, senin rehberliğinle, hem kendimizi hem seni unutmadan vatan için savaşmaya koşmak lazım artık, bir asır önce kılıç kalkanın yaptıklarını bugün beynin yapabileceğini bilerek savaşmak lazım. Daha fazla okuyarak, daha fazla düşünerek, daha fazla konuşarak bizi zehirlemeye çalışanlara kapılmayarak. Atatürk’üm! yanına gelemedim bugün ben sana ve vatanıma olan sevgimi bu yazıyla gönderiyorum ve yüz binlerden milyonlara ulaşılmasını diliyorum.

14.04.07 – 17:10

 
Toplam blog
: 18
: 984
Kayıt tarihi
: 14.04.07
 
 

Yazmak uzun soluklu bir süreç bende; tarihini hatırlamadığım kadar küçükken başlayan, asla vazgeç..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara