Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Laf lafı açtı

Laf lafı açtı
 

...Gönül sohbet ister, kahve bahane.


Toplum olarak konuşmayı, sohbet etmeyi çok severiz. Özellikle hanımlar arasında bu durum daha sıklıkla görülür. Evde mutfak sohbetleri, kapıda ayak üstü sohbetler, iletişim aracı olarak kullandığımız telefonlarla yapılan sohbetler gibi türleri var. Bu sohbetler insanda adeta terapi etkisi yapar.

Sohbet ettiğiniz kişi bir de aranızda gönül bağı kurmuş, halden anlayan kafa dengi bir arkadaşınız ise, o sohbetin tadına doyum olmaz. Bir de sohbetlerin olmazsa olmazı çay ve kahve de ayrı bir renk katar. Atalarımız boşuna dememiş” gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.” Ben de kahveyi bahane ederek sevdiğim bir arkadaşıma uğradım.Hoş beşden sonra. Eşi ile ilgili bir olay anlattı. Arkadaşımın eşi simetri hastası. Bu hastalar çevrelerinde gördükleri her şeyi belirli bir simetri pozisyonuna getirmek zorunda hissederler. Yani bir nevi psikolojik takıntı. Arkadaşım da eşinin aksine rahat bir insan. Düşündüm de iyi ki arkadaşım rahat, aksi halde o evde hayat çekilmez olurdu.

Bir gün arkadaşın abisi gelmiş misafirliğe. Bir müddet sohbet muhabbetin ardından lavabo ihtiyacını karşılamak için lavaboya gitmiş. Arkasından arkadaşın eşi vakit kaybetmeden, hemen örtüyü düzeltmiş, abi yerine döndüğünde örtünün düzeltildiğini fark etmiş. Tabi eniştesinin durumunu bildiği için ses çıkarmamış. Bir iki aynı şekilde. Bu defa abi, lavabodan döndükten sonra ayakta beklemeye başlamış. Neden oturmadığını sorduklarında; örtü bozulmasın, her kalktığımda arkamdan örtüyü düzeltiyordunuz. Bari oturmayayımda örtü bozulmasın demiş. Güldük, aynı zamanda da düşündük. Uzmanların görüşüne göre benzer psikolojik hastalıkların temelinde, kişinin çocukluk döneminde yaşadığı olumsuz davranışlar etkili oluyor. Kaldı ki psikologların, herhangi bir psikolojik vakada, ilk iş olarak kişilerin çocukluk dönemlerine baş vurmaları da, bu sebepten dolayı olsa gerek.

Lise dönemlerimde anneme yaptığım hiçbir işi beğendiremezdim. Ben de öylesine takıntı haline gelmişti ki; annemin her evden bir yerlere gidişinde, evde ne var ne yok her şeyi yıkayıp temizleme gayretine girerdim. O dönemlerde şimdi ki gibi çamaşır makinesi yoktu. Merdaneli çamaşır makineleri vardı. Sadece yıkar biz elimizle sıktırırdık. Kaldı ki bizde çamaşır makinesi bile yoktu.

Yine bir gün annem teyzemlerden birinin doğumu için şehir dışına çıktı. Bunu fırsat bilen ben, evde ne kadar yatak yorgan varsa hepsini yıkamaya başladım. Yorganlara şimdi olduğu gibi nevresim takılmıyordu. Ya da en azından bizde yoktu. Kaplama yorganları kullanıyorduk. Akşamdan beyaz çamaşırları ıslatıp sabah kalktığımda onları kazana koyup bir güzel tüpte kaynatıp elde yıkadım.. Sonra da serdim. Şimdi düşünüyorum da, çok yorucu olmasına rağmen nede temiz olurdu. Pırıl pırıl parlardı beyaz çamaşırlar. Sonra evdeki dolapları boşaltır temizler tekrar yerleştirirdim. Bu işleri yapmak için ders çalışmayı bile ihmal ederdim. Arkadaşım gelirdi, yazılıya birlikte çalışalım diye, bana kızar giderdi. Temizlik sevdası annem gelene kadar sürerdi. Annem içeri adımını atar atmaz söylediği ilk cümle; “bu evin pisliği ne?” olurdu. Bu söz üzerine halimi siz düşünün artık.

