- Kategori
- Dostluk
Kuş sesleri, Mevlana ve Dilek Ç.
Sudaki akis
Gece yağan yağmurdan sonra ıslaklığını henüz atamamış tabiat, güneşin ışıklarıyla apaydın… Etrafta çok insan yok, motorlu taşıt da yok, iyi ki de yok.. Bir kuş sesi var sadece. Onca geniş ve yerleşimin sıkı olduğu arazide sanki bu kuştan başka bir hayat emaresi mevcut değil. Derken birkaç serçe de eşlik etmeye başlıyor ona… Serçenin sesini tanıyorum, ama esas kuşu değil, bir orkestra gibi şakıyorlar. Her şey çok doğal. Ben doğal olanı seviyorum sadece.
Az önce bir felsefe yazısı okudum. Canım sıkıldı. Arayış her yere, herkeste. Kimin neyi aradığı belli de, nasıl arayıp ne kadar bulduğu karışık. Zaten kavramlar da birbirine girmiş durumda. Elde birkaç tanesi tik-tak atıp duruyor, göğüsten çıkarılmış henüz taze insan kalbi gibi: Nefs, hırs, güven, saygı ve sevgi. Bir de ışık. Neyin ışığıysa artık…
Mevlana da dillere pelesenk olmuş. Ucuz fikir adamları (ve kadınları), gece yataktan fırlamış filozoflar misali onu kullanıyorlar keşiflerini ispat için. Çok bilinen olmakla çok bilen olmak arasında benzerlik kurulamayacağı nedense hatırdan uzak tutuluyor.
Canım sıkılsa mı yoksa doğal olanın cazibesi ile köşemde yalnızlığı yudumlamaya devam mı etsem diye iki uç arasında gidip gelirken blog yazarlarının kalem izlerine bakmaya devam ediyorum.
Onlar arasında iyi tanıdıklarım var. Hatta dostlarım. Dost kelimesinin anlamını bilerek yazdım bunu. Pek tanımadıklarım da var. Ama bende şöyle veya böyle iz bırakmış olmalılar ki yazılarını daha bir alıcı gözle okuyorum. Bazen yorumlarını da…
Çoğu kez, eğer yeterince açık anlattığımı düşünüyorsam, muhatabımın anlamadığına yüzde yüz emin olsam da, iyice anlaması için çaba sarfetmem. Anlatmak gibi bir derdim yok yani. Lâkin anlamak söz konusu olduğunda tutumum bunun tersidir. Anlaşılmamak hüzün vericidir ama anlamak mest eder.
Böyle bir ruh halinde iken, kimileri tarafından çok bilinen ve kimilerinin çok bildiğini bilmediği biri, bir hemşerim çıktı karşıma. Yorumunu okudum. O yorum bende ne tür etkiler yaptı, ne kapılar açtı ve manzarayı ne renklerle neye dönüştürdü, tahmin edemezsiniz. Yıllardır “yalan dünyanın yalancılığından dem vuran” ve çok konuşmayı hiç sevmediği halde konuşmaya dayalı bir iş yapıp çok konuşmak zorunda bırakıldığı bir sosyal çevrede yaşayan ben, pek sevdiğim yalnızlığımın azığı olan anlamlarla gerçekten ve yeniden yüzleştim. Selamlaştık, oturduk, halleştik biraz.
Hemşerim şöyle yazmıştı:
“Yine Mevlana’dan: “Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.” Birkaç kişi yüzünden sevmekten, güvenmekten vazgeçmemeliyiz. Yaşadığımız sıkıntılar “tecrübe” gibi bir güzelliğe dönüşür. O kişiden gelmezse karşılığı, eminim Allah başka kapılardan verir. Sevgiler.”
Dilek Ç.’den bahsediyorum. Bambaşka sosyal çevrelerde yaşıyoruz. Ulaşabildiğimiz şeylerle ulaşmayı dilediğimiz şeylerin somut görüntüleri de çok farklı belki. Ama sevgili hemşerim; insan manadan ibaretse, geri kalanı etse, kemikse, sen o manaya aslı itibarı ile benden çok yakınsın. İkimizi yan yana koysalar, hiç kimse sana bakmaz, o manayla ilgilendirdiği kişi şüphesiz ben olurum. Binlerce kişi sırtına alır taşır hatta beni. Seni görmezler bile… Ama sen benden daha değerlisin.
Yürekli hemşerim…
O yorumu yazdıran yüreğini tebrik ediyorum. Bugün, sıkıntılı dünyamda ümit ateşini harlayan sen oldun… Yeniden anladım ki “hiçbir şey göründüğü gibi değil”.
Sen ve senin gibi yürekli İNSANlarımız oldukça, güven de, saygı da, sevgi de ayağa düşmeyecek. Tersine, bahsettiğin ve çok az kişinin anladığı “tecrübelerle” yükseliyor ve yüceltiyorlar…
Değerlisin, değerliler ve değerliyiz. Sakın vazgeçme! Çünkü bak, oluyor! Ve olduruyor kudreti sonsuz olan… Sen bakma onlara… Sen ufkuna bak…