Evliliğimin uzunca bir döneminde bende temizlik takıntısı sürdü. Ne kendime ne de eşime ve çocuklara huzur vermiyordum. Evde terör estiriyordum“Oraya ellemeyin”, “burayı bozmayın”, “kirletmeyin”... Olacak gibi değil bu durumdan kurtulmalıyım dedim.Ve psikolojik sorunlar kişinin kendini kontrol etmesi ve kendini telkin ve güdüleme yoluyla aşılacağını bildiğim için bende o şekilde kurtuldum.

Şurası çok önemli! Günümüzde çocuk yetiştirmek gerçekten büyük bir sanat. Bilinçli aileler bu durumun farkında. Bizim dönemimizde ise, çocuklar genellikle karnı tok, sırtı pek ise kendi kaderine terk edilirdi. İlgi alaka hak getire. Kimse çocuğun psikolojisini düşünmez öyle bir şeyin var olduğunun bilincinde bile değillerdi..Karnı toksa, sırtı da pekse iş bitmiştir.Gönder sokağa oynasın akşama kadar.. Şimdi öyle mi? Çocuklar çok bilinçli. Öyle sırtını pek yapamıyorsun. Kendi istemediği kıyafetleri asla giydiremiyorsun. İstemediği yemeği yediremiyorsun. Büyük kızımla bu konuda hiç anlaşamazdık. Kreşe götürmeden önce isterdim ki; bir tane rafadan yumurta ile, bir bardak ballı süt içsin, isterse akşama kadar hiç bir şey yemesin, bunlar onu tutar diye düşünürdüm Annelik iç güdüsü işte. Yumurta yedirmek ne mümkün.. Ağzında biriktirir yanağını şişirir yuttur yutturabilirsen. Ben görmeden çöpe tükürürmüş.

İlkokul birinci sınıfa başladığı sıralarda idi. Dondurma yemesine izin vermezdim. Çok çabuk hastalanan biri olduğu için. 15 Mayıstan önce dondurma yemesi yasaktı. Sanırım Mart yada Nisan ayı idi. Tesadüfen okuluna gittim. Teneffüste idiler. Kızım ortalarda yok. Arkadaşına sordum. Dondurma almaya gittiğini söyledi. Sen okuldan çık. Arabaların vızır vızır geçtiği yoldan karşıya geç. Büfeden dondurmayı almış Tam ağzına alacakken ben karşısındayım. Neye uğradığını şaşırdı. Yiyemedi tabi. Nerden haberim olduğunu sordu. Bana kuşlar söyledi ben de geldim dedim. Bir kaç gün sonra tekrar aynı eylemi yapmış Almış dondurmayı okula gelmiş. Orda da iki tane serçe.. Korkudan dondurmayı atmış yere.. Lütfen kuşlar anneme söylemeyin, ne olur bir daha almayacağım demiş…Küçükken koyduğum kurallara hala riayet eder.

Anne- babalar olarak çocuklarımızı sevgiye aç bırakmayalım. Sevgiye, ilgiye, şefkate aç olan çocuklar büyüdüklerinde önüne geçilemeyecek zorlukta psikolojik  sıkıntılarla sorunlarla uğraşmak zorunda kalıyor... Çocuk yetiştirmek öyle sanıldığı gibi doyur karnını, giydir üstünü gönder sokağa düşüncesi ile olmuyor. Ayrı bir bilgi, birikim, özveri, emek istiyor. Bazen tüm bunlar da yetmiyor. Öyle bir durumla karşılaşıyorsun ki; ne yapacağına, nasıl davranacağına karar vermede zorlanabiliyoruz. Yavrularımız bizim geleceğimiz. Onları nasıl şekillendirirsek büyüdüklerinde verdiğimiz emeğin karşılığını  o şekilde alırız. Çünkü aile çocuğun yansımasıdır. Mutlu huzurlu bir ailede sevgi ile  yetişen çocuklar, o huzuru mutluluğu kendi ailesine de taşıyacağı gibi, vereceği ya da alacağı kararların daha sağlam, sağlıklı,  makul, mantıklı olmasında da etkili olacaktır...

Bu gün laf lafı açtı…Gençler hayalleri ile yaşlılar anıları ile yaşarlarmış… Ben de yaşlanıyor muyum nedir?

Muhabbetle...

Hanife Mert

 
Toplam blog
: 149
: 4363
Kayıt tarihi
: 08.06.12
 
 

Anadolu Üniversitesi İktisat  mezunuyum. Emekli muhasebeciyim. Felsefe, İlahiyat, Sosyoloji ve Ps..